Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin sonuçlanmasından bu yana en çok konuşulan konulardan biri de siyasi kamuoyu yoklamaları / araştırmaları oldu. Eğer bu tip araştırmaların bulguları seçim sonucuyla ilişkili birkaç orana indirgenirse, ortaya çıkan duruma normal dememek ne mümkün.
Araştırma sonuçları iki-üç oy oranına indirgendiğinde ilan edilen rakamlar ya başarı ya da başarısızlık getirir. Başarı; araştırma bulgusu olarak duyurulan oranların bir-ikisinin seçimin birkaç sonucuyla çakışmasıyla ulaşılan bir zirvedir. Eğer başarılı olunamamış ise, -susup ortalarda görünmemekle başarısızlığınızı kapatabilirsiniz ama- yine de ortada iki durum vardır. Araştırmacılar, ya beceriksizdir ya da sonuçları çıkarları için kullanan ve kimi yerlerin ajanı olmuş, araştırmacı postuna bürünen kötü kişilerdir(!).
10 Ağustos seçimlerine ve bu seçime ilişkin kamuoyu yoklama/araştırma sonuçlarına bakmadan biraz gerilere, 27 yıl öncesine uzanmakta yarar olabilir. Belki de yasaklar referandumu ve 1987 milletvekili seçimlerinden bakınca bugünü anlamak daha kolaylaşabilir.
Geçmiş zaman olur ki
1987 yılında arka arkaya iki seçim yapılmıştı. Bu seçimlerin ilki; 6 Eylül’deki 1980 öncesi siyasetçilerinin yasaklarının kalkıp/kalkmaması referandumuydu, ikincisi ise erkene alınan 29 Kasım genel milletvekili seçimleri.
O dönemde ben de, kamuoyu araştırmaları da yapan bir araştırma şirketinin, Veri Araştırma’nın kurucusu / yöneticisi olarak bu sürecin içinde aktif rol alan kişilerden biriydim. Cumhuriyet Gazetesi için siyasi kamuoyu araştırmaları yapıyor, hem yasaklar referandumu hem de erkene alınan genel milletvekili seçimlerine ilişkin gerçekleştirdiğimiz araştırmaları ve araştırmaların tüm modelleme ve bulgularını Cumhuriyet’te yayımlıyorduk.
6 Eylül l987 yasaklar referandumu sonuçlarını -birçok araştırma şirketi gibi- başarıyla tahmin etmiştik. Fakat referandumdan iki buçuk – üç ay sonra yapılan erkene alınmış genel milletvekili seçimlerinde, ilk araştırmamızın modellemesini kullanmış olmamıza karşın başarısız olduk. O zaman yapmamız gereken bir şey vardı; başarısızlığımızın nedenini arayıp bulmak ve yazılı olarak bunun hesabını vermek.
Cumhuriyet* gazetesinden imzamızı taşıyan araştırmalarla ilgili önce durum tespiti yapan, sonra da açıklanan sandık bazlı seçim sonuçlarıyla araştırma bulgularını karşılaştırmalı irdeleyen iki yazı kaleme alarak, yanlış ve doğrularımızı sergiledik. Cumhuriyet gazetesi de bu iki uzun yazıya sayfalarında yer vererek 1987 sonbaharı araştırmaları için, bir hesap verebilirlik kapısı açmış oldu. Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan bu iki yazı, seçmen eğilimlerinin değişim süreci ve kamuoyu yoklamaları için olmazsa olmaz bazı önemli noktaların gün yüzüne çıkmasını sağladı. Neydi bu noktalar (3 Ağustos 1988 tarihli yazının sonucundan alıntıyla);
Birincisi, Türkiye gibi çok partili siyasi yaşamı 10 yılda bir kesintiye uğrayan ve siyasi yelpazesi netleşemeyen ülkelerde, siyasi araştırmalar, alan örneklemesine dayalı yinelenebilir ve irdelenebilir araştırmalar olarak tasarımlaştırılmalıdır.
