Adli Tıp Merkezi'nin çok kalabalık olan lobisinde oturuyordu. İki aylık oğlunu çarşafının altına saklamıştı ve onu emzirirken utandığı belliydi. Yaşlı babasının kendisine doğru yürüdüğünü görünce memesini zorla çocuğun ağzından çekerek ayağa kalktı.
Henüz doymamış olan bebek annesinin memesini aradı, bulamayınca da yüksek sesle ağlamaya başladı. O kadar yüksek sesle ağlıyordu ki herkes dönüp onlara baktı.
Nasima'ya neden memesini zorla oğlunun ağzından çektiğini sordum. Bir yabancıyla konuşmaktan tedirgin olmuş halde, utandığını ve korktuğunu söyledi. Bunun nedenini öğrenmeye çalıştım ama başını eğip benimle konuşmayı reddetti.
Bu soğukta, bu kadar ince!
Hava soğuktu ve hem anne hem de bebek üşüyorlardı. Bebeğin narin ellerine ve ayaklarına dokundum; çok soğuktular. Oğlan koyu renk gözlü, çok güzel bir bebekti.
Giydiği elbiseler çok kirli, eski ve çok inceydi. Belki Nasima'nın annesi bu kıyafetleri uzun süre dolapta saklamıştı. Ona çocuğun neden bu soğuk havada incecik kıyafetler giydiğini sorduğumda, kendisinin bir geliri olmadığını ve aileden de kimsenin oğluna kıyafet almaya niyetinin olmadığını söyledi.
Tekrar bebeğin minik ellerine ve ayaklarına dokundum, hala buz gibiydiler. Bütün vücudum titredi. Sanki ellerinin soğuğu kalbime ulaşmıştı. Derin bir ıstırap hissettim.
DNA?
Çantama uzandım, bir miktar para çıkardım yanımdaki iş arkadaşlarımdan birinden, gidip Nasima'nın çocuğu için kalın kıyafetler almasını rica ettim. İş arkadaşım bana baktı ve gitti.
Nasima şimdi biraz rahatlamıştı ve - belki de oğluna kıyafet almak istediğim için -benimle daha arkadaşça konuşuyordu.
Nasima kucağındaki bebeğin "gayrımeşru" olduğunu ve babasının civar semtten olduğunu söyledi. Bebeğin babası oğlunu reddediyordu.
Nasima'nın ailesi onu yerel mahkemeye vermiş ve hakim de onları babanın kimliğini belirleyecek DNA testi için Tahran'a göndermişti, çünkü yaşadıkları yerde DNA testi yaptırabilme imkanı yoktu.
Gayrı meşru çocuğa tahammül
Nasima ailesinden biraz ileride oturan, kotlu, Amerikan tarzı bir ceket giymiş olan genç adamı işaret etti. Nasima'ya genç adamın neden bebeği reddettiğini sordum. Bana, kabul ederse ailesine rezil olacağını ve hayatını kaybetmekten korktuğunu söyledi. Çünkü Nasima'nın ailesinin onu öldürmeye çalışmıştı.
Eğer DNA testinin sonucunda bebeğin babası olduğu ortaya çıkarsa, ailesinin onu öldüreceğini tekrarladı. Çok korktuğunu söyledi. Yavaş yavaş Nasima'nın neden ailesinin önünde çocuğu emzirmekten utandığını anlamaya başlıyordum.
Kırsal bölgede yaşayan insanlar için, bir kızın "gayrımeşru çocuğu"nun olmasından daha tahammül edilemez bir şey olamaz. Ailesinden kimsenin neden çocuğa kıyafet almak niyetinde olmadığını da o anda anladım. Kimse ailenin bu yüzkarasını kabullenmek istemiyordu.
"Kırış, kırış" bir baba
Nasima kendisiyle birlikte Tahran'a gelenlerden birkaç adım uzakta duruyordu. Mensubu olduğu aşiretin kültüründe, bir kadının ağabeyleri veya amcalarının yanına oturması yasaktır.
Gayrımeşru bir bebekle bunu yapmak daha da zordur. Nasima ile birlikte, çok yaşlı ve kırış kırış görünen babasına doğru yürüdüm. Yüzünden, hayatı boyunca çok acı çekmiş olduğu belliydi.
Kirli eski kıyafetleri de onun yoksulluğunu gösteriyordu. Siyah çarşafının içindeki Nasima arkama saklandı, çünkü babası ile yüzyüze gelmek istemiyordu.
Bebek yetimler yurduna
Babası mutsuz ve sinirli gözlerle önce Nasima'ya, sonra da yutkunarak bana baktı. Böyle bir utanç yaşamaktansa ölmeyi tercih ettiğini söyledi. Kızı evli değildi ama kucağında bir bebek vardı.
Babasına göre, ailesi, aşiretleri ve köyü için bundan daha büyük bir utanç olamazdı. Ona, DNA testinin sonucu pozitif çıkarsa, kızının o genç adamla evlenmesine izin verip vermeyeceğini sordum.
