1972 yılının 10 Mart günü. Ankara, Alaçam Sokak'taki evdeyiz. Hane halkı, ben, Rezzan, iki yaşındaki kızımız Zeynep ve kayınvalidem Makbule hanımdan ibaret.
Rezzan ikinci çocuğumuza hamile, doğum çok yakın. Saat 02.30, bir silah patlıyor. Mermi bir üst kattaki dairenin penceresinden içeri giriyor. Bizim daire yola göre bir kat aşağıda.
Etrafta bir hareketliliğin seslerini duyuyoruz. Endişeli ve heyecanlı bir bekleyiş içindeyiz. Biraz sonra kapımızın zili çaldı.
Kapıyı açtığımda karşımda, üzerinde Made in Germany yazılı sarı renkli çelik yelek kuşanmış silahlı bir er vardı. Benden daha heyecanlı. Muhtemel bir çatışmada en ön safta görev verilmiş.
Evde silah ve kaçak yok sakin olun, dedim. Evimizin içi bir anda silahlı asker- sivil yirmiye yakın güvenlik görevlisiyle doldu. Bir Albayın komutasında evimiz arandı, beni de gözaltına aldılar.
Büyük bir alanı abluka altına alan askeri bir operasyon düzenlenmişti. Güvenlik güçlerinin açtığı ateş de karşı ateşin olup olmayacağını test etmek içindi. Aynı gün Rezzan da hastaneye kaldırıldı ve oğlumuz Gün saat 17.00 de doğdu. O tarihte otuz dört yaşındayım.
Mimarlar Odası Merkez Yönetim Kurulunda Sekreter üye olarak görev yaptığım bir dönemdi. Mimarlık Fakültesi öğrencisi ve Dev-Genç Genel Başkanı olması nedeniyle tanıdığım, özellikle anti emperyalist eylemlerinde devrimci dayanışma içinde olduğum Ertuğrul Kürkçü'nün beni araması ve talebi üzerine, Mahir Çayan'ın Ankara'da bulunduğu süre içinde saklanmasına yardımcı oldum.
Benim ilişki kurmam üzerine de meslektaşlarım ve Mimarlar Odasında birlikte görev yaptığım dostlarım, Hülagü-Ayşe Bulguç'lar, Süheyl Kırçak, Hüseyin-İnci Tanrıöver'ler de evlerini açtılar.
Mart ayı içinde birbirine yakın tarihlerde Ankara'da yardımcı olan asker sivil diğer tüm arkadaşlarla beraber hepimiz gözaltına alınmıştık. 12 Mart muhtırasını veren askeri cuntanın sıkıyönetimi altında devrimciler, komünistler, sosyalistler ve solun her çeşidine yönelik amansız yoketme operasyonları yaşadığımız bir dönem.
Kontrgerillanın sorgulama timleri görev başındaydı. Sıkıyönetim mahkemeleri binlerce sol muhalif üzerine yargı cenderesi kurmuştu. Denizlerin idam kararına karşı oluşan her türden toplumsal tepkiyi bastırmak da Amerikancı generallerin görevleri arasındaydı.
İnfaz ve sorgulama timleri iş başındaydı. Ankara'da gözaltına alınan hemen herkes bu işkence tezgahlarına yatırıldı. Önce Emniyet Müdürlüğü'nde, sonra gözlerimiz kapatılarak götürüldüğümüz Güvercinlik Jandarma tesislerinde ağır işkencelere istisnasız hepimiz günlerce maruz kaldık.
Bu işkencelerin ayrıntılarını da mutlaka ilerde kamuoyuyla paylaşacağız. Güvercinlik'teki binalara götürüldüğümde Oğuzhan Müftüoğlu'nu bir odada yerde otururken gösterdiler. Üzerinde bir pijama vardı. Rengi solgundu ve ağır işkenceden geçtiği belliydi.
Bu faslı şimdilik kısa geçiyorum. Ancak Mahirlerin Ankara'da kaldıkları en son evi bilen gencecik Ferdane Yurtsever'in evin adresini vermemek için yanlış adresler vererek sorgulama timini büyük bir dirençle oyalamasını sizlerle paylaşmak ve bu nedenle uğradığı işkence nedeniyle attığı -ve hala kulaklarımda çınlayan- çığlıklarını duyurmak istiyorum.
