Geçenlerde iş dönüşü ev arkadaşım Pınar’la sohbet ediyorduk. Teyzesi Aysel Doğan’ın sağlık sorunu nedeniyle canı hayli sıkkındı. Telefonu çaldı. Arayan abisiydi. Bir iş için İstanbul’a gitmiş. Teyzesinin ameliyat olacağı haberini orada almış ve bir şeyler yapabilmek umuduyla geri dönüşünü ertelemişti.
Sohbetleri teyzesinin durumu ve neler yapılabileceği üzerine olunca; Pınar kulaklığın birini bana verdi. İki kardeşin telefon görüşmesine, ben de ortak oldum. Memleketteki abisinin canı hayli sıkılmıştı. İnsanın “çaresiz” kalmasının nasıl bir şey olduğuna hiç de yabancı değilim. Hazırlamakta oldukları “Aysel Doğan’a Özgürlük” kampanyasına ilişkin yanıtlanmayı bekleyen bir dizi sorunun yanı sıra... Bir de ilgi göstermesi gereken insanların ilgisizliği canını sıkmıştı! Aysel hocanın uğradığı adaletsizliğin yarattığı öfkenin etkisiyle konuşuyor.
Dayanamayıp dayanışmanın içerideki insan bakımından anlamının nasıl bir şey olduğunu anlatmaya çalıştım İstanbul’daki kardeşe... Bir ara 1990’lı yıllar ve o zamanlar insanların duyarlılıkları ve mücadeleciliğine sözü getirdi. Ve “eski Beriwan’lar nerede?” dedi kardeş. Pınar abisine “Beriwan karşımda oturuyor” diyince, “hadi canım sen de” demekten alamadım kendimi! Gerçek miydi bu?
Herkes gibi farklı zamanlarda ben de “dünyanın küçük olduğu”nu söyletecek süprizlerle karşılaştım. Birden “bu kadar da olmaz ki” dedirtecek cinsten bir şaşkınlık içinde buluverdim kendimi. Ve ısrarla Pınar’a “hakikaten bu Beriwan o mu?” diye tekrar tekrar sordum. Aldığım yanıt değişmeyince, Beriwan’ın yakasına yapıştım oracıkta. Bir röportaj yapmadan elimden kurtulamazdı artık!
İnsana nereden nereye dedirtecek cinsten bir karşılaşmaydı bu! Çok farklı yollardan, yılları ardımızda bırakarak Belçika’nın küçücük bir kasabasında karşılaşmıştık. Beriwan beni tanımazdı. O’nu yıllar önce 1992 Cizre Serhildanı’na öncülük etmiş bir genç kadın olarak gazetelerde çıkan fotoğraf ve haberlerden biliyordum. Hepsi bu kadar! Bu karşılaşmayı muhakak değerlendirmeliydim. Beriwan’ın portresini yazmak benim için kaçınılmazdı. Ve hemen bir kaç gün sonrasına anlaştık. İki gün sonra akşamın onunda sohbete oturduk. Saat gecenin ikisini geçiyordu sorularımın yanıtlarını cep telefonuma kaydettiğimde...
Yıllarca süren bir tutsaklığın ardından, ikinci memleketimde kendime yeni bir yaşam kurmaya çalışırken karşılaştık Beriwan’la. Sakin, kendi halinde bir arkadaş Beriwan. Nuçe tv çalışanlarından Erdal Er Şubat ayında programa davet etmişti. Program sonrası bir sohbette, televizyonda çalışma önerisi gelince, düşüneceğimi söylemiş ve ayrılmıştım oradan. Çalışmaya karar verdiğimde her gün gidip gelemeyeceğim için, haftanın beş günü televizyona ait evlerden birinde, haber merkezinden Pınar’la birlikte kalacaktım. Eve yerleştiğimde, oda arkadaşımın bir kaç gün sonra geleceğini söylediler. İkinci gidişimde tanıştım Beriwan’la. Televizyonda kameraman olarak çalışıyordu. Akşamları eve geç döndüğüm için, doğru dürüst sohbet etme fırsatını bulamamıştık. Ta ki, tanık olduğum o telefon görüşmesinde Cizre Serhildanı’nın en önünde koşan genç kadınının karşımızda oturduğunu öğreninceye kadar.
Pakistan’da o meşhur “Afkan Kızı” fotoğrafını çeken Steve Mc Curry’i anımsadım o an. Yıllar sonra, gözleriyle tüm dünyayı büyüleyen kız çocuğunun 30’lu yaşlardaki halini buluşturmuştu Mc Curry...
Değişik zamanlarda an’ların öne çıkardığı kahramanları düşündüm sonra... 1980’lerin sonu, ‘90’ların başında 1 Mayıs’ı kutlamak üzere Tarlabaşı’ndan Taksim’e çıkmaya çalışanları... 1990 1 Mayıs’ında polis kurşunuyla tekerlekli sandalyeye mahkum edilen Gülay Beceren’i, 1995 Gazi Ayaklanması’nda polisin öldü diye çöpün yanına bıraktığı genç kadını, polis panzerinin üzerinde elindeki çekiçle panzere vuran genci, yine aynı eylemde polisleri bir köşeye sıkıştırarak taşlayan gençleri, değişik an’larda öne fırlayıp kahramanlaşanları düşündüm... Şimdi nerelerdeydi her biri? Yaşıyorlar mıydı? Neler yapıyorlardı? Tarihe bir fotoğraf karesi ya da bir haberin görüntüsüyle not düşen bu insanları çoğu zaman hatırlamayız bile! Ta ki, birgün birileri çıkıp, onları anlatıncaya dek.
Cizre serhildanının üzerinden 23 yıl geçti. Baskı ve zulmün en katmerlisinin yaşanıyordu Kürdistan illerinde. Beriwan’ın peşine düşseydim o yıllarda her halde hayatını kaybetmiş olabileceğini düşünürdüm... Gebze hapishanesinde A-3 koğuşunda gerillaya katılmış bir çok kadın arkadaşın, mücadeleyle ilk buluştuklarında 30’lu yaşlarına ulaşamayacaklarını düşündüklerini paylaştıkları gibi...
Savaş gerçeği, baskı ve zulmün ulaştığı boyut... Bütün bunları düşününce, 23 yıl önce gazetelerde yayınlanan fotoğraf ve haberlerden tanıdığım birini, Belçika’nın küçücük bir kasabasında karşımda bulmak inanılmaz bir şeydi! Ama oluyor işte!
O gece Beriwan’la çocukluğundan başlayarak, 23 yıl boyunca neler yaptığını konuştuk... Ben sordum o anlattı. Saatleri bulan bir sohbeti sizlerle bir solukta paylaşmam elbette mümkün değil. Bu hafta giriş yapmış olayım dedim hiç değilse.
***
Bugün 1 Mayıs... 1 Mayıs’ı yaratanları saygı ve minnetle anıyor; İşçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma gününü kutluyorum... (FE/HK)