İnsanın protestoyla asıl derdinin "içinde bulunduğu ânı kurtarmak" olduğunu söyleyen John Berger, bunun ise "içinde bulunulan zamanın kifayetsiz bir kurtarılışı" olduğunu belirtiyor. Yani Berger, 'an'a ve bu an'ların nasıl tekrarlanabilir kılınacağına çekiyor dikkati; 'insan bunun için protesto eder' diyor.
Son dönemde, üniversiteler başta olmak üzere, yaşanan protestolar Berger'in bahsettiği bu an'ları tekrarlanabilir kılmak için verilen bir direnişi temsil ediyor özünde. Sık sık ve ardı ardına yinelenen protestolar; ODTÜ'de, Ankara Üniversitesi'nde, İstanbul Üniversitesi'nde, Dicle Üniversitesi'nde, Tunceli Üniversitesi'nde ve daha onlarca üniversitede hükümeti ve onun politikalarını hedef alıyor; bu protestolar bazı vekiller aracılığıyla Meclis gündemine taşınabiliyor ve Türkiye'nin gündemine oturuyor.
Anındalık ve an'ların yinelenişi
Her şeyin 'anında' yaşandığı bir çağdayız. Bu, içinde bulunduğumuz yüzyılın tüketim kültürüne uygun düşen bir çağ özünde. Ancak 'anındalık' her ne kadar tüketim ve onun kültürüyle özdeşleşmiş olsa da, tamamıyla onunla sarmalanmış değil. Yüzyılın bu başat durumu, aynı zamanda iktidarın açıklarına ve antidemokratik hamlelerine yönelik de 'anında' karşılık verildiği bir çağa işaret.
Enformasyonun inanılmaz hızlı akışı, ondan haberdar olanları 'anında' harekete de geçirebiliyor örneğin, ancak bu devasa akış içinde yığılan onlarca şey -olay, haber vs.- bir köşeye de itilebiliyor ya da çabucak eskiyebiliyor.
İşte üniversiteler çağın bu alternatifini doğru okuyabilen ve avantaja çeviren, tepkilerin 'anında' sergilenebildiği mekanlardan, alanlardan biri olma özelliğini taşıyor. Denilebilir ki, üniversitelerin, iktidarın antidemokratik hamlelerine 'anında' hamlelerle verdiği karşılık, Berger'in bahsettiği türden 'an'ları hem tekrarlanabilir kılıyor hem de iktidarı tedirgin ediyor.
Devredeki ilk mekanizma: Sansür
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümetin, kendisini tedirgin eden bu anındalık'ın kontrolü için devreye soktuğu ilk mekanizma kuşkusuz 'sansür'. Ancak bu yüzyılda, bu teknolojiyle sansürün pek işler olduğu söylenemez. Aslında işlemiyor da. Roboski'de yaşanan katliam, Dilan Alp olayındaki sirke faslı, Reyhanlı katliamına ilişkin RedHack belgeleri.... Hepsi sansürün her şeye rağmen delinebildiğinin göstergeleri.
Bu açıdan bakıldığında, iktidarın, sansürlenmesini talep edeceği türden olayları da ortadan kaldırmak için kolları sıvadığı açık. İşte sokağa, kampüslere nüfuz etme hevesi, 'anında' müdahil olma arzusu da bu amacın izlerini taşıyor.
Kampüslere "polis" hamlesi
Çağın ruhunu kıstırmayı, ayaklar altına almayı ve kitleler için kullanılabilir olmaktan çıkarmayı başarmak için bir çok hamle yapan iktidar, uzun zamandır zaten devrede tuttuğu piyonları bir köşeye çekip, araya anındalık ruhuna 'anındalık'la karşılık verecek mekanizmaları sokuyor.
Meydanlar, üniversiteler, tribünler... bu alanlar arasında. Milim milim, karış karış her yere daha derinlikli nüfuz etmenin yolları aranıyor.