Tespitlerimize göre sonradan Genelkurmay 2. Başkanı olan Çevik Bir de örneğin beni de sorgulayan bu timlerden birinin komutanıydı.
Hülagü, gördüğü ağır işkence sonucunda felç oldu. Uzun süre yatalak kaldı. İşkencenin hasarı yaşamı boyunca yok olmadı. Bu nedenle Hülagü'yü dört yıl önce ve erken yitirdik.
Hüseyin'le İnci yeni evliydiler, balayına değil, cezaevine gittiler.
ODTÜ Mimarlık Fakültesi öğrencisi sevgili Koray Doğan'ı, nişanlısının evinden çıkarken polis arkasından ateş ederek öldürmüştü.
Koray, aynı zamanda başkanı olduğum 12 Mart muhtırası sonrası kapatılan TEKSEN'in (Teknik Personel Sendikası) devamı olan, Tüm Teknik Elemanlar Derneği'nin (TÜTED) de Genel Sekreteriydi.
Üç haftalık gözaltı süresi sonrasında bizi tutukladılar ve Selahattin Güleç'in de dahil olduğu Ankaralı sivil bir grup olarak İstanbul'a Selimiye kışlasına götürdüler. Sıkıyönetim Komutanı Faik Türün'ün 'misafiri' ve 20 Mayıs 1974 günü tahliye edilinceye kadar THKP-C davasının asker muamelesi gören sanığı-tutsağı idik artık.
Ankara'ya ve Mart ayına geri dönelim. Birkaç anımı aktarmak istiyorum.
Saklanma programını uyguladığımız günlerden bir gün, akşam vakti. Hüseyinlerin evinde Mahir, Ertuğrul ve ben bir aradayız. Kapının zili çaldı. Hiç kimseyi beklemiyoruz, organizasyon dışı bir vaka ile karşı karşıyayız. Telaşlandık.
Bir baskınla karşı karşıya bulunduğumuzu düşünerek Mahir'i en arka odaya kapattım. Dönüp kapının önüne dikildim. Ben silahsızım, arkamda da Ertuğrul var. Sonra Mahir de yanımıza geldi. Çatışma anını bekliyoruz. Bir süre bekledikten sonra gelenin Oğuzhan Müftüoğlu olduğunu farkettik. Müthiş bir gerilim yerini müthiş bir rahatlamaya bırakmıştı, derin bir oh çekmiştik.
Süheyl Kırçak'ın Çankaya Basın Sitesindeki kiracı olarak kaldığı dairesindeyiz. Mahir'i başka bir adrese gönderdikten sonra gece vakti, başarılı bir organizasyon yaptığımızı varsayarak biraz da teskin olmak üzere Süheyl'le ikimiz kanyaklarımızı yudumluyoruz.
Mahir'le Ertuğrul kısa bir süre sonra geri geldiler. Çok şaşırmıştık, böyle olmaması gerekiyordu. Ancak gittikleri adreste kimseyi bulamamışlardı. Hiç tanımadıkları bir eve girip kısa bir süre kaldıktan sonra dönmüş bize gelmişlerdi.
Mahir kadehlerimizi görünce, o da gerginliği atmak üzere kanyak istedi. O gece şerefe kadeh kaldırdık. Uzun uzun sohbet ettik. Mahir Kesintisiz Devrim broşürünü yazmakla meşguldü aynı zamanda. Yazılanları, daktilo edilmesi için Muzaffer İlgen'e ulaştırmak üzere, teslim aldık.
Sevgili Hülagü Bulguç'un Cebeci'deki evindeyiz. Mahir Çayan'a; Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamını engellemek amacıyla bir eylemin gerçekleştirileceği Karadeniz yöresine gidişin bir ölüm yolculuğu olduğunu, buna da gönlümün razı olmadığını anlatıyorum.
Bu yolculuğa çıkacak olan THKP-C ve THKO mensubu tüm gençlere yüksek sevgi ve değer atfediyordum ve onları yitirmenin çok büyük bir kayıp olacağını ifade ediyordum.
