Kıbrıs'ın yakın tarihi, Türkiye'de yaşanan sorunları anlamak açısından ilginç dersler içeriyor. Milliyetçiliğin ürettiği "tek tipçi" ve dayatmacı anlayış ortaya çıkmadan önce adada din ve dil çeşitliliği yaşamın olağan bir parçasıydı.
Yan yana yaşamak ve komşunun dilini konuşmak garip görülmüyordu. Taner Baybars'ın, Uzak Ülke: Bir Kıbrıs Çocukluğu (1997) adlı kitabında bu değişim hakkında bir dizi ipucu bulunuyor.
Komşunun dili
Alptekin'in [babası] ... [b]ir Kıbrıslıtürk olduğu halde Rumcayı Türkçeden daha iyi konuşur ve bazen ... babamla konuşurken Rumca tam cümleler kurardı. Babamın Rumcası iyiydi ama akıcı değildi. ... [Alptekin'in babası], Rumların arasında yaşamıştı. ... köylülerle Rumca konuşup onları kahkahadan kırar geçirirdi. (s.127)
Henüz konuşmaya yeni başlamıştım ki, babam bana bazı Rumca sözcükler öğretti. Rum komşularımız köyün alt kısmında ... yaşarlardı. Her gün bir kelime öğreniyordum. Yüksek sesle babama söylüyordum. Bir akşam bir ekmek almak üzere aşağıdaki Rum bakkala yollanmıştım. [Yol] boyunca sihirli cümleyi tekrarlayıp durdum. Bakkala ulaştım. ... Şişman adam tezgâhın arkasından çıktı ve çömeldi. Ona ne istediğimi söyledim. Gülümseyerek ayağa kalktı ve derin bir çekmeceden altın rengi bir ekmek çıkartarak ikiye böldü. Bir yarımı aldım ve ... eve döndüm. Annemle babam güldüler.... Neden yarım? Bana o sözcüğü öğretmemişlerdi ki! Ama nasılsa bir yerden kulağıma çalınmış olmalıydı. (s.40)
Milliyetçilik geliyor
Okuyacağım şiirler ... Türk Çocuklarına Milli Şiirler başlıklı küçük bir kitapçıktan seçilmişti. ... şiirlerimi prova ederken Rum ve Ermeni komşu çocuklarına karşı duygularımın aniden değiştiğini hatırlıyorum.
Artık bir Kıbrıslı olmaktan vazgeçiyordum.
Benimle ... Türkiye arasındaki yegâne bağ dildi. ... ezberlemekte olduğum ateşli şiirler sayesindedir ki İzmir, Çanakkale ve Sakarya'ya ilişkin olarak dokunaklı bir şeyler hissettim. Ve muhtemelen kitapçı dükkânlarının Milli Mücadeleden Hikâyeler başlıklı bir yayının kopyalarıyla dolu olduğu zaman, o zamandı.
... bu tür efsaneler sürekli bizim zihnimize, biz çocukların zihnine aşılanıyordu. ... Rumlar arasında da benzer hikâyeler dolaşıyordu, ama yalnızca aşılanan bu hikâyelerle dolu 'Milli Günler'de iki toplum arasında bir ayrılık olduğunu hissediyorduk. (s.139)
Milliyetçilik çocuklara işlerse
19 Mayıs [günü] Lefkoşa'da her yıl, meydanlarda, milliyetçi nutuklarla kutlanır, şiirler okunur, ... öğrenciler askeri marşlar eşliğinde bayrak sallayarak geçit yaparlardı. Ancak Minareli Köy'de her şey daha sakin olurdu...
Muhteşem güneşli bir gündü ... Ya muhtar ya da ona benzer bir yetkili bizi dinlemek için okula gelecekti. Kan ve kelimeler kızışmıştı. Rum karşıtı duygular da. Türkler Megalo İdea'dan kurtulmak için nasıl mücadele etmişti ya. (s.165)
Özkul ... şöyle bir şeyler söyledi: Bugün Türk toprakları üstünde kardeşlerimizi öldürmüş olanlardan intikam almak zorundayız. Biz onayımızı haykırdık. Sonra altı kişilik her grubun başında bir grup başı olmak üzere düzgün bir şekilde hizaya girdik ve öteki gruplarla teması şifreli ıslıklarla koruyarak tarlalara dağıldık.
... Rumların yaşadığı bölgeye doğru yollandık. ... Lingiri [çelik çomak] oynayan bir grup Rum çocuğuna rastladık.