'Asla' dedi. Genç adam kızının eşi olursa bu ailesi ve aşireti için utanç verici olurdu. Ne olmasını istediğini sordum ve bu kez Nasima'nın babası yerine amcası cevap verdi.
Aşiretlerde, bir kızın amcaları ve kuzenlerinin, kızla ilgili kararlarda özel bir rolleri var. Nasima'nın kuzeni bebeği yetimler yurduna vereceklerini, Nasima ve genç adamla ilgili ne yapacaklarını da düşüneceklerini söyledi.
Hakime taahhüd
Uzaktan iş arkadaşımı gördüm ve çabucak ona doğru yürüyüp elinden bebek kıyafetlerini aldım. Nasima'ya bebeği giydirmesi için yardımcı olmaya çalıştım. Yeni pembe kıyafetleri içinde daha da güzelleşmişti.
Alnını öptüm ve onu annesine geri verdim. Nasima'ya çocuğa zarar vermelerine izin vermemesini söyledim.
Ailesinin bebeğe bir şey yapmayacağını çünkü hakime, bebeğe veya kendisine bir şey yapmayacakları taahhüdünde bulunduklarını söyledi. Eğer onlara bir şey olursa ailesinin mahkemeyle başı derde girecekti.
Bebek ağlıyor
Nasima testin yapıldığı odadan çıktığında kucağındaki bebek ağlıyordu. Ama aç olduğu için mi, yoksa kan testi için doktorların yaptığı iğnenin acısından mı bilmiyorum.
Nasima çocuğunu sallayarak yatıştırmaya çalıştı ama babasının, amcalarının ve kuzenlerinin kendisine baktığını görünce oğlunu çarşafının altına sakladı.
Akrabalarıyla birlikte merdivenlerden inerken bana veda etmedi; el bile sallamadı. Ama bana hoş çakal demek istermiş gibi baktığını gördüm.
Bebeğin adı bile yok!
Eve dönerken Nasima'yı ve güzel oğlunu düşündüm. Bebeğin adı bile yoktu çünkü annesi, babası ve amcalarının korkusundan ona bir isim vermeye cesaret edememişti.
Tahran Savcılığı'nın önünden geçerken Leyla Fathi'nin anne ve babasını gördüm. Kızlarının katillerini protesto ediyorlardı.
İkisi de örtülere sarınmışlardı ve adalet istediklerini, adalet için ölmeye hazır olduklarını söylüyorlardı.
Leyla'nın hikayesi
Yedi yıl önce, yalnızca 12 yaşındayken, üç adam okula gitmekte olan Leyla Fathi'yi kaçırmışlardı. Üçü de ona tecavüz etmişler ve dövmüşlerdi. Leyla Fathi aldığı darbeler sonucu hayatını kaybetmişti.
Üzerinden yedi sene geçmiş olmasına rağmen katiller hala cezalandırılmadılar. Hala yasta olan anne, Leyla'nın katillerinin cezalandırılacağı günü bekliyor.
Ancak savcılık Leyla'nın anne ve babası ile bağlantıya geçerek, eğer katillerin cezalandırılmasını istiyorlarsa üç adamın kan parasının yarısını ödemeleri gerektiğini bildirdi.
"Kurban" aileden, "Katil" aileye kan parası
İran yasalarına göre, eğer bir adam bir kadını öldürürse, kurbanın ailesi kan parasının yarısını katilin ailesine ödemek zorundadır.
İran'da bu çok yüksek bir miktar. Ancak eğer bir kadın bir adamı öldürürse, kadın idam edilmekle kalmaz, ailesi yine kan parasının yarısını kurbanın ailesine ödemek zorunda olur. (Şeriat yasalarına göre kadının değeri erkeğin değerinin yarısıdır. Buna zeka, fikir, yaşam da dahil).
Leyla'nın ailesi, kızlarının katillerinin kan parasının bir bölümünü ödeyebilmek için evlerini, arabalarını ve diğer tüm varlıklarını sattılar. Ancak katiller hala idam edilmediler ve bunun için de hiçbir neden gösterilmedi.
Ebadi'nin itirazı
Bir süre önce Nobel Barış Ödülü'nü almış olan entelektüel avukat Şirin Ebadi bir kızın tecavüz edilip öldürüldüğü böylesi bir davada, mahkemenin kurbanın ailesinin durumunu ve kan parası ödeme zorunluluğunu düşünmediğini belirtti.
Ebadi'ye göre kurbanın ailesinin yaşadığı psikolojik sıkıntı ve mali durumlarının kan parası nedeniyle sarsılması, ailenin psikolojik ve mali açıdan tamamen çökmesi anlamına geliyor.
Bir hafta sonra ofisimde otururken telefonum çaldı. Arayan, Nasima'nın şehrinden bir arkadaşımdı. Bana Tahran'dan döndükten sonra ağabeyleri ve kuzenlerinin Nasima'yı asmaya çalıştıklarını ancak kızın bundan kurtulduğunu söyledi.