Örneğin bahsi geçen piyonlardan biri üniversite kampüslerinde bulunan özel güvenlikler. Hükümet bunları artık devreden çıkaracağını söylüyor; güvenliklerin yerine 'zaten kampüslerden hiç çıkmayan' polislerin direkt olarak getirileceğini haber veriyor. Beşir Atalay şöyle diyor: "Son dönemde az katılımlı da olsa üniversitelerimizde bazı öğrenci olayları oldu. Buna asla müsaade etmeyeceğiz. Birilerinin üniversite hayatını böyle karıştırmasına meydan vermeyeceğiz."
Üniversitelerde öğrenciler -Atalay'ın deyişiyle 'az katılımlı olarak'- demokratik taleplerini dile getirmek için harekete geçtiğinde 5-10 dakikalık gecikmeyle protestoya müdahil olabilen polise artık zamandan tasarruf hakkı tanıyor iktidar; rektörün davetini ya da özel güvenliklerin şiddet konusunda polis karşısındaki beceriksizliğini duymak ve görmek dahi istemiyor. İktidar, George Orwell'ın Büyük Birader'i misali, daha protestoya yeltenmeden beyin okuma mekanizması kurmayı arzuluyor kampüslerde.
Zaten bir süredir pilot bölge olarak seçilen bazı kampüslerde denenen bu yöntem, artık tamamıyla icraata geçirilmek isteniyor. (Örneğin Marmara Üniversitesi'nin bazı kampüslerinde 4-5 yıl gibi bir süredir polislerin kampüs içerisinde kulübeleri zaten bulunmaktadır.)
Kısacası, sesin en çok çıktığı mekanlardan, sesin en çok çıkıp kitlelere yayıldığı alanlardan biri olan ve "zamanın kifayetsiz kurtarılışına" öncülük eden üniversite protestolarının anındalığına ve yarattığı an'lara tecavüz edilmek isteniyor.
Ancak öğrencilerin Şerzan Kurt'ları ve Dilan Alp'leri öldüren, yaralayanlarla aynı mekanı paylaşacağını ve buna ses çıkarmayacağını düşünmek ne kadar akla yatkın olabilir ki?
Öğrenciler, John Berger'in dediği türden bir 'yineleme' ruhunu diri tutmak için kendilerine bugün her zamankinden daha fazla görev düştüğünün ve Berger'in Protesto Üzerine söylediği şu güzel sözlerin zaten farkında, ya hükümet, o ne yaptığının farkında mı?
“(…) Her ciddi siyasi protesto mevcut olmayan adalete yapılan bir çağrı ve bu adaletin istikbalde gerçekleşeceğine dair bir umuttur; ancak protestoların birincil nedeni bu umut değildir. Karşı çıkmamak son derece onur kırıcı, küçültücü, ölümden de beter olacağı için protesto eder insan. Barikat kurarak, silahlanarak, açlık grevi başlatarak, omuz omuza haykırarak ya da yazarak karşı çıkar; çünkü gelecekte ne olacak olursa olsun, içinde bulunduğu ânı kurtarmaktır derdi.
Protesto, sıfırlanmayı ve suskunluğa mahkûm edilmeyi reddetmektir. Bu sebeple, gerçekleşirse eğer, o anda küçük bir zaferdir protesto. Her an gibi geçici de olsa iz bırakır. Geçip gitse de belleklere kazınmıştır. Protesto aslında başka, daha adil bir gelecek için göze alınmış bir fedakârlık değildir; içinde bulunulan zamanın kifayetsiz bir kurtarılışıdır. Mesele, kifayetsiz sıfatıyla tekrar tekrar nasıl yaşanabileceğidir. (...)"* (BA/HK)
* John Berger'in, "Protesto Üzerine" yaptığı bu harikulade değerlendirmeye Bülent Kale, Newala Qasaba adlı blog'unda yer vermişti.