"Para aklama" terimi üzerine biraz düşünelim. Bu, kirli para ne kadar el değiştirirse o kadar aklanır demek.
Küreselleşme de aynen bu muhayyel ilke uyarınca işliyor: Yani, sermayenin serbest dolaşımı önündeki engelleri ne kadar yıkarsak ekonomilerimiz de kendilerini himayeci kalıntılardan o kadar arındıracak. Para küresel çarkta ne denli hızlı dolaşırsa küresel ekonomi de o denli etkin işleyecek.
Küreselleşme ve salgın
Gerçekteyse, küreselleşme yalnızca pisliği ortalıkta dolaştırıyor. Geçtiğimiz günlerde patlak veren domuz -aslında domuz, kuş ve insan gribinin bir karşımı- gribi bu hakikati can yakıcı bir biçimde sergiliyor. Salgın Meksika'nın Veracruz kentinde, Smithfield Foods'un işlettiği bir domuz çiftliğinde başladı deniyor. Ama Şubat'ta La Gloria'da patlak veren ve domuz gribini çok andıran bir salgın 3 bin nüfuslu kasabanın yüzde 60'ını etkisi altına almıştı. Bu hastalıkla ardından gelen domuz gribi salgını arasında bir bağ olup olmadığı henüz bilinmiyor. Ancak, La Gloria sakinleri çoktandır çevrenin pisliğinden, daha açık bir deyişle gübre dağlarından ve onlara üşüşen sineklerden yakınıyorlardı.
Foreign Policy In Focus (FPIF) dergisi yazarlarından Manuel Pérez-Rocha'nın yakınlarda yaptığı bir söyleşinin video kaydının da gösterdiği gibi Smithfield şirketi orayı kirletmek üzere Meksika'da bir şube açmadan önce de ABD'nin Atlas Okyanusu kıyısındaki Chesapeake Körfezini kirletiyordu. Smithfield 1997'de Chesapeake'e akan ırmaklardan birini -artık ne olduğunu söylemeye gerek olmayan şeylerle- kirlettiği için o güne kadar kesilmiş en ağır para cezasıyla cezalandırılmış ve 12,7 milyon dolar ödemeye mahkûm edilmişti. Smithfield, Kuzey Amerika Serbest Ticaret Antlaşması (NAFTA) sayesinde faaliyetlerini sağlık ve güvenlik kurallarının bu kadar sıkı olmadığı bir başka yere taşıyabildi. Serbest ticaret anlaşmaları standartları -ücretler, çevre yönetmelikleri, sağlık- yükseltmek bir yana Veracruz'daki Smiethfield işletmesi gibi kuruluşların çevresinde yaşayanların ve çalışanların yaşam kalitesini düşürdü.
Gribin adının ne olması gerektiği - şu sıralar resmi adı sanki yeni açılmış bir müzik klibi kanalı gibi tınlayan "H1N1" oldu - üzerine boş tartışmalar bu hastalık saçan domuz çiftliklerinin içler acısı durumunun gözlerden saklanmasına yaradı.
ABD'nin resmi Hastalık Denetim ve Önleme Merkezi'nden (CDC) Nancy Cox "Domuzlar, aslında soğuk algınlığı virüslerinin bir araya gelmesi için harika bir karıştırma kabı işlevi görüyor" derken, salgın hastalıklar uzmanı Ellen Silbergeld daha da ileri giderek şunu söylüyor: "Kanımca bu gibi olaylar hep oluyordu, çünkü endüstriyel tarıma ilişkin çok az düzenleme var. Bu tür hayvan çifliklerine virüs karıştırma kapları demek çok yerinde olur." (Bu arada yeryüzündeki bu domuz cehennemlerinin içinde ne olup bittiğine ilişkin bir nebze fikriniz olsun isterseniz E. Annie Proulx'un sizi eğlendirircesine boğazınıza kadar bu pisliğin içine soktuğu romanı "That Old Ace in the Hole"u [Eski Koz] okumanızı tavsiye ederim.)
Küreselleşme yalnızca sermayeye dair bir şey değil. Küreselleşmeyle birlikte yayılmaları için karşılarına çıkan fırsatlar mikrop ve virüsleri de heyecanlandırıyor. Salgın hastalıklar hep sömürgecilik ve savaşla bağlantılı ola gelmişti. Avrupalılar çiçek hastalığını Yeni Dünya'ya getirmiş karşılığında frengiyi Avrupa'ya taşımışlardı. 1918'deki büyük grip salgını da askeri birlik sevkiyatlarıyla yaygınlaşmıştı. Günümüzdeyse insanların, malların ve sermayenin daha yaygın dolaşımı hastalıkların yayılmasına yarıyor. AIDS ve SARS hava yolculuğu sayesinde kolayca yayılmışlardı. Ancak gıda üretiminin küresel bir montaj hattı - domuz gribi folluğu, kuş gribi çalkalama kabı, deli dana üretim tesisleri de diyebiliriz- üzerinde birleştirilmesi zaten tartışmalı olan küresel bağışıklık sistemimizi yıkıp geçecek bir virüsün üremesi ihtimalini kat be kat artırdı. Virüslerin dili olsa herhalde Ronald Reagan gibi şöyle derlerdi: "Bay İnsansoyu yıkın bu duvarı!"
Küresel işbirliği gerek
Bu sorundan tamamen kurtulmanın bir yolu hayvancılığa tamamen boş verip eti laboratuarda elde etmek. Hollandalılar zaten bu araştırmayı yapıyorlar. Ama bunun, romancı Margaret Atwood'un dehşetengiz öngörüsünde olduğu gibi genetik mühendisliğinin ürünü salgınlarla sonuçlanması, tek kelimeyle kıyamete yol açması çok muhtemel.
Bu küresel belalarla başa çıkmak için daha uygun bir çare küresel işbirliğini artırmak. Çin'in geçtiğimiz günlerde Tayvan'ın Dünya Sağlık Örgütü'ne gözlemci olarak katılmasını önlemeye son vermesi bu açıdan olumlu bir işaret sayılabilir. Herkes masaya oturmadıkça bu sorunlarla başa çıkamayız. Askeri harcamaları azaltarak küresel sağlık hizmetlerine kanalize etmek için de çok da fazla zekâya gerek yok. Küreselleşmemizin de standartları bir domuz ahırı seviyesine çekmek yerine bugünkünden yukarı çıkarmakla ilgilenmesi gerek.
Ülkeler arasındaki küçük çıkar kavgalarını bir yana bırakarak güçlerimizi birleştirmek için Dünyanın Durduğu Gün (The Day the Earth Stood Still) filmindeki gibi uzay yaratıklarının istilasını bekleyemeyiz. Yaratıklar zaten burada. Sadece onları gözlerimizle göremiyoruz. Bundan önce de üzerimize birçok kez kuvvet gönderiler ama yenilgiye uğradılar. Şimdi yeniden kuvvet topluyor ve yeni kitle imha silahları geliştiriyorlar. Şimdi karar vermek zorundayız: "Silahlanmanın durdurulması" için etkin bir strateji mi geliştireceğiz, yoksa -Pakistan'ın gizli nükleer programının yürütücüsü- A. Q. Khan'ın yolundan giderek hastalıkları üreten araçları geliştirmeye devam mı edeceğiz. (JF/EK)
___________________________________
(*) John FEFFER'ın makalesini Ertuğrul Kürkçü Türkçeleştirdi.