İkincisi, Araştırmanın tüm süreci araştırma okurlarına ve kullanıcılarına en açık ve net biçimde sunulmalıdır. Yapılmış ve yapılabilecek hataların gizlenmesi değil, açıkça ilanı, sağlıklı bir araştırma ortamının yaratılabilmesi açısından kaçınılmazdır.
Üçüncü ve belki de Türkiye açısından en önemli nokta, TV’nin kitlelerin siyasi yönelişi üzerindeki etkisinin büyüklüğünün saptanmış oluşudur.
Cumhurbaşkanlığı seçimine ve araştırmalara gelince
30 Mart’ta yerel yönetim seçimleri yapıldı, kayıtlı seçmenlerin yüzde doksanı sandığa gitti ya da gitmiş gibi oldu. O seçmenlerin yaklaşık yüzde 4,5’inin oyu geçersiz oldu. Sandık başına giden seçmenlerin en az yüzde 9,1’i, tek bir zarf içindeki pusulalara farklı partiler için tercih mührü basarak oy kullandılar. Bu bilgilerin tamamı seçim sonrası yapılan sandık bazlı analizlerle ortaya çıkarıldı. Ama bu bilgilerin hiçbirisi kamuoyu araştırmalarının sonuçlarına etki etmedi ve elbette araştırmacılar seçim sonucunu başarıyla tahmin ettiler. Bu arada AGİK (her nedense!), Cumhurbaşkanlığı seçimleri için Türkiye’ye seçim gözlemcileri yollama gereği duydu.
10 Ağustos seçimleri yaklaşırken çeşitli televizyon kanallarında bulgu ya da yorumlarını aktarmak için programlara katılan kamuoyu araştırmacıları, seçimlerin yaz ortasında yapılacak olmasına karşın, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde katılımın yüksek olacağı konusunda neredeyse hemfikirdiler. Hatta Cumhurbaşkanı adayı (üç adaydan birisi olarak) Erdoğan 5 Ağustos gecesi NTV’de çıktığı programda -mealen- ‘elimde iki araştırma var, her iki araştırmaya göre de seçime yüzde doksan düzeyinde katılımın olacağı ve oyların yüzde 56-57’sini de benim alacağım ölçülmüş’ diyerek, bu yargıyı daha da pekiştirdi.
Seçim yapıldı bitti. Katılım yüzde 75, Erdoğan’ın oyları da yüzde 52 dolayında gerçekleşti. Yani söylenenler tam olarak çıkmadı. Belki katılım biraz daha yüksek olsa, seçim ikinci tura kalabilirdi. İşte bu durumda Cumhurbaşkanlığı seçimi çatı adayı Ekmelettin İhsanoğlu için kamuoyu araştırmaları yapan bir araştırma şirket yöneticisi (Özer Sencar) Taraf Gazetesi muhabiri Billur Özgül’ün sorularına (12 Ağustos / s.10) verdiği yanıtlarla siyasi kamuoyu yoklamalarına bakış için yeni bir pencere araladı. Gelin Özer Sencar’ın araladığı pencereden başlayarak sergilenen yaklaşımları anlamaya çalışalım. Sencar demiş ki;
* 2500 kişi ile yapılan bir ankette yüzde 2 hata payı kabul edilebilir bir paydır. Buoranın üzerine ya da altına iniliyorsa bu kasıtlı yapılmıştır. Bu bir algı operasyonudur.
* Anket sonuçlarının yüksek çıkmasının iki nedeni var. Birinci neden, masum olarak adlandırdığım ancak pek inandırıcı gelmeyen bir sebep. Örneğin Erdoğan’ın oy oranını yüzde 57 olarak adlandıran Konda araştırma şirketi, 2010 referandumunu referans olarak almış olabilir. Yani açıkladıkları oran bir araştırma sonucu değil bir tahmin sonucudur. Bu bir algı operasyonudur. Yani, tatilde olan CHP ve MHP seçmenlerine ‘tatilinizi bölüp oy vermenize gerek yok. Nasıl olsa Recep Tayyip Erdoğan seçilecek’ demektir.