"Nasima kendi öldürdü" dedikodusu
Sonunda Nasima'nın üzerine petrol döküp onu yakmışlar. Ertesi gün Nasima'nın oğlu zehirlenerek ölmüş. Ceza almaktan kurtulmak için ailesi, Nasima'nın kendini öldürdüğü, bebeğin de açlıktan öldüğü dedikodusunu yaymışlar.
Arkadaşım benimle konuşmaya devam ediyordu ancak sesim çıkmıyordu. Bana birçok kez iyi olup olmadığımı, hala orada olup olmadığımı sordu, ancak ona cevap veremiyordum.
Sadece, ailesinin kendisine ya da bebeğe zarar vermeyeceğini, çünkü hakime söz verdiklerini söyleyen Nasima'nın sesini duyuyordum.
Arkadaşım Zehra'nın iddiası
Nasima'nın durumunu akıllı ve eğitimli bir kadın olan arkadaşım Zehra'ya anlattım. Ona İran'daki kadınlarının durumunun çok acı olduğunu söyledim. Gözlerimin içine bakarak, Nasima'nın bir istisna olduğunu, bu durumun tüm kadınlar için geçerli olmadığını söyledi.
Buna katılmakla birlikte, ona bin kadından birine bile böyle bir şey olsa, bunun yine de dehşet verici olduğunu söyledim.
Zehra, kadınların durumunun benim söylediğim kadar kötü olmadığını bildiğimi söyledi. Ona, kızgın bir şekilde, bunun bir milyonda bir olan bir şey olsa bile yine de fazla olduğunu ve kadınları korumak için daha iyi yasaların olması gerektiğini söyledim.
Zehra gülümsedi ve söylediklerinin İranlı kadınlar için konu bile olmadığını çünkü İran'da çoğu ailenin anaerkil olduğunu söyledi.
Oğlanlardan daha başarılı kızlar
Düşünceleri bana, çocukken annemle birlikte büyükanne ve büyükbabama yaptığımız ziyareti hatırlattı. Ufak yapılı büyükannem, evi ve ailenin mali işlerini idare ediyordu.
Güçlü kuvvetli görünen büyükbabam ona itaat ediyordu. Toplumumuzda otoriter ve ailenin reisi olan tek kadın o değildi - teyzem, annem ve bazı komşularımız da aynı şekilde davranıyordu. Hala bu şekilde yaşıyorlar.
Öğrencilik yıllarımda, lisede ve üniversitede tüm alanlarda aktif olan ve bazen oğlanlardan daha başarılı olan kızlar gördüm.
İlişkilerinde ve sosyal aktivitelerinde özgürdüler. Her Cuma, anne-babalarından ya da ağabeylerinden hiçbir kısıtlama olmadan oğlan arkadaşlarıyla tırmanmaya giderlerdi.
Ayrımcılık
Bunları düşünürken, güzel gözleri ve kaşlarıyla Nasima ve oğlu aklımdan çıkmıyordu. Telefonum çaldığında tüm bunları düşünüyordum.
Yirmi yıldan fazladır Avrupa'da yaşayan bir akrabam arıyordu. Bana Fransız televizyonunda İranlı kadınların durumu hakkında bir film izlediğini ve kadınların durumunun hala kötü olduğunu gördüğünü söyledi.
Bana kendimi kötü bir durumda hissedip hissetmediğimi sordu. Ben de, İranlı bir kadın olarak kendimi çok da şanssız hissetmediğimi söyledim. Kadın iş arkadaşlarımın çoğunun çalıştıkları erkeklerle eşit olduklarına inanıyorum.
Toplumun belli kesimlerinde erkeklerden daha fazla kadın var. Cevabım onda kuşku uyandırmıştı. Ona bunun, İran'da kadınlara karşı ayırımcılık olmadığı anlamına gelmediğini söyledim.
Erkek iş arkadaşlarından daha yüksek bir derecesi olan Sara, kalifiye olmayan bir adamın altında çalışmak zorunda. İş yerinde, genel direktör tarafından ortaya konan ataerkil bir yapı var.
Bin yöneticiden üçü kadın
İran'da kadın yönetici neredeyse yok - her 1,000 yönetici pozisyonundan üçü kadınlar tarafından doldurulmuş. Son yıllarda, kadınların yaşadığı tüm zorluklara rağmen, bazı gelişmeler oldu.
Son bir yılın içerisinde çevre ve çocuk hakları gibi alanlarda 1,400 kadar bağımsız örgüt kuruldu.
Bu örgütlerin yöneticilerinin çoğu eğitimli kadınlardan oluşuyor. Son zamanlarda üniversiteye kabul edilen öğrencilerin yüzde 65'i kızlardan oluşuyor.
İran'da şehir konseyi için yapılan ilk seçimlerde sandalyelerin dörtte birini kadınlar kazandı. Ancak İran'da kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olması, özgürlük ve bağımsızlıklarını kazanması için zamana ihtiyaç var.
Uzun, zor bir mücadele olacak ancak sonunda kazanacağımızdan eminim. (ZB/İİ/BA)
* Zhila Baniyaghoob'un (Tahran'da İranlı bir gazeteci) yazısını İranlı Kadınlar web sitesinden aldık.