"Diplomasi dünyası acımasızdır" diyor sosyolog Jean Ziegler, "Onlara kalıplaşmış kodları çerçevesinde en etkin biçimde hitap etmeniz gerekir, yoksa tüm inandırıcılığınızı, ikna gücünüzü kaybedersiniz, sizi dışlar, kale almaktan vazgeçerler".
Yıllardan beri Birleşmiş Milletler’de çeşitli görevlerde bulunmuş, yazar, akademisyen, siyasetçi ve daha birçok yönüyle sivrilmiş İsviçreli hatip Ziegler, üst düzey toplantılarda konuşma yaptığı zaman jargonunu, davranışlarını, hatta kıyafetini ortama uydurmak zorunda olduğunu belirtiyor, normalde kullanmaktan imtina ettiği kravatını bağlarken: "İşte böyle, kamuflajlı bir gerilla!"
"Kapitalin diktatörlüğü altında yaşıyoruz, küreselleşmiş finans dünyası maksimum kâr peşinde koşarken simülatif demokrasilerle yönetiliyoruz" diyerek, halkların uyanmasına yönelik umudunu Rousseau'dan bir alıntıyla ifade ediyor: "En büyük tarihsel güç insan şuurudur".
Jean Ziegler, İradenin İyimserliği (Jean Ziegler, l'optimisme de la volonté) başlığıyla Gramsci'ye selam çakan sinemacı Nicolas Wadimoff, tanrıya inanan bir Marksist olan kahramanını "eleştirel empati"yle merceğe alıyor.
3-13 Ağustos tarihleri arasında bu sene 69. kez düzenlenmiş olan Locarno Film Festivali'nde görücüye çıkan belgesel, Ziegler'i ana vatanı, "Kapitalizm canavarının beyni İsviçre"de kalarak mücadele etmeye ikna etmiş Che Guevara'ya da geniş yer veriyor.
Utanç İmparatorluğu, Dünyanın Yeni Sahipleri ve Onlara Direnenler, Suçun Derebeyleri gibi kitaplarıyla Türkiye'de tanınan Ziegler'in insani yönlerine, zaaflarına, itiraflarına ve çelişkilerine yakından tanık olmak için 93 dakikalık İsviçre yapımı belgesel kaçırılmaz bir fırsat.
Che'nin adımını atabilmek
Genç Ziegler, 1964'te Küba'nın Sanayi Bakanı olarak Cenevre Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı’nda konuşma yapmak üzere İsviçre'ye gelen Ernesto Che Guevara'nın yanından 12 buçuk gün boyunca ayrılmamayı, şoförlüğünü yaparak başarmıştır.
Karizmatik Che'nin çekiciliğine kendini kaptıran idealist İsviçreli, idolünün peşini bırakmak istemez fakat Che finans dünyasının merkezi konumundaki İsviçre'de kalmasının direnişe daha faydalı olacağı yönünde ikna eder onu.
Belgeselde geçmişiyle hesaplaşmaya çalışan Ziegler kararından pişman görünmüyor. Che'nin peşinden gitmiş olsa Güney Amerika'nın bir köşesinde çoktan öldürülmüş olabileceğini ve hayatta olduğundan dolayı şanslı sayılabileceğini kabul ediyor. Hâkimlik yapan asker bir babanın oğlu olarak İsviçre'nin imtiyazlı ortamlarında büyümüş olan Ziegler kendisini Che ile karşılaştırmıyor olsa da hayıflanmaktan geri durmuyor:
"İşte, ben Che'nin attığı son adımı atamadım, hâlâ burjuva hayatı sürüyorum, korunaklı ortamlarda, mümtaz çevrelerde belirli bir şöhretin getirilerinden bile yararlanıyorum…"
Uluslararası iktisadi terör
Dünyada açlıktan ölen her bir çocuğun aslında bir cinayet kurbanı olduğunu belirten cümlesiyle özdeşleşmiş Ziegler, senelerini insan haklarına adamış. Özellikle ülkesinin bankacılık sektörünün kirli çamaşırlarını ortalığa saçmak üzere giriştiği savaşta yargılanmışlığı, yüksek cezalar ödemek zorunda kalmışlığı da var.
Fakat emperyalizm, faşizm ve kapitalizme yönelik mücadelesini sebatla sürdürüyor. Devletleri ve hükümetleri çokuluslu şirketlerin paralı askerleri olarak afişe ettiği gibi, dayanışma ile her türlü haksızlığın ve bilhassa kapitalist oligarkların alt edilebileceğine dair ümidini de koruyor.
Zor durumdaki ekonomilere pek bir faydası görünmeyen fonlara "akbaba fonları" denmesi yönündeki ısrarı da görülmeye değer: "Bu İsrail'de işgal altındaki topraklara ‘tartışmalı bölgeler’ demek gibi bir şey!" Belgeselde hatırlatılan bir diğer uluslararası düzenbazlık örneği, vergi cenneti ülkelerin kara paranın aklanmasındaki rolü.
Eleştirel empati
Yönetmen Wadimoff uzun yıllar önce üniversitedeki hocası olarak tanıdığı Ziegler'i mümkün olduğunca insani yönleriyle tanıtmaya çalışıyor. Fikir ayrılığı içinde oldukları konuları da film çekimi sırasında irdelemekten çekinmeyen tecrübeli sinemacı, Ziegler'in kariyeri boyunca eleştirilmesine sebep olan çelişkilerine de dikkat çekmiş oluyor.
Ziegler'in çalışma odasında, onu yukarıdan gözleyen Che portresinden Sankara'ya, aile fertlerinin fotoğraflarından Neruda ile Allende'nin beraber görüntülendiği kareye, çeşitli özel ayrıntılara vakıf oluyoruz. Realist olmaya davet eden haliyle kendisine daima destek veren zarif eşi Erica'nın şefkat ve sabır dolu bakışlarını da unutmamak lazım. Metinlerinin editörlüğünü yapan Erica'yla giriştikleri Küba macerası da belgeselin önemli bir bölümünü oluşturuyor.
Havaalanından şehir merkezine doğru yol alırlarken Ziegler: "Ne kadar hoş, hiç reklam panosu yok, trafik yok, makul bir ışıklandırma, şahane!" diyor. Göz kamaştıran, devamlı atık üreten agresif tüketim toplumundan bezmiş olduğunu ifade eden Ziegler'i dengelemek yine Erica'ya düşüyor:" Kısıntılardan veya Küba'ya uygulanan ambargodan dolayı olmasın?"
Zaten adada karşılaştıkları bazı dinamikler Jean ve Erica'nın, sürmekte olan devrimin zaaflarıyla yüzleşmesine de sebep oluyor. Belgeselde eşitlik üzerine kurulmuş rejimin bazılarınca sömürülerek aşırı zenginleşmeye sebep olabildiğini belirtenler var. Üstelik bir zamanlar tüm dünyaya karşı direnmiş olan Küba'da ambargonun kalkmasından düzenin nasıl etkileneceği belirsizlik yaratıyor.
Her şeye rağmen 1934 doğumlu enerjik Ziegler iyimserliğini elden bırakmadığı gibi hayatının sonuna kadar adaletsizliklerle mücadele etmeyi sürdüreceğini belirtiyor.
Hayran olduğu Neruda'dan bir alıntı, yorulmak bilmeyen Ziegler'in umut dolu tutumunun yalın bir ifadesi: "Düşmanlarımız tüm çiçekleri kesebilirler, fakat hiçbir zaman ilkbaharın efendisi olamayacaklar!" (MT/EKN)