Suzan Suzi türküsünü diliyorum.
Diyarbakırlı bir hukukçu, Sezgin Tanrıkulu, linkini paylaşmış ve demiş ki tweetinde “Temizledik diyerek yok ettikleri Sur’a, Diyarbakır kültür ve mirasına bir de bu ‘sözler’ eşliğinde göz atın”.
Video, Diyarbakır Valiliği’nce “Cazibe Merkezlerini Destekleme Programı” kapsamında ve “Diyarbakır Kültürel Mirasının Tanıtım Projesi” olarak yapılmış. Ne ironik. 40 civarında sanatçı sesini, müziğini, belli ki yüreğini katmış. Diyarbakır’a bir kez bile ayak basmışsanız, şu günlerde göz yaşlarına boğulmadan izleyemeyeceğiniz bir klip.
Türkü başlıyor, “Mektup, selam söyle benden sılaya. Söyle, benim için de eller ağlasın.”
Sıla, gurbetteki için doğup büyüdüğü dahası özlediği yer. Diyarbakırlılar içinse şimdilerde sıla, gönülde hançer. Yanık mı yanık, güzel mi güzel bir ses, durmuş Hilar Dağlarında “yıkılası eller” diyor…
Ardından konaklar, evler ve Dicle Nehri… Ah güzel Dicle, derin Dicle, türkülere beşik, gencecik bedenlere kefen Dicle…
Sonra birbiri ardından Deliller Hanı, On Gözlü Köprü görüntüleri, İç Kale Eski Adliye …
Adliye, adalet, sahi nerede? Daha dün değil mi bir adliye önünde avukatın belini kırdılar. Meslektaşım ÇHD üyesi avukat Zeycan Balcı Şimşek’e sevgilerle, haberin başlığı ise şöyle: “Polis Adliye Önünde Avukatın Belini Kırdı”. Gerçek mi? Olacak iş mi?
Devam ediyor türkü, “Kör olasın Suzan Suzi.” Görüntülere Mardin Kapı geliyor. Geçen sene Nisan gelip çörekleniyor yüreğime. 1915’in 100. yılı Amed anmasında, ellerimizde ‘unutma beni çiçeği’ dövizleriyle toplanmıştık Mardin Kapısı’nda. Sessiz bir yürüyüşün ardından varılan Surp Sarkis Klisesi kalıntılarında ilk konuşan, Sevgili Tahir’di (Elçi).
Anısına sevgiyle, demişti ki o gün “Bir milyonu aşkın masum sivil Ermeni ve Süryani, Suriye köylerine doğru bir ölüm yolculuğuna çıkarıldılar. Biz, Diyarbakır toplumu olarak kardeş Ermeni ve Süryani halkının bu büyük acısını paylaşıyoruz. Bütün devletleri Ermeni halkını daha fazla anlamaya, acılarını daha fazla hissetmeye ve bu utanç verici suçu tanımaya davet ediyoruz”.
Surp Sarkis, Sur içindeki sokaklardan birisinde gizli, kalıntılarında da bir türlü kabuk bağlayamayan yaralar gizli. Nasıl hazin, nasıl derin bir yara eklendi şimdi onlara, yine o Sur içindeki sokaklardan birisinde, bu kez Tahir’in katledilişiyle.
Diyarbakır, kimisine göre Ermeni Kenti, kimisine göre Kürt. Kimisine göre Diyarbakır, kimisine göre Diyâru Bekr/Diyarbekir, kimisine göre Amed. Kimisine göre kültür mozaiği, kimisine göre acıların toplamı. Benim bildiğim Diyarbakır mı? Ben artık pek bir şey bilmiyorum. Amed benim için artık, hepten bu türkünün hikâyesi gibi. Bir Hıristiyan kızıyla bir Müslüman gencinin, ölüme varan aşkı gibi, kalbinin her yerinden kanar Amed benim için…
“Kırklar Dağı’nın düzü, karanlık bastı bizi…” Kırklar Dağı, Sülüklü Han, Hevsel Bahçeleri, Meryem Ana Süryani Kilisesi, Surp Giragos Ermeni Kilisesi… Ah acılarımız, nasıl karanlık, nasıl yangın… “Köprü altı kapkara, Ana gel beni ara. Saçlarıma kumlar doldu, tarak getir sen tara”. Surlardaki bodrumlar geliyor aklına insanın, söz bitiyor, ses bitiyor, aşk bitiyor, ömür bitiyor, türkü bitiyor…
Görmeseydim Evrim Kepenek’in tweetini, yazmazdım gene bu yazıyı. “İçimde biriken yazılar bir gün benden hesap sorsun” diyor sevgili Kepenek. Çepeçevre çaresizlikle örüldüğüm bu günlerde, elimde bir tek yazmak kaldı diye, başka bir şey yapamamanın acısı ve ağırlığıyla kelimelerimden de uzaklaşmışken, mucize gibi geldi bu tweet bana.
O halde bir kez daha; İnatla halkların kardeşliğine inanan sevgili Tahir Elçi’nin dediği gibi, şimdi bize de Türkiye toplumu olarak kardeş Kürt halkının acılarını anlamaya çalışmak ve o acıları paylaşmak düşüyor. Karar verelim, bir toplum muyuz, yoksa basit bir toplamdan mı ibaret yan yana duruşumuz. (ÖDM/ÇT)
* Fotoğraf: Eren Karakuş