Sayın Başbakan,
İyi bir zamanlama olmadığının farkındayım. Şiddet dozu yüksek siyasal tartışmaların tozu dumanı arasında kaç işi okur bu mektubu bilmiyorum. Belki de tenezzül edip kimse okumayacak. Olsun, ben yine de kuyuya bir taş atayım da belki sesime ses veren olur.
Türkiye toplumu, sulugöz bir toplum... Ağlamayı seviyoruz... Hergün prime time kuşağında yer alan dizilerle tatmin ediyoruz ağlama ihtiyacımızı. Onlarca kanalda yüzlerce dizi yayımlanıyor. Reyting savaşlarının kuralsızlığı içinde en heyecanlı yerinde kesilen hikayenin devamını öğrenmek için gelecek haftayı heyecanla bekliyoruz. Artık internette her dizinin fan klüpleri var. Dizilerden sinemaya kahramanlar devşiriliyor artık. Bu kahramanlarımızı bir kez de beyaz perdede izleme şerefine nail oluyoruz. Şaşalı dizi repliklerinden kitap basıyoruz, yok satıyor... Cinayet yöntemlerimiz bile dizilerden aşırma. Sokak başlarında, kendini bir mafya babasıyla özdeşleştiren 16-17 yaşındaki varoş çocukları, dizilerdeki muhteşem kahramanlarının diliyle racon kesiyorlar.
Esas oğlan sevdiğine kavuşabilecek mi, şirret kaynana ne zaman ölecek, senaryoya sonradan eklenen şu façalı mafya babasına esas oğlanımızın yiğit ve delişmen arkadaşı haddini bildirecek mi, ilk fırsatta kendisini sevgililerinin kollarına atıp duygusal boşalım yaşayan anne ve babaların egoizmlerinin kurbanı olan zavallı çocuklar ne zaman fedakar bakıcının merhametine sığınmaktan kurtulacaklar?!
Dramın her türlüsünü kabule yatkın bir toplumuz. Yeter ki, bir kumanda tuşu kadar yakın olsun bize... Dizilerin dünyası ışıltılı bir dünya... Bu yüzden sinema- televizyon bölümleri dört yılın sonunda acımasız ve kuralsız iş kanunlarının saltanat sürdüğü set ortamına düşeceklerini bilmeyen idealist öğrencilerle dolup taşıyor. Her biri, geleceğin birer Metin Erksan'ı, Yavuz Turgul'u olma hayaliyle okuyorlar. Vicdani sorumluluğumu yerine getirerek yazayım bari... Siz o sıralarda oturan çocuklar, yüzde sekseniniz hayatında bir kez bile set göremeyecek. Kalan yüzde yirminizin ise ancak yüzde ikisi düşlerini süsleyen o yemyeşil tepeye ulaşabilecek. Yani basit bir toplama hesabıyla kovaladığınız ideallere ulaşacakların oranı yüzde birin biraz altında. Biz de geçtik o yollardan, tastamam böyle olacak.
Kameranın evimize ulaştırdığı dizilere sözümüz yok. Eh, ne de olsa yapımcı "Çekin" diyor, biz de çekiyoruz. Ekmek yiyoruz bu işten...Ya o kameranın arkasındaki gerçek hayatların dramını kaç kişi biliyor acaba? Ülkemizde dizi sektöründe 20 binin üzerinde insan çalışıyor. Uzaktan bakıldığından hakikaten cezbedici tarafları var. Ekranlarda aşık olup, posterlerini odanıza yapıştırdığınız starların dünyası orası... Öğle aralarında aynı masada yemek yiyorsunuz.
Hatta size bazen bağırıp çağırıyorlar ve ilerde bunları hoş bir anı olarak anlatma imkanına kavuşuyorsunuz. Jenerikte asistan, kostüm şefi, sanat yönetmeni, Jimy cip, panter, set amiri, ulaşım sorumlusu vs. isminiz akıyor her hafta... Evde anneniz, jenerikte isminizi görmek için dizinin sonuna kadar sabırsızlıkla bekliyor. Sonra bir telefon... Arayan muhtemel ki bir akrabanız... "Özlem'in ismini televizyonda gördük. Pek de dokunaklı çekmişler..." Haklı bir gururla böbürleniyor anneniz "Ya evet, bizim kızlar çekiyorlar!"
