Son yıllarda tarihle yüzleşmek ve hesap sorma istek ve iradesi toplumun değişik kesimlerinde dikkat çekici bir davranış olarak öne çıktı.
Öyle bir coğrafya yaşıyoruz ki!
Yüzümüzü tarihin hangi kesitine dönsek, karşımıza yüzleşilmesi ve hesap sorulması gereken bir olay, durum çıkıyor.
Bu hafta bir kitabın sayfalarında yakın tarihimize yolculuk yapalım istedim.
Tam bir yıl önce okumuştum "Kan Kurumaz"ı. Yani, ilk basıldığı günlerde.
Bu sabah bir kez daha elime aldım.
Sayfalarına gözatarken bazı pasajlarda, bölümlerde takılıp kaldım. Bir film şeridi gibi o günlere dair kareler gözlerimin önünden aktı, aktı, aktı!
Yıllar sonra elimdeki kitabın sayfalarında dolaşırken gözlerimde hissettiğim yanmanın da, yüreğime çöken sızının, ağırlığın ve öfkenin de; o sabah erkenden açtığım televizyonun karşısında yaşadığım anlık şokun ardından gelen duygulardan pek farklı olmadığını bir kez daha gördüm.
Bayrampaşa Hapishanesi'nde battaniyeye sardıkları, yanıklar içinde, her şeyiyle uğradıkları saldırının boyutlarını gösteren kadın tutsağın ambulansa bindirilirken: "Diri diri yaktılar!" çığlığını unutmak mümkün mü?
Saldırı haberini alan ailelerin hapishane önlerinde kaygı dolu bekleyişleri, duvarların ardında çıkan her ambulansa koşarak çocuklarını aramaları.
Hızla uzaklaşan ambulansın ardından bir külçe gibi ıslak asfalta yığılan annelerin yakarışları...
Bir babanın isyan yüklü ses tonuyla "Yeter artık" diye haykırışı. Ve daha sayısız görüntü ve ses "Kan Kurumaz"ın sayfalarında yeniden canlandı.
19 Aralık 2000'de. Bir gece yarısı aynı anda, günlerce öncesinden planladıkları, hatta hapishane maketleri üzerinde tatbikatını yaptıkları katliamı geçekleştirmek üzere harekete geçmişlerdi.
Bir gece yarısı... 20 hapishanede... Aynı anda...
Silahlarıyla, bombalarıyla, kimyasal gazlarıyla, özel timleriyle, askerleriyle, robokoplarıyla, iş makineleriyle ölüm kustukları bu saldırının adına: "Hayata Dönüş Operasyonu" demişlerdi.
Dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, yanına aldığı gazeteci ordusuyla inşa etmekte oldukları F Tipi Hapishaneleri gezdirmişti.
O görüntülerden masa üzerindeki vazoya koydukları bir demet çiçeğin olduğu kare hala çok canlı duruyor hafızamda.
F Tipi Hapishanelerde bırakalım vazoda çiçek görmeyi, mektuplara yapıştırılmış kuru çiçeklerin bile falçatayla iyice kazındıktan sonra mektupların sahiplerine verildiği sayısız örnek tecrübeyle sabittir.
Bakana göre ölüm orucu eylemini sürdüren grupların militanlarını zorla açlık grevine, ölüm orucuna kattıkları kara propagandanın ipliği, tutsaklar F Tipi hücrelere götürüldüğünde çıksa da; o günlerde televizyon kanallarında, gazete sayfalarında hayli boy göstermişti!
Bunun için de binlerce tutsakla ve aileleriyle, kamuoyunda dalga geçercesine, katliam saldırısının adını "Hayata Dönüş Operasyonu" koymuşlardı.
Bir gecede yatakları, giysileri, masa ve sandalyeleri ile bedenlerinden başka kendileri koruyacakları başka hiç bir şeyleri olmayan devrimci tutsaklardan 30'unu "Hayata Dönüş Operasyonu"yla katlettiler. Yüzlercesi de yaralandı bu saldırılarda.
Asker ve özel tim koridorunda öldüresiye dövülerek geçirilen tutsaklara nakledildikleri F Tipi Hapishanelerde de tecrit altında işkenceler, cezalar, yaptırımlar devam etmişti, ediyor.
Günlerce soğuk hücrelerde, ıslak ve gaz kokan elbiselerle yarı çıplak bekletildiler.
O günlerde işkencenin, zulmün haddi hesabı yoktu. Diri diri yaktıkları, kurşunlayarak katlettikleri yetmezmiş gibi. Sonradan tutsakların yaptıkları açıklamalardan öğrendik ki; jopla tecavüz işkencesini de yaygın olarak kullanmışlar.
19 Aralık katliamı öncesi, üç devrimci gruptan tutsaklar (DHKP-C, TKP(M-L),TİKP) ölüm orucu direnişini başlatmışlardı.
Diğer gruplar ise (PKK'li tutsaklar hariç) süresiz açlık grevi yapıyorlardı. Zorla F Tipi Hapishanelere götürüldükten sonra; devrimci örgütlerin hepsi ölüm orucu ekiplerini de çıkararak saldırıyı ölüm orucu ve kitlesel açlık greviyle karşıladılar.
Adalet Bakanlığı aylardan mevsimlere ve yıllara yayılan ölüm orucu direnişini kırmak için sayısız oyunu devreye soktu.
Basına ağır bir sansür uygulaması getirdi. Ki, zaten medya tekelleri en başında buna teşne idiler. Zamanla sansür öyle bir hal aldı ki; ölüm orucunda şehit düşen tutsakların haberleri birer cümle ile sırdan bir ölümmüş gibi sunuldu
Yasalarda yeni düzenlemeler yapıldı. Açlık grevi ve ölüm orucu eylemleri suç sayıldı. Zorla müdahale hakkı tanıdı devlet kendine.
