Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi, Ocak 2021'den bu yana toplanıyor. 10 Nisan'da başlayan panellerin dördüncüsü "Basında Ölülere Yönelik Şiddetin Yeri"ni kayıt çözümlerinden yayımlıyoruz. Kayıttan da dinlemek, izlemek mümkün.
"Basında ölülere yönelik şiddetin yeri" başlığıyla 22 Ağustos 2021'de gerçekleşti. Gazeteci Hüseyin Aykol'un moderetörlüğündeki programa Nadire Mater, Ayşe Güney, Ali Duran Topuz ile Veysi Altay katıldı.
***
Türkiye cumhuriyetinin tarihsel geçmişinden bugüne ölüye yönelik saygısızlık hep vardı; işte Ermeni soykırımıyla başlayıp günümüze kadar gelen meseleler.
Özellikle IŞİD örneği vermek istiyorum. Aslında üzerimizde inanılmaz bir korku oluşturdu ve hiç savaşmadan birçok yeri işgal etti. İşkenceler, tecavüzler, ölümler ve toplu mezarlarla karşı karşıya kaldık.
Nasıl yaptı?
Çok profesyonel videolar çekti. İnsanları öldürdü. Öldürdükten sonra cenazeleriyle oynadı. Bunları “IŞİD’in vahşeti” diye birbirimize gönderdik.
Böylece, aslında bir nevi IŞİD reklamı yaptık. IŞİD de bu videolarla istediği korkuyu Ortadoğu’ya saldı. Çünkü Ortadoğu’da hemen hemen herkesin elinde Facebook ya da sosyal medya diyebileceğimiz medyalar var. IŞİD de görselin gücüyle, bizim elimizle ulaşabildiği yere kadar ulaştı.
Eksikler, yetersizlikler
Bizler nasıl bir dil, nasıl bir üslup kullanacağız? IŞİD'ın dilinin insanlığa, bütün canlılara, bu coğrafyaya ters bir şey olduğunu ve bir vahşet, cinayet olduğunu anlatmak gerekiyor. "Bizim taraf" diyebileceğimiz taraf da bu dil karşısında başarılı değil.
Eksiklerimiz, yetersizliklerimiz nedir? Görselin gücünden, sinemanın gücünden son dönemlerde özellikle Arjantin’de, Şili’de çekilen filmlerden, Yahudi soykırımı vs. anlatılarıyla haberdar olduk.
Özellikle Kürdistan ve Türkiye’de sinemayı ne kadar kullanabiliyoruz, kullandığımızı da nasıl kullanabiliyoruz?
Sinemasal boyutuyla baktığımda aslında Türkiye’de ve Kürdistan’da çekilen belgesellerin, kısa ya da uzun metraj filmlerin çok çok ciddi anlamda eksikler taşıdığını düşünüyorum. Hatta karşı tarafa hizmet ettiğimizi de düşünüyorum.
Kurduğumuz dil, üslup, yöntem, mağdur dediğimiz insanlarla kurduğumuz diyalog konusunda aslında insanların kendi kanlarıyla yazdığı, sahip çıkmaya çalıştığı mezarlarına yönelik hikâyelerine kamerayı kurduğumuz yerden ihanet ediyoruz gibime geliyor.
Senaryolar
Bir örnek vermek istiyorum, benim için önemli bir örnek. Hatırlarsınız hepiniz. 2012 ya da 2013 yılıydı. Yine devletle PKK’nin çok yoğun çatışma yaşadığı dönemlerde Yüksekova'dan, Hakkâri’den, Şırnak'tan binlerce insan akın akın silahlar ve bombalar arasından geçip Güney Kürdistan’da (Irak Kürdistanı) yaşamını yitiren gerillaların cenazelerini alıp gelmeye çalışıyorlardı.
O görüntüyü herkes hatırlar. Benim de hep hafızamdadır. Kürtlerin çok yoğun bir şekilde kendi cenazelerine sahip çıktığı bir dönemde bir Kürt yönetmen cenazelerle ilgili bir filim çekti ve o film ismini de vermek istiyorum: “Cennetten Kovulmak” filmi, belki izleyeniniz olmuştur.