Rum çocuklar tembel tembel oynuyorlardı ... Başakların içinde dirseklerimizin ve dizlerimizin üstünde sürünerek ilerledik ve Özkul'dan gelecek işareti bekledik. Keskin bir ıslık çaldı. Ayağa sıçradık ve bağırdık: Samsun, Samsun, bütün Rumlar dışarı, dışarı! Rum oğlanlar sopaları bıraktılar, şoka girmiş, şaşkın. Bizi gördüler, yaklaşık on kişiydik, onlarsa en çok beş ya da altı. Türkler, Türkler diye bağırdılar ve tarlaların içinde koşmaya başladılar. .... Yalnızca küçük bir oğlan yeterince hızlı koşamadı ve hızlı hızlı soluyarak ve gözlerini çıkartırcasına ağlayarak yere çöktü. Etrafını çevirdik, kıkırdayarak, muzaffer. Orada başını iki koluyla sarmış yatan bir böceğe benziyordu. Kimse bir [şey] yapmak istemedi. Özkul durumdan yeterince hoşnut kalmamıştı. Daha büyük oğlanları esir almak istiyordu. Tek bir küçük oğlan! Ama bize dedi ki, eğer bunu götürürsek ötekiler gidip Trahon'dan yardım getirirler ve o zaman gerçek bir harp yaparız. Ayağa kalkması için oğlanı dürttü ve oğlan ayağa kalktı ve onun evimizin arkasındaki kahvenin sahibinin oğlu Andrikko olduğunu anladım. Gözleri bana çevrildi ve ben Özkul'a dedim ki: Hayır, bu benim babamın arkadaşının oğlu. Özkul dedi ki: Bu harbin içinde dost yok. Rumlardan kurtulmak zorundayız, yoksa bir gün onlar bizi katletmek isteyeceklerdir. Andrikko ne konuştuğumuzu anlamadan tekrar bana baktı. Tek bir kelime Türkçe bilmiyordu. Sınırlı Rumca bilgimle ona dedim ki: Korkma arkadaşım! Gözleri gülümsedi. Özkul bana dedi ki: onunla konuşmak için hiçbir neden yok. Gruplarınıza gidin! Çabuk, çabuk!
Zavallı Andrikko'cuğu elleri yukarda önümüzden yürüttük. Sopalarımız ona yönelmişti. Düzgün adımlarla yürürken ağlıyordu. Onu bir tarladaki küçük bir kulübeye götürdük. Özkul, Osman ve ben kulübede Andrikko ile kaldık. Öteki çocuklar kulübenin etrafında konum aldılar ve bir çocuk haberci olarak ileriye gitti. Kaçak Rum çocukların kuvvet toplayıp esirimizi aramak üzere geri geleceklerinden çok emindik.
Özkul, Andrikko üzerinde çeşit çeşit zulüm deniyordu. Başını kendi kollarının altında tutmak gibi. Bir an geldi ki Andrikko'nun pantalonunu çıkarmasını ve bizim onun kıçını tokatlamamızı ve güneşin önünde eğilmesini sağlamamızı söyledi. Andrikko içgüdüsel olarak başına neyin geleceğini anladı ve kaçmaya çalıştı. Bu ona, Osman'ın dirseği sayesinde bir burun kanamasına maloldu ve kulübenin bir köşesine ağlayarak oturdu.
Haberci ... kulübeye daldı. Korkmuştu ve zor konuşabiliyordu. Özkul dedi ki: Söyle bakalım. Kim geliyor? İkinci sınıftan küçük oğlan yüksek sesle dedi ki: Babalarımız. Bu istihbaratın yarattığı şok anlatılamaz. Söylediğini duyduğumuz anda, esirimizi kaderiyle baş başa bırakıp köye fırladık. (s.165-7)
Bebekten katil yaratmak
Öykü barışma ile bitiyor. Andrikko babasının yanına götürülüyor. Durum açıklanıyor, özür dileniyor. Andrikko Taner'e düşman olmuyor. Özkul ise yaptığının yanlış olduğunu öğreniyor.
Taner Baybars'ın Kıbrıs Çocukluğu, farklılığın nasıl olup da "öteki" olmaya dönüştürüldüğünü; farklı ve "tehlikeli" olduğu söylenenlerin değil, "düşman" üreten "tek tip insan" yaklaşımının tehlikeli olduğunu gözler önüne seriyor.
Rakel Dink'in "bir bebekten katil yaratan karanlık" dediği de buydu. Bu anlayış sayesindedir ki, kitlesel kin, nefret ve "linç hassasiyeti" üretilebiliyor. Kimi insanlar sırf dilleri, inançları, vb. nedeniyle "düşman" görülebiliyor. Bu "hassasiyet" ve düşmanlık, toplumdaki adalet ve özgürlük taleplerini bastırmak için kullanıldı ve kullanılıyor.
Pelitli'den çıkıp gelen O.S., işte bu düşmanlığı taşıyordu. Onun öyküsü kendinden öncekilere (Veli Can, Ferhat, Mehmet Ali gibi) çok benziyor. O da bir ölüm makinasına alet edildi ve Hrant Dink'in canına kıydı.
Artık O.S.'nin neyi, nasıl yaptığı büyük ölçüde ortada. Ama gerçekler örtülmek isteniyor. Dink davasında gerçeklerin ortaya çıkması, Türkiye'nin çocuklarından yeni O.S.'ler üretilmesini engelleyebilir. Dink davası, aslında Türkiye'nin çocuklarının geleceğinin ele alındığı bir dava. Eğer "tek tip insan" yaklaşımıyla uyutulmak istenen toplum, bir an için uyanır ve bu davaya sahip çıkarsa, aslında kendi geleceğine ve barışa sahip çıkmış olacaktır.
Dört sene önce düştüğü yerden bile ülkesine insanlık dersi veren, bugün de insanlığa yol göstermeyi sürdüren, çocuktan düşman üreten karanlığa ışık tutan Hrant'ı özlemle, sevgiyle ve saygıyla anıyorum. (SD/EÖ)