Yetmedi! Tahliye saldırısı ile eylemi içten kırmayı denediler. Ailelerin ve tahliye olanların eylemi dışarıda sürdürüyor olmalarına tahammül göstermeyip, direniş evlerine saldırdı polis.
Armutlu direniş evinde bir katliam daha gerçekleştirdiler. Devimci tutsakların en temel taleplerini kabul etmemek için baskı, zulüm, her çeşit zor ve hileye başvurmakta en ufak bir tereddüt göstermedi bakanlık.
Zorla tedavi nedeniyle, onlarca ölüm orucu direnişçisi sakat kaldı. 122 tutsak yaşamını yitirdi.
En sonunda bir savunman. Yıllarca hapishanelere gidip gelmiş, müvekkili tutsakların yaşadıkları sorunları çok yakından bilen bir avukat: Behiç Aşçı bedenini ölüme yatırdı.
19 Aralık 2000 ile Ocak 2007'de yayımlanan 45 no'lu genelgeye dek yaşanmış bir tarih.
Her kesimin kendi cephesinden yüzleşmesi ve hesaplaşması gereken bir tarih aynı zamanda.
19 Aralık "Hayata Dönüş Operasyonu" katliamı davaları hala sürüyor.
Mızrak çuvala sığmasa da, devlet katliamı planlayan ve yöneten başta gelmek üzere, davayı zaman aşımına uğratarak kurtarmaya çalışıyor adamlarını.
Dava dosyalarında asıl sorumlulukların isimleri yok. Sadece birkaç askerin adı geçiyor. Baş ve tek sorumlu bu ermiş gibi.
"Kan Kurumaz" da bütün bu süreci/tarihi bulacaksınız.
Dönemi bütün yönleriyle, bir romanın kurgusu ve edebi anlatımıyla okuyacaksınız.
Gerek 1996 süresiz açlık grevi ve ölüm orucu direnişini, gerekse de 19 Aralık katliamı ve ölüm oruçlarını anlatan, değişik grup ve çevrenin çıkardığı anı-anlatı kitaplardan önemli bir kısmını okudum.
Sürekli yayınlarda yer alan ve bu sürecin yürütücülerinden olan grupların değerlendirmelerini takip ettim, ediyorum.
Bu okumalarından yol çıkarak; anı-anlatı, roman tarzında direnişi anlatan kitaplardan hem süreci ele alışı ve aktarışı, hem roman kahramanları üzerinden bir dönemin politikalarını, devrimci insan tipini ve bu kapsamda bir dizi sorunu, özelliği kendini kalıplara hapsetmeden anlatan bir örnek olarak öne çıkıyor "Kan Kurumaz"
Yarattığı kahramanlarıyla, açlığa ve her türlü onursuzluğa direnen gelişkin yanlarıyla, eksik ve zaaflarıyla Nazım ustanın "Sıra Neferi"ni anımsatan gerçek insanı, okuyucusuyla buluşturmayı başarmış "Kan Kurumaz."
Bu nedenle kitap tanıtımlarında sıkça kullanılan yönteme başvurmadım. Kitaptan satırlar pasajlar aktararak kitabı tanıtmak istemedim.
İstemedim! Çünkü hangi pasajı tercih edersem edeyim hep bir şeylerin yarım kalacağını düşündüm.
Evet, "Kan Kurumaz" bir roman. Bir romanın kurgusu içerisinde direnişe dair bir dizi ayrıntının verildiğini ve politikaların eleştiri süzgecinden geçirildiğini göreceksiniz.
Tıpkı kitabın finalinde yazarın dediği gibi: "Romanı size emanet ederken şunu da belirtmeliyim: Saatler geçince iyice yorgun düştüğüm hayal voltamı bitirdim ve defteri açıp okumaya başladım. Zümrüt'ün ben dışarıdayken bazı akşamlar güleç ya da hüzünlü bir edayla anlattığı kimi ayrıntılarla karşılaştıkça sevindim. Bazı şeylerse nedense defterde yoktu. Kolumdaki saati Bülent'in Ufuk'a verdiği gibi kimi bilgiler edinmedim değil. Fakat örneğin, Onur'un kolyesinin kaderini öğrenemedim. İtiraf etmeliyim ki her ikisini de tanıdığım ve kendilerine mektuplar yazdığım için romanın kimi sayfalarında gezinirken bir yandan da hemen her okuyucunun yapacağı gibi göz ucuyla kendi suretimi aradım. Ufuk'un roman aracılığıyla çerçevelediği kadrajda hiç değilse bir isimlik yerim bulunsun istedim. Belki varımdır da kendimi görememişimdir diye tekrar tekrar okudum ve sonunda buldum; oradaymışım meğer. Kim bilir belki sizde bu romanın içinde bir yerdesinizdir."
Yakın tarihimizden hapishaneler geçeğini yaşayan; ölüm orucu ve açlık grevi direnişine katılan bizzat hücreleri deneyimleyen; halen Kandıra 1 Nolu F Tipi Hapishanesi'nde birinci müebbet hapis cezasını çeken ve 2. müebbet hapis cezasının da Yargıtay'da olduğu Sami Özbil'in bu emanetini katliamın yıl dönümü vesilesiyle ben de sizlere emanet ediyorum.
Ceylan yayınlarından Kasım 2010'da çıkan "Kan Kurumaz" ı mutlaka okumalısınız.
Küçük bir not: Öyle sanıyorum ki, kitabı okuyanların değerlendirmeleri yazara ulaşırsa mutlu olacaktır.
17 Aralık 2011, Kandıra 2 Nolu T Tipi Hapishane