Bir öneride bulundum. Önerimin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini araştırmak üzere de üç günlük bir süre istedim, kabul etti. Buluşmak üzere vedalaştık.
Batman'dayım. Ankara'dan dostum Şevket Turan'ın yönlendirmesiyle gitmiştim. Ramanlı Aşiretinin doksan yaşını geride bırakmış reisiyle evinde sohbetteyim.
Bu aşiret Şeyh Sait isyanından sonra Suriye'ye göç etmiş ve otuz yıla yakın bir süre sonra da Türkiye'ye geri dönmüş acılarla yoğrulmuş, resmi makamlara teslim olmamış, mücadele ruhu olan bir aşiretti.
Reisi de heybetli görüntüsüyle bende görkemli bir etki bırakmıştı. Güven veriyordu. Oğlu da o sırada Batman Belediye Başkanı idi. Durumu anlattım.
Sayıları on beş kadar olan bu gençleri Suriye'ye götürebilir miyiz? diye sordum. Biraz bekledi. Konuşmasına gençlerin çok zor bir durumda olduklarını anladığını ve bundan üzüntü duyduğunu söyleyerek başladı. Bu işler böyle olmaz, dedi. Çok hayıflandı.
Sonra da onları kuşlar gibi uçururuz öte tarafa, ancak buraya gelmeleri gerek, biz buradan sonrasını üstlenebiliriz, dedi. Görüşmemiz çok kısa sürdü. Ankara'ya hemen döndüm ve aynı evde sonucu aktardım Mahir'e.
Ancak ben Ankara'dan ayrıldıktan sonra yapılan görüşmelerde Karadeniz Bölgesine gitme konusunda bir karar değişikliğine gitmediklerini ve hemen yola çıkacaklarını söyledi.
Mahir'le vedalaşma anı yaşamımın en unutulmaz anılarından biridir. Çapraz fişeklikleri ve kalınca kemeriyle cepheye giden silahlı bir savaşçı görünümündeydi.
Kucaklaştık, heyecanlıydık, uzunca bir süre sonra öyle kaldık. Karadeniz yolculuğunu sevgili Ertan Saruhan örgütlüyordu. Devrimci kardeşlerimizi ortada bırakamayız, diyordu, Ertan.
Onu da Kızıldere'de diğer arkadaşlarımızla birlikte 30 Mart günü jandarmalar katletti. Önerim, bir siyasi tartışmanın ve tespitin de sonucu değildi, bir duygu ve düşünce halinin ve o zor anda bulduğum kişisel bir çözümün ifadesiydi sadece.
Yıllardır her Mart ayı benim için stresli geçer. Devrimci bir hareketin dağılışının acısını duyumsarım. Yitirdiğimiz arkadaşlarımızı özlem ve onurla andığım bir aydır Mart ayı. 39 yıl önce üzerimize karabulutların çöktüğü bir ay.
Geçmişten olaylar ve anılarla Devrimci ortamla buluşmak ve arkadaşlarımı anmak istedim. Bir dönemin ayrıntılı tarihi yazılıyor artık. Bir serüveni öğrenmek isteyenler, içinden gelen önemli bir tanığının anlatımından okuyabilirler. Oğuzhan Müftüoğlu Bitmeyen Yolculuk adlı kitapta anlatıyor.
İşkencelerde, kurşunlanarak yitirdiğimiz tüm devrimci arkadaşlarımızı ve dostlarımızı saygı ve sevgiyle anıyorum.
Tokat'ın Niksar İlçesi Kızıldere köyünde 30 mart 1972 günü yitirdiğimiz Mahir Çayan-Sinan Kazım Özüdoğru-Hüdai Arıkan-Ertan Saruhan-Saffet Alp-Sabahattin Kurt-Nihat Yılmaz-Ahmet Atasoy-Cihan Alptekin ve Ömer Ayna Türkiye toplumunun devrimci hafızalarında sürekli varolacaklardır. Onları ayrıca özlemle sevgiyle anıyorum. (YÖ/EÖ)