Kamu çalışanlarının 'toplu pazarlık' görüşmelerinde anlaşma sağlanamaması üzerine kamu çalışanları kitlesel greve gitti.
Kitle grevinin yaygınlaşması ve sonuç alması kamuoyunun sempatisi ile diğer sektörlerde çalışanların aktif desteğine bağlı. Grevin kitleselliği kadar, kamu çalışanlarının dört konfederasyona bölünmüşlüğü aşarak ortak eyleme yönelmesi, 2012'nin en önemli emek mücadelelerinden birisi olmaya aday.
KESK ve Kamu-sen Konfederasyonlarının öncülük ettiği greve AKP hükümetinin icazetiyle kitleselleşen Memur-Sen'in destek vermek zorunda kalması da dikkat çekici. Memur-Sen'in en büyük sendikası Eğitim-Bir-Sen'in greve aktif olarak destek vermesi, devlet okullarında eğitimin hemen hemen tümüyle durmasına büyük bir katkı sundu.
Memur-Sen'in kitle grevine destek vermesi hiç kuşkusuz tabanda, kamu çalışanlarının birikmiş öfkesi ve yüksek beklentileri ile yakından ilgili. Son 10 yılda süreklilik kazanan ücret kayıpları, 2008-2009 krizinde hızlandı. Son 10 yılda TÜİK verilerine göre çalışanların enflasyonu (hayat pahalılığı) yüzde 166 oranında arttı. Buna karşılık kamu çalışanlarının maaşlarındaki artış hızı son 10 yılda yüzde 60'ı aşamadı. Grev, kamu çalışanlarının ekonomik büyümeden ve açığı azalan bütçeden daha fazla pay istediğini açık biçimde ortaya koydu.
Kamu çalışanlarının büyük kısmını bünyesinde barındıran Memur-Sen yöneticilerinin AKP'ye yakın oldukları bir sır değil. Memur-Sen'in son üç yılda hızla kitleselleşip, KESK ve Kamu Sen'i zayıflatmasında AKP'ye yakın olması büyük rol oynadı. Ama bütün bunlara rağmen Memur-Sen sendika bürokrasisi, yönetici olarak koltuğunda oturmaya devam etmek için tabanın tepkilerine duyarlı olmak zorundaydı. Ne kadar beklenti çıtasını düşürmeye çalışsa, sorunun hükümetle diyalog içinde çözüleceğinde ısrar etse de, tabanın baskısına boyun eğdi ve kitle grevinin asli bir unsuru haline geldi. Sosyal hareketin yasaları bir kez daha sendika bürokrasinin kararlarından, Meclis'ten geçen yasalardan daha güçlü olarak ortaya çıktı.
Memur-Sen'in yetersiz talebi
Yaklaşık 2,5 milyon memurun ve 1,8 milyon memur emeklisinin maaş artışları hükümet ve en büyük kamu sendika konfederasyonun, 'müzakeresiyle' belirleniyor.
Hükümet, müzakere başlangıcında en büyük konfederasyon olan Memur-Sen'e 2012'nin birinci altı ayı için yüzde 3 ikinci altı ay için de yine yüzde 3 zam önerdi. 2013 yılı için de aynı zam oranlarında artış yapmayı teklif etti.
Memur-Sen'in bu teklifi kabul etmemesi üzerine 2012 yılı ikinci altı için zam oranını yüzde 3'ten yüzde 4'e çıkaran yeni bir öneri getirdi. Memur-Sen ise maaş artışının 2012'de yüzde 16 oranında yapılmasını ayrıca her kamu çalışanına 120 milyon TL seyyanen ödeme yapılmasını teklif etmişti. Halbuki bu teklif, çalışanların son yıllardaki kayıplarını karşılamaktan uzaktı, ama bu bile hükümet için müzakere dışı bir talepti.