Madalyonun bu yüzü güzel. Ancak bir de öbür yüzü var; kimsenin görmediği kamera arkasındaki yüzü... Asıl gerçek orada. Acıtan bir gerçek... Kamera arkasında çalışan binlerce insan, günde 15-16 -17-18-19-20-21-22 saat durmaksızın çalışıyorlar. Hiçbir sigortaları, sosyal güvenceleri yok. Kayıt dışı ekonominin unutulmuş işçileri onlar... Her gün kayıt dışı ekonomiyle mücadelede paket üstüne paket açılıyor bu ülkede... Fakat ne hikmetse, kimse burnunun dibindeki kayıt dışı orduyu görmüyor ya da görmek istemiyor. Setlerdeki çalışma ortamını düşündükçe aklıma 19. yüzyıl vahşi kaptalizmi geliyor. Ne kadar çok dünya klasiğine konu olmuştu o çağ...
Türkiye'de İş Kanunu'nun ilgili maddeleri günlük iş süresini 8 saat ile sınırlıyor. Bu sürenin üzerinde çalıştırıldığında işveren, çalışanlarına mesai ödemek zorunda. Ama kamera arkası çalışanları her gün 15 saatten az çalışmıyorlar. Kimse mesai vermeyi düşünmüyor. Hafta 100-120 sayfalık senaryoyu yayın gününe yetiştirmelisiniz çünkü. Aslnda her hafta bir sinema filmi çekiyorsunuz. Hayatınız uyku, yol ve set üçgeninde geçiyor. Aynı evde yaşadığınız eşinizin yüzünü bir hafta boyunca görmemiş olabilirsiniz. Bu kamera arkası çalışanlar için çok olağan bir durum. Zorlu iş şartlarına dayanmanız için sinirlerinizin alınmış olması gerekir. Çünkü set demek stres demek... Siz diziyi yetiştirmek için her türlü fedakarlığa katlanırsınız ama bu fedakarlığınızın karşılığında ödül falan beklemeyin. Belki arada bir "elinize sağlık arkadaşlar" diyen zarif yapımcılar çıkar ama o kadar!
Bir kaç yapım şirketi müstesna, ödemelerin geciktirilmesi yapım şirketlerinin bir kuralıdır. Buna şık bir tabirle "bölüm içerde" denir. Size "Kanaldan ödeme yapılmadı" gerekçesi ile ödemeleriniz yapılmazken, repoya yatırılan haftalıklarınız yapımcının cebine para kazandırmaya devam eder. Böylece sizin paranızın faizi ile çıkartırlar haftalığınızı. Kendi kazancınızın dilencisi olursunuz.
Bir itiraz hakkınız bile yoktur. Çünkü siz baş rol oyuncusu değilsiniz. Yapımcının iki dudağı arasındadır evinizde ekmek bekleyenlerinizin kaderi... Açıklama çok kısa olur: "Kendine iş bak istersen..." Nasıl olsa Taksim kafeleri aylardır sırada bekleyen işsiz dizicilerle doludur. Yapımcı için işten çıkarmaktan kolay bir şey yoktur. Ne de olsa sözleşmeniz yok. Siz gidersiniz başkası gelir, dert mi? Yarım saatte yerinize yeni biri getirilir ve aylar süren uykusuzluk, stres ve yaşamdan kopmuşluğunuzun ödülünü böylece kapı önüne konularak alırsınız. Nankör sektördür dizi sektörü...
Yapabilecek şeyleriniz yok mudur? Vardır aslında... Sigortasız çalıştırılmışsınızdır, ödemeleriniz düzenli yapılmamış, ek mesaileriniz yazılmamış, mağdur edilmişsinizdir. Sosyal Güvenlik Kurumu'na bir şikayet dilekçesi ile şirketin bütün mali evraklarını soruşturmalık yapabilir, yıllarca sigortasız iş yapan şirketlere binlerce liralık maddi zarar verebilirsiniz. Ama yine de yapamazsınız bunu. Yapımcı güçlüdür çünkü. Sizin ise mahkeme açacak avukat paranız bile yoktur. Sektörde adınız çıkar, barındırmazlar sizi. İşinizden olmamak için çaresiz susarsınız ve çark böylece sürer gider.