* Türkiye’de kamuoyu ve basın bunun üzerine düşmediği için unutulur gider. Anket sonuçları ile oynandığı ispat edilmediği için hiçbir yaptırımı yok. Bu yüzden araştırma şirketlerine parayı bastırıp algı operasyonu yaptırılıyor.
Cumhurbaşkanlığı seçiminin bir diğer adayı Selahattin Demirtaş’ın partilisi, yani Halkların Demokratik Partisi (HDP) Diyarbakır milletvekili Altan Tan da tartışmaya; “Anket sonuçlarının seçimden 3 gün önce açıklanarak Erdoğan’ın yüzde 57 gibi bir sonuç gösterilmesi kesinlikle algı operasyonudur. Anket şirketleri kirli savaşın oyuncağı oldular. Bu oyuna uyan anket şirketlerinin en ufak bir meslek onuru varsa önümüzdeki seçimlerde sonuç açıklamazlar ve halktan özür dilemeliler. ‘Algı operasyonu yapmadık, biz yanıldık’ diyorlar ise, bu işi beceremedikleri için bırakmalıdırlar” diyerek katılıyor.
Sedat Ergin Hürriyet gazetesindeki köşesinde Seçimin bir diğer kaybedeni; Araştırma şirketleri başlıklı -14 Ağustos- yazısında; “Ayrıca, konunun etik yönü daha az önemli değildir. Ortaya çıkan düşündürücü tablo karşısında araştırma şirketlerinin yaptıkları anketlerde gözetmeleri gereken objektif bilimsel kriterlerin yanı sıra, bağlı kalmaları gereken etik ilkelerin de ciddi bir şekilde masaya yatırılması gerekiyor. Basında hata yapıldığında tekzip ya da özür beklendiğine göre, toplumu yanıltan araştırma şirketlerinden de benzer davranışlar beklemek hakkımız değil mi?” diye soruyor. Öztin Akgüç de Cumhuriyet Gazetesi Yorum köşesindeki -17 Ağustos- yazısında Ergin’in savını daha da ileriye taşıyarak “Kamuoyu araştırmalarının bilimsel olarak, istatistiksel olarak bir değer taşımadığı bir kez daha kanıtlandı” yargısını dile getiriyor. Bu süreçte Çiğdem Toker Cumhuriyet’in Dem adlı köşesinde -13 Ağustos- “yasa ihlal etme pahasına sonuç açıklayan şirketlerin güvenirliliği, sadece onların taahhütlerine bırakılamayacak kadar önemli ve düşündürücü bir hale geldi” yaklaşımı ile “Anket Şirketlerinin Sorumluluğu”na değiniyor.
İşin ilginci; televizyon kanallarındaki programlarda seçime katılımı yüzde 90 ve hatta daha üstünde gösteren, seçim sürecinin en başından itibaren Erdoğan’ın alacağı oyu yüzde 55’lerin üzerinde ilan eden araştırma şirketlerinin sessizce ortadan kayboluvermeleri. Ayrıca, ne Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinin başından itibaren Erdoğan’ın oy oranını yüzde 55’in üzerinde, seçime katılım düzeyini de doksanlarda gösteren bir ANAR, bir GENAR bir A&A şirketi var ortada. Ne de araştırmalarla elde ettikleri bulgular konusunda kamuoyuna açıklamalar yapmak zorunda olan araştırma şirketleri(!). Neden acaba?
Bu arada Konda’nın kurucusu Tarhan Erdem, galiba, ortaya çıkıp yaptığı araştırmalar konusunda açıklama yapan ve özür dileyen tek araştırma şirketi yöneticisi oldu.