O film, olayı tam tersi bir yönle ele alıyordu. Yani, inşaatta bir Kürt işçi yaşamını yitiriyor ve orada çalışan bütün Kürtler cenazeden kaçıyorlar. Sonra orada çalışan “Türk” bir kadın mühendis, kardeşi de askerde PKK tarafından öldürülmüş. O, cenazeyi alıp ta Serhat'a kadar gidiyor. Olayı altüst etmek tam da böyle bir şey aslında dilimiz üslubumuzla.
Yani bir Kürdistan’da feodal yapı buna izin vermez, iki insanların bu kadar cenazelerine yanaştığı bu kadar cenazelerine sahip çıktığı bir ortamda siz tam tersi bir haber yapıyorsunuz. Tam tersi bir film yapıyorsunuz.
Son dönemlerde yazdığımız bütün senaryolar, kendimizi de bu konunun içine atarak söylemek istiyorum, sorunlu.
Otosansür
Çünkü bizim temel kaygılarımız şu: “Bir film çekersek bu filmi nereye göndereceğiz? Bizim kendi sömürgemizle ilişkimiz nedir? Biz filmi çektiğimizde Türkiye festivallerine gönderdiğimizde koyduğumuz o kareyi ya da o koyduğumuz hikâyenin realitesi gerçekliğini koyduğumuzda karşı taraftan nasıl bir tepki alacağız?”
Kendimize bir otosansür uyguluyoruz ve bu otosansürün sonucunda hikâyemize ihanet ediyoruz. Aslında kurulan hikâyelere ihanet ediyoruz.
Mezarlara saldırılarından bahsediyoruz. “Vahşet” diye bir başlığı vardı Özgür Gündem’in, 93 yılıydı, ayını hatırlamıyorum. O manşet haberdeki yaşamını yitirenlerden biri 2017'de Garzan mezarlığından çıkarıldı.
Garzan
Yani Tatvan’da, ismini yanlış hatırlamıyorsam Fedai Oruç. Garzan’a bir şekilde gömüldü. Sonra Garzan’a getirildi. Garzan’dan sonra beş sefer gömüldü.
Toplumun, hepimizin vicdanını kaybettiği bir ortamda bu aileler hepimizin vicdanı için mücadele ederken, biz kameramızı onların ağlak yanına, onların “suya sabuna dokunmayan” sözleri yanına kameramızı koyarsak yaşananlara ihanet etmiş oluruz.
Coğrafyamızda, cenazeler (insanlar) bir defa öldürülmüyor maalesef. Garzan'dan çıkarılan 282 insana ait cenazelerimizin Kilyos’ta gömülüyor olmasının ayrı ayrı inanılmaz hikayeleri var.
Yani sistem o kadar aciz ki bu insanları dört-beş sefer öldürmeye çalışıyor. Biz o kadar fazla hikâyemiz varken o kadar güçlü bu sisteme karşı duran insanımız varken bu sisteme karşı mücadele eden insanımız varken sömürgemizin yanında, sömürgemizin diliyle hikâyelerde otosansür uygulayarak sinema yapmayı bir utanç kaynağı olarak görmeliyiz.
Arşivleme
Son dönemlerde çok iş yapılıyor. Bana göre, hepimizin yaptığı sinemasal dilde, üslupta kamerayı koyduğumuz yerde, senaryoda ciddi ciddi problemler var. Hani problem olması ayrı bir şey, bir de kendimize bilinçli bir şekilde otosansür uygulayıp hikâyeyi ters yüz etmek bizim utancımız olmalı.
Bir diğer yanı ise hepimizin muhtemelen çok ciddi bir problemidir. Müthiş bir arşivleme sorunu yaşıyoruz.
Ama son dönemlerde, 40 yıllık Kürdistan’da yaşanan savaşı ele aldığımızda birçok noktada arşiv olarak, görsel olarak ben dâhil sinemacılar olarak bu konuda görevimizi yerine getiremiyoruz.
