Fransa’daki evsizlerin sayısı 250 bin civarındaymış, bu insanlar genel olarak kış aylarında kendilerini ağırlayan, daha çok da koğuş sistemindeki konaklama yerlerinde kaldıktan sonra havaların da güzelleşmesiyle sokaklardaki yerlerini alırlar.
Daha çok parklarda yaşarlar yazları. Bizim mahalledeki parkın da kapatılmasıyla şimdilerde o parkın dışındaki banklarda ve otobüs duraklarında görüyorum onları.
Geçenlerde birisi ilginç bir pankart taşıyordu: ”Ben dışarda karantinadayım.”
Bayıldım yaratıcılığa, evet aynen de öyle, bir diğeri de ayakkabısını ve su şişesini baş altına koyup uzanmış gazetesini okuyordu bir bankın üzerinde....
Covid-19 la birlikte bu insanlardan hasta olanların, yada pozitif olup toplu halde yaşayanların nasıl karantinaya alınacakları sorunu hükümetin ve sınırsız doktorlar gibi birçok derneğin sorunlarından. Tek odanın olmadığı konaklama evleri soruna cevap veremiyor, bu arada özgür olmaya alışmış genel olarak marjinal yaşayan ve kural dinlemeyen bu kesimi kontrol etmek de çok zor.
Pozitif ve hasta olup da hastanede yatması gerekmeyenleri birlikte tutan daha çokta şehir dışında, banliyölerde, valiliklerce el konulan bazı mekanlara yerleştiriliyor bir kısmı.
Evsizlerin sayısı dünyada “Courrier International”in Kasım 2019 verilerine göre 800 milyon ve bunların 130 milyonu çocuk! Amerika Birleşik Devletleri'nde (ABD) 13-17 yaş grubunda 700 bin, 18-25 yaş grubunda ise 3,5 milyon insan sokakta yaşıyor.
Yeni Delhi
Geçenlerde Fransız televizyonda Hindistan’da kenar mahallerde karantinanın nasıl uygulandığını (daha doğrusu nasıl uygulanamadığını) gösteren bir röportaj izledim. Bir Fransız televizyon ekibi Hintli polislerle Yeni Delhi’nde şehrin çeperlerinde sokağa çıkma yasağının nasıl yaşandığını anlatıyordu.
İçme suyu bile olmayan, aynı odada 10 kişinin sığıştığı, kapısı bile olmayan yerlerde karantinadan nasıl bahsedersiniz? Ayrıca olayın ekonomik boyutu var, bu insanların çoğu o gün kazandıklarıyla yaşayan insanlar!
Fransız ekibin Polisin yasaklamasına rağmen çektiği bir sahneyi hiç unutmuyorum. Evine geri döndürülmeye çalışan bir baba kendini yerlere atarak, göğsünü döverek haykırıyordu: “Acım, çocuklarım da aç! Virüsten önce açlıktan öleceğiz”!
Dünyanın süper güçleri arasında sayılan Hindistan’da durum bu!
Amozon yerlileri
Bir de dünyadaki azınlıkların durumu var. Nara Baré, amazondaki yerli örgütlenmesinin koordinasyonundan sorumlu kişi, endişelerini paylaşırken önceki salgınlarda halkının büyük zarar gördüğünü hatırlatıyordu.
Genel olarak, küçük alanlarda, birlikte yaşayan ve sağlık hizmetlerine ulaşımları sınırlı Amazon yerlilerinin ayrıca endüstriyel yiyeceklerin kendi topraklarına girişiyle birlikte şeker hastalığı ve yüksek tansiyon gibi sağlık sorunlarının çok arttığını ve böylece bir risk grubu yaratıldığını ekliyor.
Ayrıca Amazon yerlileri genetik olarak çeşitli hastalıklarla karşılaşsalar da koruyucu antikor yapamıyorlar. Bir de dış faktörler var. Örneğin Brezilya'ya bağlı Amazonas devleti sınırlarında yaşayan yerliler virüse karşı kendi kendilerini Amazon ormanlarının derinliklerine sığınarak karantinaya almışlar. Bunu fırsat bulan altın arayıcılar, ağaç kesiciler ve bazı misyonerler de yerlilerin bıraktıkları alanlara girmeye çalışıyorlar. Hükümetin de bir itirazı olmuyor...
Nara Baré ekliyor: "Nehirler civadan (altın aramada kullanılıyor) o kadar kirlendi ki su renk değiştirdi!”
Kuzey Brezilya’da Yanomami yerlilerinden 15 yaşındaki bir genç 9 Nisan’da Covid’den öldü. Daha sonra görevden alınan Brezilya sağlık bakanı bu hastaları daha güçlü sağlık hizmeti sunan yerlere götürmek için helikopter verdiklerini iddia etti.
Avustralya
Avustralya’da da durum iyi değil; en gelişmemiş şehirlerden biri olan, yerlilerin yaşadığı Kiwirrkurra da 26 marttan beri karantinada.