Memur-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu, 30 Nisan'da müzakere takvimi belirlenirken, "İyi bir başlangıç oldu" demiş, ama görüşmelerin çıkmazla sonuçlanması üzerine Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile görüşeceğini belirterek, sorunun çözülebileceğini ima etmişti, bu görüşme imkânını bir ileri hamle, bir pazarlık unsuru, bir himmet gibi sunarak. Nitekim, Pakistan'ı ziyaret eden başbakana telefonla ulaştığını, sorunun 'yasal çerçevede' çözülmesini talep ettiğini hükümetin teklifini yükseltmesini rica ettiğini öğreniyoruz. Ama Başbakanın kendisine ekonominin, soğuk, sert, katı 'icapları'nı hatırlattığına da, cari açık, bütçe açığı, plan hedeflerine dikkat edilmesini istediğini de öğreniyoruz aynı haberden. (Milliyet, 23 Mayıs 2012)
Böylece Başbakan bu sözleriyle çok açık biçimde 'Kamu Görevlileri Sendika ve toplu Sözleşme' kanununun bir hükmünün olmadığını ilan etmiş oluyor. Bütçeniz, 'cari açığınız', velhasıl ekonomik endişeleriniz, tek ve uyulması gereken realiteler ise o zaman bu 'toplu pazarlık' tiyatrosunu niye sürdürüyorsunuz? Üstelik bu kanun daha geçen nisan ayında AB, İLO normlarına Anayasa'ya uygun olsun diye değiştirilmişti. 11 Nisan'da yürürlüğe giren bu değişikliklerin gerekçelerinden biri de kamu çalışanlarının özgürce topluk pazarlık yapması imkanının genişletilmesi olarak sunulmuştu.
Öyle anlaşılıyor ki hükümetin icazetiyle hızla kitleselleşen Memur-Sen'in, kamu çalışanlarını kontrol altında tutması hesaplanıyordu. Ayrıca değiştirilen kamu sendikaları kanunun da bu ülkede 'özgür toplu pazarlık var' diye uluslararası kamuoyuna sunulması da hesaplanıyordu. Ama sosyal mücadele alanında, yığınları dikkate almadan yapılan çoğu hesap gibi bu da tutmadı.
Sendika bürokrasisinin grev planı
Grev, iyi planlanmış değil kuşkusuz, ne kamu çalışanları ne de kamuoyu da greve hazırlansın diye çalışma yapılmadı.
KESK de dâhil, sendika bürokrasisi, hazırlık sürecinin anlamını kavramış değil. Toplumun sempatisinin kazanılması ama özellikle diğer sektörlerde çalışanların desteğinin kazanılmasının öneminin de kavranmış olduğu da söylenemez. Zaten sendika bürokrasisi için bu tür destekler çağrı yapmak, bildiri yayınlamaktan ibaret teknik bir görev.
Kamu çalışanları sendika bürokrasisini aşarak ücret talepleriyle, çalışma koşulları, iş güvencesi, sendikal özgürlükler örgütlenme özgürlüğü, sendikal demokrasi arasında bağ kuran talepler ürettikçe toplumun ve diğer sektörlerdeki işçilerin desteği görülmemiş biçimde artacaktır. Bu ücret ve diğer taleplerinin kazanılmasının garantisidir aynı zamanda.
20 yıl sonra yeniden bahar eylemleri mi?
Cumhuriyet'in güvenceli memurları 1969 Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) kitlesel grevinden sonra 1970'lerde Tüm Eğitim ve Öğretim Emekçileri Birleşme ve Dayanışma Derneği (TÖB-DER) ile kitlesel boykotlarla fiilen grevler yapmış ve 1991 ve 93 arasında kitlesel biçimde meydanları doldurmuş, 12 Eylül'le birlikte kurulan düşük maaş, gittikçe budanan sosyal hak politikasını durdurabilmişlerdi. Turgut Özal'ın sıkı bütçe politikası kesin biçimde çalışanlar lehine değiştirilmişti. Hiç kuşkusuz bu eylemler sanayi işçilerinin 1989 baharında başlayan kitlesel eylemlerinin açtığı yoldan ilerlemişti. İlerleme örgütlenme hakkının kazanılmasına kadar varmış bahar eylemlerinin hemen ertesinde kitlesel kamu çalışanları sendikası KESK kurulmuştu.
Şimdi 20 yıl sonra kamu çalışanlarının son yılların en kitlesel mücadelesi, kendi içinde dört konfederasyona bölünmüşlüğün giderilmesi ve sendika bürokrasisinin tahakkümünün kırılmasının imkânlarını yaratıyor. Toplumun ilgisini çalışma hayatının sorunlarına çekerek, diğer sektörlerde çalışanlara özellikle sanayi işçilerine örnek oldu. Hepsi devlet memuru olan Kamu Çalışanları, Hakem Kurulu'nun hükümetin yönlendirmesiyle verdiği kararı, tabandan yükselen kamu çalışanı hareketi aştığı ölçüde yeni bahar eylemlerinin kapısı açılacak. Bu mücadele kamu sendikalarındaki bürokrasinin alaşağı edilmesinin yolunu da açacaktır.
* Erhan Bilgin, İktisatçı ve sosyal politika uzmanı, 28 Mayıs 2012