Çünkü bu arşivler belki bugün itibarıyla bir şey olmayacak. Ama 20-30 yıl sonra mezar meselesi, işkence meselesi, ötekileştirme meselesi, cinsiyetsizlik meselesi tartışıldığında elimizde bir veri olacak. Bütün imkânlar, telefonlar, kameralarımız varken bile bunu çok çok fazla yapamıyoruz.
Özellikle Kürdistan'da arşiv çalışıyorum. Kayıp ya da mezara yönelik çalışmalar yürütüyorum. Özellikle her insanın bir hikâyesi olduğu bir dönemde güçlü bir sinema dili oluşturamıyoruz, güçlü bir yöntem geliştiremiyoruz bu konuda.
Kendi derdimizi uluslararası alana taşıyabilecek bir yöntemimiz maalesef yok. Bunu dediğim gibi Hitler dönemine gittiğimizde hani kameranın gücünü anlatmak açısından söylüyorum. Hitler kamerayı koyduğu yerde kısa boylu insanları uzun göstermeye, atlayışlarının bir metreyken 5 metre olarak gösterilmesi gibi çok ciddi anlamda propagandatif dünyada kendilerinin ne kadar haklı olduklarını anlatan birçok film çektiler. Birçok diktatör de bunu yaptı ve bunlar etkili de oldu.
Kamera
Bugün bizim elimizde böyle bir etkili silah yani kamera gibi silahımız varken bizim bunu kullanmıyor olmamız bu meselede çok ciddi problem. Hikâyelerini bize anlatan, bunun için mücadele eden, bunun için direnen insanların hikâyelerini hem basın noktasında hem sinemasal noktada da çok güçlü vermemiz lazım.
Bunun hikâyelerini de oluşturmamız lazım, özellikle zayıf olmamızın temel sebeplerinden biri de bu insanlarla kurduğumuz diyalog ya da işte çeşitli Avrupa Birliği ya da buna benzer yerlerden proje almak adı altında projeler oluşturup tamamıyla ekonomik nedenlere bağlayıp sonra insanlarla diyalog kurup onlara çeşitli umutlar verip, onların hikâyesini ters yüz eden o kadar fazla kurum, kişi, gazeteci, yönetmen ortaya çıktı. Ki artık onlara gittiğimizde insanlar bize hikâyelerini anlatmaktan yorulmuş görünüyorlar ya da hikâyelerinin ters yüz edileceği kaygısıyla artık hikayelerini bile anlatmıyorlar.
O kadar güçlü hikâyeleri varken biz kendi ellerimizle bu insanların hikâyelerine ihanet etmemeliyiz diye düşünüyorum. (VA/Lİ/DK/LS/APK/KU)
* 21 Ağustos 2021'de webinar olarak gerçekleşen “Basında Ölülere Yönelik Şiddetin Yeri" paneli kayıtlarını Leyla İşbilir yazıya döktü, Dilan Karaman ve İnisiyatif'ten Lokman Sazan yayına hazır hale getirdi. Metindeki arabaşlıklamayı bianet yaptı. Manşet görseli ve metin görsellerini Korcan Uğur düzenledi. Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi'ne çalışmayı yayımlama imkanı verdikleri için teşekkür ediyoruz.
e-posta: [email protected]
Ölüye Saygı ve Adalet Panelleri IV
Basında Ölülere Yönelik Şiddetin Yeri"
- Kamerayı nerden kurmalı?/ Veysi Altay
- Medya ölüye saygıda ağır bir saygısızlığı içinde taşıyor/ Ali D. Topuz
- Biz kadınlar diyoruz ki; dil değişsin, zihniyet dönüşsün/ Ayşe Güney
- Ölüm ve ölüyle ilgili haberler nasıl yapılmalı?/ Nadire Mater
- Bir "yeni" habercilik başlığı: Basında ölülere yönelik şiddet/Hüseyin Aykol