Yabancı diyarlarda gezesim geldi. Çıktım yola, heybemde “Bir varmış bir yokmuş…”la. Kendimi Gonzoga Hanedanlığı’nın hüküm sürdüğü Montova Düklük Sarayı’nda bulmayayım mı? Sarayı gezerken tuhaf bir katla karşılaştım. O kattaki odalar ufacık, solanları küçücük, koridorları mini minnacıktı. Dükün şımarık çocukları için evcilik oynayacakları, sayısız oyuncaklarını koyabilecekleri bir kat yapmış mimarlar diye düşünürken kımıldamazlar mı oyuncak sandıklarım. Efendilerin elinde oyuncaklaştırılmış cücelerdi kımıldayanlar. Öfkeli öfkeli bir şeyler mırıldanıyorlardı. Biraz dinledim. Anlamaya çalıştım elimden geldiğince, çünkü Latince konuşuyorlardı. Öfkenin dili de ortakmış meğer. Cüce olmalarına lanet okuyorlar, normallik istiyorlardı. Normallik ise efendilerin görünüşü ve hayatlarıydı.
Tuhaf katta, olan biteni anlamak için iki büklüm durmaktan yorulmuştum. Biraz soluklanayım istedim. Vurdum kendimi dağlara. Ve… Kara koyunu olan bir sürüyle karşılaştım. Çoban örgü örüyor, adı Polo olan bir köpek ise koyunlara emirler yağdırıyordu: O yana gitmeyin! İçeri girin! Sağa dönün! Çabuk buraya gelin! Uzaklaşmayın!... Karalık, kara koyunu düşünceli yapmıştı; dalgın bir düşüncelilik. Hayliyle de Polo’nun emirlerine uyuyamıyordu. Polo ise hırlayıp kızıyordu. Ve iktidar belleği çobana şikâyet ediyordu kara koyunu. “Şu kara koyun sözümü dinlemiyor! Ve gereğinden fazla düşünüyor! Koyunların düşünmeleri gerekmez. Onların adına ben düşünürüm!” (s. 6) Kara koyun da cüceler gibi lanet okuyordu haline. Normallik istiyordu o da. Kara koyunun normalliği de ak koyun olmaktı. Çaresini çobandan istedi. Bakalım nasıl bir çareymiş? “Bir hata yaptığımda, siyah olduğum için Polo beni hemen fark ediyor. Bu kadar dikkat çekememem için küçük, beyaz bir ceket öremez misin bana?” (s. 7)
Kara bir koyun, beyaz bir ceketle ak koyun olabilir mi? Aklım ermedi. Kara kara düşünürken kendimi tekrar Gonzoga Hanedanlığı’nda buluverdim. Cüceler nasıl normal olacaktı acaba? Kara koyunun yanındayken de aklım bu meseledeydi. Koyunların köpek Polo’su varsa, cüceleri de soytarı Rigoletto’ları vardı. Boylarını uzatmak için bin bir çeşit deneme yapan cücelerin yanı başında bitivermişti soytarı. Soytarı sözcüğünün hakkını veren Rigoletto sırıtarak soytarılaştırılmış aklından akıl verdi cücelere: “Boynunuz uzasın mı istiyorsunuz? Kolayı var! Akşamları yatmadan önce ayaklarınızı suya koyun.” (s. 10)
Çaresizlik cücelerin gözünü kör etmişti. Tutundular soytarının sözlerine. Boyları uzamadığı gibi umutları cüceleşti. Fasulyecik adlı cüce çareyi devlerin ülkesine gidip onlara danışmakta buldu ve düştü yollara. Ne de olsa Tanrılar katına en yakın yaratıklardı devler. Devler bilemezse kim bilebilirdi ki cücelikten kurtulmanın çaresini? Gerçekten de cücelerin aradığı çare devler ülkesindeymiş. Ama elle tutulur gözle görülür bir çare değil bu; bir düşünce. “Dostum, biliyor musun, niye cüce kalmışsınız? Cücelerin evinde yaşıyorsunuz da onun için. Anladın mı?” (s. 13)
Anlamadı Fasulyecik, devin ne demek istediğini. Çare bulamadığını düşünüp umutsuzca o tuhaf kata döndü. Çare bulunmamış gibi gözükse de düşünce ateşi düşmüştü yüreklere. Bırakalım ateş korlaşsın. Biz, kara koyunun yanına dönelim.
