Bazı kitaplar vardır ilk etapta fark edilmezler, fark edilmeleri zaman alır, bu bazen yazarıyla bazen de kitabın bizzat kendisiyle ilgili olabilir. Çok değil on sene önce edebiyata yön veren dergiler vardı, bilinmeyen, tanınmayan yazarları meraklı okuyucuyla tanıştıran bu dergilerin işlevleri, amaçları, misyonları oldukça genişti. Bir anlamda iğneyle kuyu kazar gibi becerikli, yetenekli, azimli ve “yazarlık hamuru” olanı bulur, “keşfeder” okuyucusuyla buluştururdu. Şimdilerde böyle dergiler yok denecek kadar az ve “etkisiz”. Zerya kıymeti zamanla anlaşılabilecek bir kitap, yüzyıllardır üzerine yazılan çizilen, konuşulan bir konuyu işlediği için yarın da konuşulacak yoğunluklu bir kitap.
Deniz Faruk Zeren’i Dört Mevsim İlkbahar adlı şiir kitabıyla tanıdım, peşinden Yasak Kitap adlı öykü kitabı yayınlandı, Zerya’yı okuduktan sonra şundan emin oldum ki Deniz bir şairdir.
Zerya, romandan öyküye, öyküden şiire evrilen damıtılmış, arındırılmış bir şiir kitabı, şiirden, öyküye, öyküden romana dönüşmüş novelladır. Buna engel hiçbir ibare bulamazsınız. Şiirin inceltilmiş, sivriltilmiş vurduğu yerde gülle etkisi yapan ok şeklini almış cümlelerini de, dedikoducu birinin gevşek ağzını andıran uzun soluklu sohbeti andıran kelimelerini de bulabilirsiniz.
Zerya, Serhat’ın eteklerinden İzmir’e uzanan bir yolculuk. Sarp yamaçlardan, ormanlıklardan, amansız kış şartlarından Urla’nın sardalyalı denizine uzanan bir hayal, hayali yolculuk, hayalini gerçekleştirenlerin azimli, inatçı yolculuğu. Zerya, Stephen King’in herkesi ve her şeyi yuttuğu, içinde garip canavarların çıktığı “sis’inin” atmosferini yakalayan, anlatan, hatırlatan bir kitap.
Zerya’da doğa çok canlı anlatılmış, hangi ağacın yaprağına dokunduğunuzu kokusundan, akan suyun ne kadar uzakta olduğunu esen rüzgârdan öğrenebileceğimizi yazar o kadar yalın, saf ve akıcı anlatmış ki kendinizi Urla’da küçük bir kayıkta kaptan ya da Serhat’ın bir tepesinden aşağı inerken hissedebilirsiniz.
Engelli bir çocuğa 9. Manevra Birliğinin işlediği savaş suçunun ahlaki boyutunu gerilla- asker üzerinden anlatan yazar, bu topraklarda kırk yıldır süren amansız, saçma, manasız ve kirli savaşın özetini bir gün gibi kısa bir sürede geçen olaylarla örgülemiş. Zorunlu askerliğin kışlalarda, kaydırma birliklerde nasıl gencecik insanları öğüttüğünü, vicdanlarını kararttıklarını, kirlenip insanlıktan uzaklaştıklarını lirik bir dille okuyucuya ulaştırmış.
Kitaba adını veren engelli bir çocuğun adı, yazar bize çocuğun yaşını özellikle belirtmemiş. Engelli olduğuna göre hep çocuktur, masumdur, saftır demeye getirmiş fakat derinlemesine, alt okumalarıyla ele aldığımızda Zerya’nın Kürt coğrafyası olduğunu anlıyoruz- ki bunu da çocuğun konuşamaması, dilinin olmamasıyla, yasaklı Kürtçeye gönderme yaptığını ima ederek çıkarıyor ortaya.
Askerdeyken hayvanlara yapılan bir zulmü gördükten sonra oraya ait olmadığına kanaat getiren Selim’se kocaman bir vicdandır. Gerillaya katılan, sonradan Zerya adını alan isimsiz kadın da aşktır, hayranlıktır, her şeye güzel bakarak güzelleştiren, sadece güzeli gören, hiçbir şey yapmadan önce özeleştirisini vermek isteyen estetiktir, zarifliktir, mütevazılıktir. Mal mülkün savaşla yer yeksan olduğunu, huzurun dünya malından daha değerli olduğunu Üsteğmen Murat’ın kısa iç konuşmasıyla yazar hırsına yenik düşenleri kıskıvrak yakalayıverir.
Zerya, bir doğa yürüyüşü, doğayla bir olup doğada kaybolmanın romanı. İnadın, muradın, özgürlüğün, şefkatin öyküsü. Şiire, Edip Cansever’e, ‘masa da masaymış’a selam çakan şiirsel bir öykü yolculuğu. Sütlü mektuplara şifrelenmiş özlemlerin, hüzünlerin elden ele uzatılarak yaşandığı, gerçekleştirildiği uzun bir öykü. (HB/YY)