Gözümü açtığım dünya karanlıktı. İnsanlar arka sokaklarda birbirini öldürüyorken, çocukların yaşları büyütülüp yaşamları çalınıyorken paşalar "asmayalım da besleyelim mi" nutukları atıyordu.
Çatışma yerini kin, nefret, kan, darağacı, şaşkınlık, suskunluk, itaat, zincirler ve en kötüsü beyinlerde prangalara bıraktı. Kızgınlıklarını, onları sindiren, susturan güce yöneltip, kurşunlarını kendi vicdanlarına sıkmaya başladı insanlar.
Sonra ben büyüdüm, oy verecek kadar hem de. "Eğer seçim iyi bir şey olsaydı, onu da yasaklarlardı" diyen Emma Goldman'a sonuna kadar katılsam da kaçmadım, o bildiğiniz, etrafı perdeyle çevrili küçük bölmede, elime verilen kocaman kağıda mührü basıp "vatandaşlık görevi"mi yerine getirdim ve huzursuzlukla çıktım salondan.
"Bir şeyler değişmeli" dedim. Sonra, "acaba değişir mi?" diye sordum kendime. "Değişmez, düzelmez" diyordu rasyonel düşünen ben, "ya değişirse" diye ümit edip renkli düşer kuran diğer ben'e. İkisinin de haklı çıktığı günlere tanık oldum, oluyorum da...
"Benim hala umudum var" diyerek de bitirdim yazılarımı, "suçluyum" diyerek de.
Bugün -yani dün- onlarca gazeteci gözaltına alınınca bir kez daha rasyonel ben'e teslim oldum. Ve yıllarca kandırıldığımızı düşündüm. Bize "düşünce"nin gücü öğretilmişti. Eğitimin, kitapların gerekli olduğuna inanmıştık. Hani "bir okul kapısı açan, bir hapishane kapatır" idi. Hani eğitim düzeyi yükseldikçe hapishane sayısı azalıyordu.
Öyle değilmiş. Okumak, düşünmek, yorumlamak, yazmak yasakmış. Kişiler değişse de, zihniyet baki kalırmış. Kütüphaneler bizi hapishanelere götürebilirmiş. Kandırılmışız. Kandıkça, kanamaya devam etmiş yaralarımız.
Gözaltına alınan gazetecilerden biri bir ya da iki yazımdan sonra mesaj gönderip, yorum yapmıştı. O vesileyle tanışmıştık.
Onun da gözaltına alınanlar listesine dahil olduğunu gördüğümde dönüp baktım yazdıklarına tekrar. Kendisinden bahsederken şöyle demiş "Bu tür haberler yapmayı çok seviyorum. İnsanların yararına habercilik yapmak çok güzel bir duygu". Şu anda birçok sitede onun adına yapılan haberlerle karşı karşıyayım.
Kendi ifadesiyle "insanların yararına" haber yapmayı seven bir gazetecinin suçunun ne olabileceğini düşünüp duruyorum ve yarar kelimesinden başka bir suçlu göremiyorum ortada.
İçimdeki umut kırıntıları bir bir yok oluyor, içimden yazmak bile gelmiyor. Fakat bunu paylaşmadan edemezdim. İster "arabesk" bulun bu yazıyı, ister acemi, ister kişisel, ama bunu da ekleyeceğim; son mesajında "barış ve sevgi dolu" günler dilemişti.
O nedenle bu yazı da, bu şiir de gözaltına alınan o genç gazeteciye ve insanlar yararına haber yapmayı görev edinenlere;
"Öyle yıkma kendini,/ Öyle mahzun, öyle garip... / Nerede olursan ol, / İçerde, dışarıda, derste, sırada, / Yürü üstüne - üstüne, / Tükür yüzüne celladın, / Fırsatçının, fesatçının, hayının... / Dayan kitap ile / Dayan iş ile. / Tırnak ile, diş ile, / Umut ile, sevda ile, düş ile / Dayan rüsva etme beni." Ahmet Arif (SK/HK)