Kuzey topraklarındaki yerlilerin sağlık sisteminden sorumlu müdür John Patterson, "daha öncede İspanyol gribinden, 2009 da H1N1 gribinden önemli kayıplar veren (diğer Avusturyalılara göre 6 kat daha fazla) ve diğer yerliler gibi şeker hastalığının, yüksek tansiyonun, kalp ve akciğer hastalıklarının yoğun olduğu bu toplulukta Covid tam bir felaket olabilir” diyor.
Aktivist La –Donna Ballangary-Kearins ise hükümeti kendi topluluğunu tanımadan ve özelliklerini göz önüne almadan kararlar almakla suçluyor: “Banliyölerde birkaç nesil birden üç odanın içinde 20 kişiye kadar varan sayılarda yaşıyorlar. Karantinayı nasıl uygularsınız? Su ve sabunun olmadığı yerde, hatta bir çatınız bile yoksa nasıl uygularınız karantinayı?”
“Bir çok otele lüks gemilerle gelip Covid yüzünden rehine kalanları ağırlamak için el konuldu, neden bu bizim insanlarımız için mümkün olmuyor?”
Beyazlara "evlatlık"
1970lerde binlerce yerli çocuk ailelerinden alınıp beyaz ailelere evlatlık verildiğinde onlara psikolojik destek veren kendisi de yerli olan Paul Dutton daha çok coğrafi uzaklık yüzünden bu bölgelere hizmet verilemeyeceğinden korkuyor.
Dutton, sağlık birimlerinin olmadığı bu bölgelere uçakla bile dört beş saatte gidilebildiğine dikkat çekerek, mobil yoğun bakım ünitelerinin solunum araçlarıyla donatımlı olarak hazır bekletilmesini istiyor, hükümet ise bu bölgede suni solunum cihazlarıyla donatımlı yoğun bakım ünitelerin kurulacağını iddia ediyor.
Paul Dutton en son çare olarak, Kakadü eriğinin tozundan yapılan tozdan aldığını söylüyor, C vitamininden zenginmiş!
Ömür boyu karantina!
Hiç karantinadan çıkmayan kendileri hasta olmayan taşıyıcılar var! Mary Typhoide (tifolu Mary) bunlardan biri. Mary Mallon İrlanda’daki fakirlikten kaçan, Atlantik Okyanusunu geçip şansını denemek isteyen binlerce İrlandalıdan biri olarak 1884'te 15 yaşında ABD'ye geliyor ve 1900'de Doğu kıyısındaki birkaç aileye yemek yapmak üzere iş buluyor.
Her seferinde işini bırakmak zorunda kalıyor. Patronları Tifoya yakalanıyorlar şans eseri Mary hiçbir zaman hasta olmuyor. Fakat hayatı 1906’dan itibaren bir daha geri dönüş olmayacak şekilde değişiyor Mary Mallon, Oyster Körfezi'ndeki zengin bir aile için çalışıyor.
Bir süre sonra ateş, kusma, ishal gibi bulgularla villada yaşayanların yarısı hasta oluyor ve on kişiden biri ölüyor. Ama olay daha önce bu bölgede hiç olmayan bir durum. Bunun üzerine zengin ev sahibi bir doktoru bu işin kökenini bulması için parasını ödeyerek görevlendiriyor.
Dr. Georges Sober’in anketinde bütün şüpheler kısa zamanda Mary’nin üzerinde toplanıyor, ayrıca kendisi hiçbir zaman hasta olmuyor. Şeftalili dondurma, tek pişirilmeden yenilen yemek olarak ve bütün hasta olanların yediği ortak yemek olarak dikkati çekiyor.
Böylece Mary Mallon zorla bir hastaneye yatırılıyor ve bir çok testten geçiriliyor. Sonuçta Salmonella Typhi denen bir bakteri taşıyıcısı ama hiçbir zaman hasta olmuyor. Böylece tarihe “yerel olarak ilk sağlıklı taşıyıcı” olarak geçiyor Mary.
Yani epidemiyolog Luc Perinonon deyimiyle “Hasta o, yada Vaka sıfır” Bunun üzerine doktorlar kendisine safra kesesi ameliyatı yapıp bakteri salgılamasını durdurmayı önermişler. Fakat Mary’nin bunu reddettiği iddia ediliyor. Bunun üzerine kapatıldığı hastanede 1910 yılına kadar kalıyor.
Tabi ki ABD gibi özgürlükler ülkesinde bu tutukluluk sorun yaratıyor. Sonunda Mary açtığı davayı kazanıp serbest kalıyor bazı şartlarla; hiçbir zaman halkla ilgili olacak yiyecek yapımında çalışmayacak, ayrıca etrafına bulaştırmamak için bütün hijyen kurallarına dikkat edecek.
Karantinada ölüyor
1915’de Manhattan’daki bir doğum evinde yine bir Tifo salgını başlıyor ve 25 hemşire hasta oluyor, ikisi ölüyor. Epidemiyolojik anket Vaka sıfıra kadar gidebiliyor. Yeni işe alınmış bir aşçı, adı Mary Brown, yani yeni bir isim bulan Mary Mallon.
