İlk kez iki yıl önce yine bu zamanlarda gitmiştim, o zaman karşılaştığım Erivan ile bu sefer karşılaştığım Erivan arasında havanın sıcaklığını saymazsak dağlar kadar fark var… Bu yıl beşincisi düzenlenen Altın Kayısı Uluslararası Film Festivali için Erivan’daydım. Değişim büyüktü…
Önce şehirden başlamak lazım. Bence Kafkasların en güzel kenti olan Erivan aradan geçen iki senede bambaşka bir havaya bürünmüş. Şehrin göbeğindeki eski ama tarihi olmayan evler yerle bir edilmiş, benzerlerini büyük dünya kentlerinde görebileceğiniz müthiş büyük bir bulvar çıkmış ortaya: Northern Avenue.
Yaklaşık 500 metre boyunca sağlı sollu yükselen binalar ve ara sokaklar Erivan’da hem bir Nouveau Riche’in(1) habercisi, hem de sınıf farkının. Henüz tamamlanmamış inşaatların giriş katlarındaki dükkanlar daha şimdiden en ufak bir şeyi 200 avro gibi fiyatlara satan dünya markalarının flamalarıyla dolmuş bile. Caddede beraber yürüdüğüm sanatçı arkadaşımın Erivan Devlet Üniversitesi'nden kazandığı aylık maaşın 130 dolar olduğunu söylersem eğer, sanırım bu tanesi birkaç yüz bin avrodan hesaplanan dairlerde kimlerin oturup, kimlerin oturamayacağını tahmin edebilirsiniz...
Yaklaşık 10 gün boyunca, hem Ermenistanlılarla, hem festival için hem de mevsimden doğru Erivan’da olan diaspora Ermenileri ile birlikte vakit geçirdik, çokça konuştuk, çokça gözlerimiz sulandı, çokça sevgili Hrant Dink için kadeh kaldırdık. Oturduğum hemen her masada Hrant’tan en azından bir kez söz açıldı, en azından bir kez ne kadar müthiş işler yapıldığından söz edildi, en azından bir kez Türkiyeliler, Ermenistanlılar ve dünyanın dört bir yanına savrulmuş Ermenilerce anıldı. İşte o zaman, bir kez daha anladım, Hrant’ın neden “kusursuz bir hedef” olduğunu...
Türkçe'de Charentz olsa, Ermenice'de Pamuk
Dedim ya, festival bahane, Erivan sokaklarında Türkiye’den ondan fazla insan olunca, ilgi alaka başka türlü oluyor. Erivan’da olduğumuzu öğrenen Ermenistan Yazarlar Birliği bir akşamüstü ısrarla davet etti bizi. Birkaç kişi gittik, hazırlanan mükellef akşamüstü sofrasında Ararat kanyak kadehlerimizi akıl almaz sıcağa rağmen, kâh Ermenilerin Kars’ta doğan çok önemli şairleri Charentz için, kâh Hrant için, kâh kardeşlik ve dostluk için kaldırdık. Charentz Türkçe'ye çevrilse, Orhan Pamuk Ermenice de olsa diye planlar kurduk.
Hafta boyunca kurulan masaların başka bir konusuysa, 6 Eylül’de Erivan’da oynanacak Ermenistan-Türkiye milli maçıydı. Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’ın, Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü maçı birlikte izlemeye davet etmiş olması Ermenistan’da da Türkiye’dekine benzer bir heyecan yaratmış durumda, en azından bizim gibi olan insanlarda. Hatta maçın berabere bitmesinin ne kadar güzel olacağını düşünenlerle bile tanıştım...
Sarkisyan demişken, ülkedeki politik havadan da iki kelime etmek lazım gelir. Bu baharda Levon Ter-Petrosyan’a karşı seçimleri kazanan Serj Sarkisyan'ın seçim sonrası protestolarda takındığı tavır ciddi bir kesim tarafından eleştiriliyor. Anımsarsınız, protesto gösterilerinde halkın üzerine ateş açılmış ve sekiz kişi hayatını kaybetmişti. O zamandan beri yaklaşık 150 kişinin de hapiste olduğu biliniyor.
