Önce, 1980 Askeri Darbe döneminde, hapishanedeki oğlu Kamber’e anadili Kürtçe yasaklı olduğu için dakikalarca, “Kamber Ateş nasılsın?” diye Türkçe seslenmek zorunda bırakılan İpek Ateş’in ölüm haberi geldi.
Ardından, “Kız kardeşim Ursula vefat ettiğinde, anadilimde konuşacağım hiç kimsem kalmadı. Yalnız kaldığımı hissettim…” diyen Yaghan dilini kullanan son insan Cristina Calderón’un ölümü.
21 Şubat Dünya Anadili Günü öncesinde Anadili Kadınları’nın bugün çevrimiçi düzenlediği, “Anadiliyle Yaşayan Kadınlar” başlıklı söyleşide anıldı iki kadın.
Bir de zamanı geldiğinde sıkçca andığımız Fatma Altunmakas...
Daha geçen yıl Muş’un Patnos ilçesinde…
Kocasının erkek kardeşi Sinan Altınmakas’ın cinsel saldırısını anlatıyor ve kocası Kazım Altınmakas onu öldürüyor…Fatma Altınmakas'ı...
Hatırlarsınız belki, cinayetten bir süre sonra Fatma’nın karakola şikâyette bulunduğu ancak Türkçe bilmediği ve ifade işlemlerinde Kürtçe tercüman bulundurulmadığı için şikâyetinin 'alınamadığı' ortaya çıkmıştı.
Bu üç kadına yaşatılanlar bize gösteriyor ki şiddet sadece fiziksel veya psikolojik değil. Anadili yok saymak da bir şiddet!
Bir kadına, bir halka dilini yasaklamak, bir kadının dilini, kimliğini yok saymak, bir dili asimile etmek, egemen olana benzetmeye çalışmak da üzerinde durulması gereken şiddet biçimlerinden.
Anadili yaresi
Ve sıkça tanık olduğumuz gibi tüm baskılama, yok etme, ezme pratiklerinde olduğu gibi anadilinde de durum benzer.
Egemen diller, yerel dilleri baskılarken kadınları daha çok sarsıyor, kiminde İpek Ateş gibi çocuğu ile arasında sonsuz sınırlar koyuyor, kiminde Fatma Altunmakas gibi ölümüne neden oluyor, kiminde de Cristina gibi yalnız bırakıyor.
Kadınların dil yaresi uzun zamandır başka bir de mücadele alanı.
Tıpkı ekoloji mücadelesinde olduğu gibi anadili mücadelesinde de kadınlar kendi sözünü söylüyor, eylemlerini ortaya koyuyor.
Az önce sözünü ettiğim ve kulak misafiri olduğum etkinlik de yine anadili için mücadele eden kadınların eseriydi.
Farklı dilleri temsil eden farklı kentlerde yaşayan Anadili Kadınları’nın çalışmaları, birçok mücadele alanında olduğu gibi bu alanda hâkim olan ataerki düzenin içinde geççek dedirten bir umut.
Umut diyorum çünkü online bir şekilde örgütlenip az zamanda çok iş yapabilen, birbirinin hakkını gözeten, birbirine eşit düzeyde yaklaşıp, en ufak bir sorunu kadınları ötelemeden çözen çok az grup var diye düşünüyorum.
Bu grubun bazen erkeklerden oluştuğunu düşünüyorum içim kararıyor. Düşünmemek en iyisi :)
“Dilimiz bizim bedenimizdir”
Söyleşiye gelecek olursak…
Anadili Kadınları’ndan Çiğdem Kılıçgün – Uçar’ın yönettiği söyleşide üç farklı dilden anadiliyle yaşayan kadını dinledik. Tiyatro oyuncusu, Kürt sanatçı Rugeş Kırıcı, yazar, şair, aktivist, pedagog Selma Koçiva ve çevirmen, Adigece anadili eğitimcisi, yönetmen Huşt Emel Bezek.
Önce Huşt Emel Bezek konuştu, Adigece için yaptığı çalışmaları anlattı. Adige dilinin öğreticileri arasında yer alan Bezek, sosyolojik araştırma olarak nitelenebilecek “Gidenler Kalanlar Yitenler” belgeselini anlattı. Daha sonra “Lhepkım Yipşaş” – “Halkın Kızı” adlı biyografik belgeselinden söz etti.
Lazca alfabe için mücadele etti
Almanya’da yaşayan Selma Koçiva da Lazca için verdiği mücadeleyi anlattı. “Kadın olmamanın verdiği öne çıkmama tavrı da vardı, öne çıkmamamda” diyen Koçiva, 1991’de Laz Kültür gecesi yaptıklarını anlattı.
“Laz toplumunda yaş aldıkça söz hakkın artıyor sanki. İlk çalışmam Lazca alfabe çalışmasıydı” dedi.
“Okula gittiğimde başka biri, çıktığımda Rugeş oldum”
Yaklaşık bir saat süren söyleşide Rugeş Kırıcı, “Yabancı diller bizim elbise ve kıyafetlerimizdir, ama Kürtçe bizim derimiz ve bedenimizdir. Üstündeki kıyafetini değiştirebilirsin ama bedenini değiştirmek insana çok acı verir” sözünü hatırlattı.
Ayrıca Rugeş, isminin Kürtçe olması için verdiği mücadeleyi de şu sözlerle anlattı:
“Biz Kürt halkı olarak yıllarca bedenimize çok acı verdik diye hissediyorum. Bir de isim mücadelesi var. Bu sadece benim mücadelem değil, Türkiye’deki binlerce Kürdün mücadelesi. İlkokula başladığımda adım listede yoktu. Ben varmışım ama yokmuşum gibi.
“Nüfus müdürü Rugeş’i yazmamış başka bir isim koymuş bana. O gün anladık biz bunu ve o gün çok ağladım. Bir süre sonra sonra bu benim resmi ismim, okula giderken başkası okuldan çıkarken Rugeş oluyorsun.
“Uzun yıllar mahkemeler davalar derken ismim için de mücadele ettim. Yıllar sonra kendi işimi alma hakkımı kazandım. Ben şöyle diyorum. 1990’larda isimler Türkçeleştiriliyordu ama çocuklar Kürtçe biliyordu, bugünse isimler Kürtçe ama çocuklar Türkçe konuşuyor. Böyle ters bir orantı var.”
Söyleşinin tüm detaylarını yansıtmam mümkün değil elbette. Merak edenler online kaydını buraya bırakıyorum.
Ve ısrarla hatırlatayım. Mücadelemiz, “Bir dil bir kadın daha eksilmesin, anadili yaşatılsın” diye….
Şiddetsiz bir hafta dileğiyle...
Anadili Kadınları Anlatıyor / Catrine: Rumcanın yakarışını duyan da kalmadı
Anadili Kadınları Anlatıyor / Çiğdem: Anadilim Zazaca, benim iç serzenişim
Anadili Kadınları Anlatıyor / Dijan: Yeter ki anadillerine gönlümüzü açalım
Anadili Kadınları Anlatıyor / Duygu: Zena, žıvot, slobodna!
Anadili Kadınları Anlatıyor/ Göksel: Anadilim Gürcüceyi her anıma dahil ediyorum
Anadili Kadınları Anlatıyor / Kayuş: Dilimiz Ermeniceden başkasına varmaz
Anadili Kadınları Anlatıyor / Marta: Süryanice öğrenince daha özgüvenli bir kadın oldum
Anadili Kadınları Anlatıyor / Refika: Anadili emanettir sizindir, size aittir
(EMK)