Yüzlerce yapım şirketinden birkaçı dışında hemen hepsi sigortasız çalıştırır set çalışanlarını. Ama hiçbir mali ve hukuki takibata uğramazlar. Neden? Oysa sigortasız çalıştırdıkları insanların her hafta jenerikte isimleri geçmektedir. Maliye Bakanlığı ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın yetkilileri bilmezler mi bu gerçeği? Elbette bilirler. Bilinmemesi mümkün mü? Peki neden hiçbir işlem yapmazlar?
Hadi haberiniz yok diyelim, işte bu mektup size haber veriyor. Dilerseniz suç duyurusu olarak kabul edebilirsiniz. Hatta evet, suç duyurusunda bulunuyorum: SİZ ŞU ANDA BU MEKTUBU OKURKEN SETLERDE YÜZLERCE İNSAN, GÜNDE 15-16-17-18-19-20-21-22 SAAT SİGORTASIZ OLARAK ÇALIŞIYOR. Bunu ispatlamak için dizilerin bitiminde jenerikte akan isimleri alıp yapımcı firmanın mali defterlerini incelemeniz yeterli. Emin olun, hiç bir kayda rastlayamayacaksınız. Trilyonların döndüğü hayalet bir sektör burası çünkü. Haydi, bir vatandaş olarak suç duyurumu ciddiye alınız ve gereğini yere getiriniz.
Hep dizi ve sinemada çalışanların iyi paralar kazandığı sanılır. Oyuncular için ve yönetmenler için doğrudur bu. Ama kamera arkası çalışanları için koca bir yalan...
Setlerde haftalık ücretler 300 TL ile 1500 TL arasında değişir. Kulağa hoş gelen rakamlar bunlar. Ancak set işçisi günde çift mesai yapar. Aldığınız ortalama 2000-4000 TL'lik aylık ücret, otomatik olarak yarıya düşer. Ayrıca bu sektörde kuraldır, yılın en az yarısını işsiz geçirirsiniz. Bazen bu süre tüm bir yıla yayılabilir. Böylece yarıya böldüğünüz aylık gelirinizi bir kez daha ikiye bölmek zorunda kalırsınız. Sonunda elinize ortalama, aylık asgari ücretin bile altında bir miktar kalır. İşsiz kaldığınızda, kara gün için bir kenara attığınız üç beş kuruşunuz varsa onunla geçinmek zorunda kalırsınız. Yoksa borçla yaşarsınız.
Türkiye Avrupa Birliği kapısında bekleyen bir ülke. Avrupa Birliği uyum yasaları için onlarca maddenin TBMM'nden bir gecede geçirildiğini gördük biz. Peki neden sinema ve dizi sektöründe çalışan işçilerin, iş koşullarını düzeltmek için hiçbir şey yapılmıyor? Bırakalım, daha gelişmiş yasal düzenlemeleri, konu dizi ve sinema sektörü olunca, mevcut yasalar bile hükmünü kaybediyor nedense... Avrupa Birliği, setlere ne zaman uğrayacak? Sinema ve dizi sektöründe Avrupa Birliği standartları ne zaman kurumsallaşacak? Merak ediyoruz ve bir açıklama bekliyoruz yetkililerden. Hakkımız değil mi?
Evet, artık köle gibi yaşamak istemiyoruz. Sinema ve dizi sektöründeki kamera arkası çalışanlarının da bu ülkenin insanları olduğunun hatırlanmasını istiyoruz. Her türlü yasal ve sendikal güvenceden yoksun, sigortasız ve iş güvencesiz günde 15-16-17-18-19-20-21-22 saat çalışmak istemiyoruz. Biz katlansak da bedenimiz katlanamayacak çünkü bu kuralsız sömürüye.
Siz birşeyler yapmayı düşünür müsünüz?
Saygılarımla....(ÖBB/EÜ)