İşte bunu üzerine Mary Mallon North Brother adası üzerindeki bir hastanede ölümüne kadar karantinaya mahkum oluyor ve 1938’de neden bunların başına geldiğini anlayamadan bir beyin kanamasından ölüyor. Mary Mallon öldü ama geriye “Mary Typhoide kaldı” diyor epidemiyolog Luc Perino.
Bu arada Koronavirüs olayında bu taşıyıcı ve hasta olmayanların sayısının yüzde 20-40 öldüğü varsayılırsa iyi ki ömür boyu karantina uygulanmıyor diye düşünüyorum. Kimler Mary Mallon acaba içimizde? Ben mi? Sen mi, öteki mi, siz mi, biz mi,...?
Unutmuyorum İtalyanlar epideminin başlangıcında “Vaka sıfır ya da hasta 0”ın Alman olduğunu iddia etmişlerdi! Ne tesadüf değil mi?
LGBTİ+ karantinası
Twitter’da çıkan ve herkesi şok eden 21 yaşında eşcinsel bir gencin yardım isteme çığlığı, durumun LGBTİ+ topluluğu için ne kadar zor olduğu gerçeğini bir kere daha gözler önüne serdi.
Babasıyla birlikte karantinada kalmak zorunda kalan gence babası "hetero bir videonunu önünde mastürbasyon yapması" şartını koşuyor, yoksa ölüm tehdidiyle ...
Hiç de az olmayan sayıda bu tip tanıklıklar karantinanın kapılar ardındaki kurbanlarını sayısını artırdı. Kadın erkek eşitliğinden ve ayrımcılığa karşı politikadan sorumlu devlet bakanı Marléne Schiappa acil olarak bir devlet fonu çıkarıldığını ve bu tip ayırımcılık yaşayanlarında şiddete uğrayan kadın ve çocuklar gibi 114 numaralı hatta mesaj bırakarak yada en yakın eczaneye not bıraktıklarında kendileriyle ilgileneceğini ve bir otelde karantinaya alınacaklarını duyurdu.
Sigara Covid'en koruyor mu?
“Korkmayın araya girin!”
Bu arada haftanın en çarpıcı olaylarından biri de Fransa’nın en önemli spor dergisi L‘Equipe’in şef redaktörlerinden ve gazeteci Mohamed Bouhafsı’nın, Journal De Dimanche (pazar gazetesi) ilk defa açıkladığı tanıklığı ve herkesi dayanışmaya çağırdığı şiddete uğrayan çocuklar olayı idi.
Mohamed Bouhafsı kendi çocukluğuna dönerek kendisinin ve annesinin nasıl alkol, uyuşturucu ve umutsuzluk içindeki babası tarafından, babası bir gün onları terk edene kadar her gün nasıl dövüldüklerini anlatıyor içler acıtan tanıklıkta.
Mohamed daha sonra davet edildiği televizyon yayınında tanıklığında kendisine o dönemde destek veren, onu sık sık evine çağırıp teselli eden, yemek ve moral veren komşusuna teşekkürle bitiriyordu: “O olmasaydı dayanabilir miydim bilmiyorum.”
Mohamed’in hayatının bilinmeyen bir sayfasını açmak istemesinin sebebine gelince... 30 martta altı yaşındaki küçük Doudja’nın derslerini yapmadığı için babasının dayağı altında Paris’in Saint Denis banliyösünde ölmesinin kendisinde yarattığı isyan olduğunu söylüyor ve şu çağrıda bulunuyor.
Sitelerimizde, mahallerimizde, köylerimizde kapılar ardında binlerce trajedinin yaşandığını bunun sadece polisin işi değil hepimizin sorumluluğu olduğunu hatırlatıyor. Okul zamanında çocukların arkadaşlarını, öğretmenlerini görüp biraz nefes alabildiklerini fakat karantina dönemlerinde bu şansları bile olmadığını ekliyor.
Şimdilerde otuz yaşlarında olan Mohamed 2001’den beri babasının onları terk etmesiyle, annesinin de sevgi ve desteğiyle nasıl yeniden doğduğunu anlatıyor. Mutlu olduğunu ve kimseye kin duymadığını söylüyor.
«L’enfance Brisée- Parçalanmış çocukluk » şarkısında Roger Subirana Mata şunları söylüyor :
Kimse dinlemiyor
Kimse duymuyor
Kendini değişik hissediyor
Diğerleri gibi bir çocuk olmak isterdi
Sadece sevilmek istiyordu..
Utanıyordu
Kendini suçlu sayıyordu sevilmemekten
Sadece sevilmeyi istiyordu!
......
Çocukların gözleri dünyanın bir yansımasıdır
Duyarsızlığın insanlık suçu olduğu sözleriyle bitiyor şarkı!
Kendimizden hiçbir gün utanç duymamamız dileğiyle hoşça kalın! (ÇCŞ/APA/DB)