Kürt toplumu, olanca feodal alışkanlığı, olanca feodal yaşam biçimi, olanca feodal kültürü gereği çoğu kez bugün artık sıradan ve sürüden sayılabilecek sebeplerden ötürü uzun yıllar süren ve büyük felaketlere neden olan “kan davaları” ile boğuşur / boğuşuyor. Bütün “iyi niyet”li gayretlere rağmen hâla "kan davaları" Kürt toplumunda sürmekte. "Kan davaları" Kürtlerin hâla dinmeyen baş ağrısı…
Bütün bunlara rağmen Kürt toplumu o yürek yakan, evler yıkan kahrolası "kan davaları"nı bir şekilde çözecek, davayı barışa dönüştürecek sihirli eli, kutsal kurtarıcıları her zaman baş tacı eder / ediyor da. Bu da ayrı bir gerçek! Bugün Kürt toplumunda "kan davaları"nı bölge ölçeğinde kar, boran, yaz, kış demeden sulh yoluna koymak için gayret gösterenleri bu nedenle muteber şahsiyetler olarak kabul ederler. Çünkü kan dökülmesin istiyor barış elçileri. Barış olsun istiyorlar.
Bunları durduk yerde neden mi yazdım. “Abdal’a ayan olur” kabilinden, sanırım anlamışsınızdır arif olmanız sebebiyle.
Son günlerde hava yetmedi, karadan da sınır ötesi operasyonlar başladı ya! “Görünür medya” vargücüyle kan tutulmasına uğradı.
Kan tutulması derken yine Kürtlerin "kan davalıları"ndan bir örnekle paylaşayım. Kırsaldan süregelen "kan davaları"nın hasımlarının şehir merkezlerinde, bir köşe başında, olmadı bir kalabalık içinde birkaç kurşunla kendi meşreplerince “en kolay” çözüldüğünü sandıkları yerdi bizim çocukluğumuzdaki "kan davalı" infazlar! Gün geçmezdi ki “filanca köylüler” "kan davalıları"ndan birilerini adliye kapısında ya da bir başka yerde kurşun yağmuruna tutmuşlarlı ölü ve yaralı çeteleli haberler kenti çalkalamasın!
İşte o "kan davalı" kurşunlamaların kimi kez anlık ve anlaşılmaz yaşanmışlıkları da olurdu. Derlerdi ki “Düşmanını vurdu ve oracıkta, silahı elinde çakıldı kaldı, kalakaldı, donakaldı. Kan tuttu”. Ölenin, öldürülenin kanı tuttu, derlerdi. Bir yere deprenemez, hasmını vurduğu yerde, gözü hasmından akan kanda kalakalır, polis de vuranı alıp götürürdü.
Nedense gözünü “Kürt kanı” bürümüş olanca “görünen medyayı” sınırötesi kara hava harekâtlarının yapıldığı ve gencecik insanların ölülerinin taşındığı bugünlerde, kan tutulmasına uğrayan "kan davalıları" gibi düşündüm. Medyayı kan tuttu dedim, kendime.
Kan tutmuştu ki; bu sebepsiz durduk yerde akan, akıtılan kanı engellemek, hatta durdurmak için bir tarafından tutmak, çaba göstermek mümkünken, dökülen kana çanak tutmak daha “kârlı” bir iş gibi duruyor önlerinde. Bu sebepten kullandıkları kameralar, fotoğraf makineleri ve dilleri kilitli. Kan tutulmasına kilitli. Gazetecilik donanımları sanki kan kusan birer silah. Çünkü akan kandan besleniyorlar. Orta çağın iblisleri, kan içicileri gibiler…
Olanca siyasal, bürokrat eli silahlı ve külahlı muktedirler hepbirlikte, medya da yanlarında, kan tutulmasına uğramışlar gibi kelle hesabı yapıyorlar. En baştaki adam, Akif’ten dizelerle şairliğin kana kana methiyesini döşüyor hitabet sanatının gücünü kullanarak. Ötekilerse “ne yapar, ne ederiz” de o gencecik ölülerin tabutlarını, yakınlarının gözyaşlarını, toplaşanların kinini daha görünür kılarız haberinin peşindeler.
Ama bütün bunlara inat bu tuhaf ülkede hâla sesini çıkaran, sesini dillendiren yürekli insanlar da var. Bülent Ersoy “Ölüm yerine çözüm” derken buna işaret ediyordu. İşte Sezen Aksu bir diğeri! Bu hengâmede bizi hayata bağlayacak olan tam da bu sesler. Bugünlerin tarihi yarın yazılırken bu sesler kalacak geriye. O halde bu seslere şimdi kulak vermenin, omuz vermenin, birlik olunacaksa yalnızca sesleri gür ve yürekle çıkanlarla birlik olmanın demidir.(ŞD/EÜ)