Kara koyunu göremiyorum. Öyle bir kar fırtınası var ki… Sadece Polo’nun sesini duyabildim. “Kaygılanmaya gerek yok. Oldukları yerde dururlar, çünkü onlara ne yapacaklarını söylemek için ben yanlarında değilim.” (s. 13)
Kar fırtınasında çoban ve köpek canlarını kulübeye atmış, koyunları ise öylece ortalık yerde bırakmışlar. Nasıl olsa koyun dediğin güdecek birisi olmazsa başlarında oldukları yerde duran canlılardı. Bu sefer öyle olmamış ama. Karalığı, kara koyunu koyunluktan çıkarmıştı. Sürüsüne liderlik etti ve fırtınayı atlatmak için sığınacak bir yer buldular. Onlar sığınadursunlar biz cücelerin yanına dönelim tekrar.
Cüceler son bıraktığımızdan daha öfkeliler. Soytarı Rigoletto, soytarılığını yapmış. Saraylılar eğlensin diye cücelerin birbirleriyle savaşmalarını istemiş. Bu teklif cüceleri öfkelendirdiği kadar gururlarına da dokunmuş. Kaçmışlar saraydan. Devin sözü geldi aklınıza hemencecik değil mi? Cücelerin cüce kalmalarının sebebini dev, cüce evinde yaşamalarına bağlıyordu. Saraydan kaçınca acaba boyları uzayacak mı dersiniz cücelerin? Heyecanlı bir yerdeyiz, ama bırakalım burada ve kar fırtınası dinmiş mi dinmemiş mi bakalım.
Kar fırtınası dinmiş. Çoban ve köpek Polo koyunları aramaya çıkmışlar, ama “…koyunları aramak Kuzey Kutbu’nda dondurma damlası aramaya benziyor(muş).” (s. 18) Beyaza bürünmüş doğada ak koyun aramak dondurma damlası aramaya benzer benzemesine de kara koyun hemencecik göze çarpar. Ötekileştirilen karalık can kurtarır. Çoban sevinir sürüsünü bulduğuna. Çobanın gözdesi olur kara koyun. Kıskançlığı köpek Polo’yu şişirir. Kara koyunun karalığı can kurtardığı gibi çobanın örgülerine ve sürünün değişmesine renk katar. Mutlu sonla biter Elizabeth Shaw’ın “Küçük Kara Koyun”un öyküsü.
Cücelere mutlu bir sona kavuşabilecekler mi acaba? Cüce evinden uzakta gizli saklı yaşarlarken yeni bir hayat kurmak için çalışmaya karar verir cüceler, ama bir iş bilmiyorlarmış. “Çünkü doğru dürüst bildikleri işler, sadece kendilerinden daha uzun boylular için yaptıklarıymış.” (s. 21)
Meslek öğrenmeye başlamış cüceler. Biri ekmekçi, diğeri terzi, bir diğeri balıkçı, diğer bir diğeri mühendis… “Cüceler evinden çıktı(ğımızdan)klarından beri, sanki eskisine göre daha az cüce(yiz)lermiş…” (s. 21)
Öğrendikleri meslekler yeni bir hayat kurmalarına olanak sağlarken, onları tekrar saraya götürmek için üzerlerine yürüyen yüzbaşı ve askerlerine karşı da silahları olmuş. “… cüceler korkmuyormuş. Boyları hiç uzamamış uzamasına, ama yürekleri kocaman olmuş meğer. Her birinin yüreği cesaretle dol(uy)muş.” (s. 26) Gianni Rodari’nin “Mantovanın Cüceleri” öyküsü de mutlu sonla biter.
Gelin kara koyuna ve cücelere bir de küçük bir mor balık ekleyelim. Küçük mor balık da fiziksel özelliğinden dolayı yalnızdır, ama yalnızlığı kendi eseridir. Vücudundaki pulların rengi ve şeklinin tıpatıp aynısı bir balıkla oynama derdine düşmüştür. Tabii bulamaz öyle bir balık. Yalnızlıktan da hoşnut değildir. Bir balığın sözü, şekilsel varlığını ruhsal (karakter) bir varlığa dönüştürmesine olanak sağlar ve çoğalır.
Somut işlemler döneminde, fiziksel ayrılıkların ırkçılığın tohumu olması çok kolaydır. Çocuklarınızdan, karşısındakilerini fiziksel özelliklerine göre değil, yüreklerine göre değerlendirmelerini istiyorsanız bu üç kitapla işe başlayabilirsiniz.
Keyifli okumalar. (ED/EA)