T. Erdem; 7 Ağustos’ta duyurulan “Konda Barometresi adıyla beş yıldır, abonelik sistemine” göre yapılan, “yöntem ve teknikleri, başarılı olduğumuz 30 Mart Yerel Seçimlerine dair yaptığımız araştırma ile bire bir aynı” olan kamuoyu yoklaması sonuçlarının aylık düzenli araştırmalarının bulgusu olarak ilan edildiğini belirtiyor. Bunların “Türkiye seçmenini temsil eden 1800 ila 3600 arasında kişi ile yüz yüze görüşmeyle saha çalışması gerçekleştirilen” araştırmalar olduğu ve özellikle son araştırmada da “yöntem ve uygulama hatasına rastlanmamış” olduğu vurgulanıyor. Buna karşın araştırmanın yine de “Yüksek Seçim Kurulu’ndan sandık bazlı sonuçlar alındıktan sonra teknik inceleme”lerin tekrarlanacağını, ayrıca verilerin “Türkiye Araştırmacılar Derneği’nin oluşturacağı inceleme heyetine de tüm” yön ve işlemleriyle açık olacağını da ilan ederek, bir şeffaflık örneği sergiliyor.
Tarhan Erdem son olarak, “anketlerin seçmeni manipüle edebileceğini, siyasi hayatın temel unsuru olan partilerin seçmen üzerindeki etkilerinin yerine geçecek bir güç sahibi olabileceğini düşünmemekte, seçmenin sağduyusuna, tercihlerine ve beyanlarına güvenmekte” olduğunu açıklamasına ekleyerek, bir açıdan özrünün ve de şeffaflığının üzerine sanki şal örten bir tavır da takınır gibi olmuyor mu?
Sonuç yerine
Eğer siyasi kamuoyu yoklamaları “Erdoğan yüzde 57, İhsanoğlu yüzde 34, Demirtaş yüzde 9” gibi üç oranın açıklanmasına indirgenirse, seçim sonuçlarının “57 / 34 / 9” oranlarından farklı olduğu her durumda, yukarıda değinilen eleştirilerin tamamı haklılık kazanacaktır. Oysa kamuoyu araştırmaları sadece bir an ile sınırlı eğilimlere ilişkin saptamalarda bulunur. Çünkü bir sonraki an, kimi seçmenlerin farklı bir tercihe kayabileceği an olabilir. Seçmenlerin oy kullanma tercihleri; siyasetçilerden, partilerin propaganda süreçlerinden etkilendiği gibi, bir çok öğenin yanı sıra kamuoyu yoklama sonuçlarından da etkilenir.
Seçimde oy kullanmak gibi oy kullanmamak da bir seçmen davranışıdır. Bu nedenle oy kullanacak seçmenlere ilişkin belirlemeler yapılmadan, oy kullanan seçmenlerin siyasal yönelişleri ve bunların oransal yansımaları da ölçülemez. Ayrıca toplumsal her araştırmanın kendine özgü belirli bir modeli, yaklaşımı, uygulama sistematiği vardır ve o araştırmanın verilerini kullanacak olanlar da tüm bu bilgilere sahip olma hak ve yetkisine sahiptirler. Çünkü kamuoyu araştırmaları seçim sonucu açıklamaz, seçmen eğilimleri konusunda, araştırmayla elde edilen bulguları açıklar. Bu ister bir araştırma olsun, ister zaman serisinde gerçekleştirilen araştırmalar dizisi olsun, fark etmez.
Seçmen tercihlerinin oluşumu, gelişimi ve değişimi zamana bağlı süreçlerin konusu olup, zaman serileri bu örüntüyü görebilmenin yollarından birisidir. Ancak, söz konusu zaman serisi araştırmalarının (Konda’nın Barometresi gibi) kalıp yapısı içerisinde üretilen seçim bilgisinin her çeşit seçim için geçerli veri üreteceği, ancak ve yalnız bir varsayım olabilir. Görünen o ki bu varsayım 10 Ağustos seçimlerinde geçerliliğini yitirdi. Ama güzel ve önemli olan şu ki, bilim doğrulanarak değil, bilginin yanlışlığı ispat edilerek ilerler. (ST/HK)
* Cumhuriyet gazetesinde Sezgin Tüzün imzasıyla, “Sonuçlar gerçeğe ne kadar yakın” başlıklı yazı 14 Ocak 1988’de, “Kasım 1987 Seçim Araştırmalarının Güncelleşen Gerçekleri” başlıklı yazı ise 3 Ağustos 1988’de yayımlandı.