Maç daveti çok önemli
Erivan’ın yeni yaşam bölgesi Northern Avenue bu aralar açılacak dükkanların flamalarının yanı sıra, 24 saat süren protesto nöbetlerine ev sahipliği yapıyor. İnsanlar hapisteki arkadaşlarının fotoğraflarından oluşturdukları panoların önünde 24 saat nöbet tutuyorlar, dertlerini anlatıyorlar. Bu gruptan birine, Türkiyeli olduğumu ve Sarkisyan’ın maçla ilgili atılımının çok önemli karşılandığını söylediğimde, benimle aynı fikirde olmadığını fark ediyorum.
Ter-Petrosyan’ın Türkiye'yle ilişkiler konusunda çok daha net olduğunu söylüyor. Anlaşılan o ki, Sarkisyan Erivan’da Türkiye’deki kadar tezahüratla karşılanmıyor.
Ama şunu belirtmekte fayda var, 10 gün içinde gerek muhalefet destekçilerinden, gerekse hükümet destekçilerinden duyduğum tek ortak cümle, Abdullah Gül’ün maça davet edilmesinin çok önemli bir hamle olduğuydu. Davete icabet edilmesiyse çok daha önemli bir adım olacak belli ki.
İki yıl önce Erivan’a gittiğimde, sadece dört gün kalabilmiş, çok da fazla anlayamamıştım memleketin ruh halini. Üstelik o kadar az insanla birlikte olabilmiştim ki, çoğunluğu bana çok yakın düşünen insanlarla memleketin politik hayatını konuştuğumda çok da farklı bir perspektif açılmamıştı önümde.
İpek Yolu Köprüsü Hrant Dink Köprüsü olur mu?
Ancak bu sefer dolu dolu geçirdiğim 10 gün ve tanıştığım müthiş insanlar sayesinde, hem Erivan’ı hem de Ermenistan’ı daha iyi anlama şansım oldu.
Elbette, tıpkı Türkiye’de ve dünyanın başka yerlerinde olduğu gibi, Erivan’da da çözümden uzak olan insanlar var. Zaten bunun kadar olağan bir şey daha olamaz. Ama ilginç olan o çözümden uzak olan insanların bile aslında Türkiye'yle (Türklerle değil, Türklerle kişisel derdi olan kimseyle tanışmadım!) müthiş bir aşk-nefret ilişkisi var.
Önce öfkeyle ve hatta kimi zaman dozu artan bir öfkeyle söz ediyorlar bu topraklardan, aradan beş dakika ve bir küçük kadeh votka geçmeden Sason ya da Van’ın ne kadar müthiş yerler olduğuna geliyor mesele. Yani anlayacağınız asıl önemlisi dinlemek. Sevgili Hrant’ın da yıllarca söylediği gibi birbirimizi dinlemek, anlamaya çalışmak, yine dinlemek, dinlemek ve dinlemek…
Hrant’ın gidişi belli ki oraları da bizi vurduğu kadar vurmuş. Ama uğurlanması da belli ki başka bir kapı açmış. O kapıdan geçmeyi başarmak, o eşiği atlamaksa şimdi iki uzak komşunun iki yakın halkına düşüyor.
Sınırı açmak, Ani’deki İpek Yolu Köprüsü'nü sembolik de olsa yeniden inşa etmek, iki ülke arasındaki köprüyü yeniden kurmak, hadi hayal edeyim, kitabının kapağındaki fotoğrafında derinlere dalarak baktığı o köprünün adını da Hrant Dink köprüsü koymak, çok mu şey istiyoruz? (ÇM/TK)
* İki Yakın Halk, İki Uzak Komşu, Hrant Dink, Uluslararası Hrant Dink Vakfı Yayınları, Haziran 2008.
(1) Fr. Yeni zengin