öğretmen günür karaağaç’tan daha önce dolaylı söz ettim. bir yerlerde bir kez daha kaydı olsun diye “doğru”dan anlatacağım bu kez onu.
ortaca’da yaptığım gezide bir sabah, sevgili arkadaşım “resul mumcu”un geçim teknesi, “simitevi”nin önünde oturuyorduk; bisikletiyle önümüzde durdu günür hoca. selesinden kalın deri çantasını da alıp yanımıza geldi.
sonra konuşmaya başladı. sustuk ve dinledik. her telden konuşuyordu. çok konuşuyordu. ama dolu dolu konuşuyordu. konuşurken yaşıyor, yaşatıyordu, ama yaşadıklarını konuşuyordu.
anlattıklarıyla ilgilendiğimi görünce çantasından çıkarıp verdi 800’ü aşkın sayfalı son kitabı “toroslar’dan ortaca”ya adlı kitabının ikinci baskısını.
üretken insanlar hep bana mı rastlıyor bilmiyorum. günür hoca’nın da onlardan birisi olduğunu fark ettim önce, “bu kitaplar sokakta doğuyor ve orada da tüketiliyor” diyor, yazdığı ve derlediği sayıları 13’ü bulan kitapları için. çalışmaları ona bir çok da ödül kazandırmış. bir tanesi bence hem gerçeği ortaya koyuyor, hem de çok anlamlı: muğla üniversitesi’nce verilen “muğla sözlü kültürüne hizmet ödülü”
aralarında neler yok ki!.. onun kitap listesinin başından birkaçını sıralayalım: “karya’dan caretta’ta ortaca” (1996), “köyceğiz” (1997), “kesep’ten eşen’e” (1998), “seydi’lerden kemer’e” (1999)... neredeyse her yıla bir kitap... dediğine göre daha “beş” kitap var sırada.
onlardan haberdar olunca her zaman aklıma gelen ilk soru aynı: “insan neden yazar?”
akla gelen yanıtlar: “belge” olsun diye. “kaynak” olsun diye. “örnek” olsun diye...
ama en çok da “insan olsun”, “insan olunsun” diye...
“tüm yaşamım boyunca kitap üretmeye karar verdim. bunun için evimi bir kitap üretim merkezine dönüştürdüm” diye övünen günür karaağaç’ın yanıtı ise daha somut:
“yüz yıl sonraki insana yazıyorum!”
kağızman’dan “nar” gelir mi?
bu coğrafyanın pek çok yöresini gezme, görme konusunda şanslı bir insanım; kağızman da gördüğüm, bildiğim yerler arasında. belleğimde kaldığı kadarıyla dolaştığım hiçbir yere benzetemediğim bir yer. sanki ağrı ile kars’ın, horasan ile tuzluca’nın arasına sıkışmış bir “uzak diyar”. bir özelliği de tarihi ve pek çok ‘sınır boyu’ gibi çok kültürlü olması.
hoca 1955 yılında kağızman’da doğduğunu söyleyince ilkin “kağızman´a ısmarladım nar gele nar gele” türküsü geldi aklıma.
belleğimdeki o kasabaya dair izlerin arasında “nar” ağaçları yoktu. ama tarihsel kayıtlarda “nar”ı simge kabul eden bir kadim bir halkın ve kültürün, ermenilerin de buralarda yaşadığını anımsamak, türkünün “doğru” söylediğini düşündürdü bana.
şimdi de geliyor mu acaba? bunu bilmiyorum ama ortaca’nın hemen her yerinde ekili olduğunu o gezide fark ettim. bu “nar” galibe gerçekten de çok önemli bir simge. hem de çok boyutlu ve çok anlamlı! sanırım onun için ortaca’da gördüğüm ‘nar’la, ‘günür hoca’ ve ‘kağızman’ buluştu, birleşti belleğimde.
sürgünde öğretmenlik
ilk, orta ve liseyi aynı ilçede tamamladıktan sonra 1979’da istanbul üniversitesi edebiyat fakültesi tarih bölümü’nden mezun olup, öğretmenliğe başlamış.
soran, sorgulayan, muhalif kimliği nedeniyle hiçbir yerde uzun süreli öğretmenlik yapamamış. onun için kendisine “sürgün öğretmeni” diyor. ‘sürüldüğü’ bu yerler arasında yalvaç, çumra, konya, artvin, murgul, ardanuç, köyceğiz, gürleyik, ortaca ve eşen var.
2006 yılında ortaca’da öğretmenlik yaparken emekli olmuş.
“öğretmenlik yaşamımda, ön yargılı siyasiler ve onların çevrelerinden gelen baskılar karşısında inanılmaz sıkıntılar, acılar ve ayrılıklar yaşadım. onlara yanıtım hep üretmek, direnmek oldu. benim kuşağımdaki öğretmenlerin büyük çoğunluğu bu acıları yaşadılar. yazdıklarımda o kuşağın sözcülüğünü yapıyorum” diyor.
başka bir deyişle ‘günür öğretmen’in “öğretmen”liği bitmemiş, ya da bırakmamış...
belki de “öğrencileri onu bırakmamış” demek daha doğru. öğrencileri için ilk ücretsiz “dershane”yi de o açmış. bir çok öğrencisinin üniversiteye girmesini, hatta okuması için gerekli desteği bulmuş. önümüzden geçtiği sırada da ortaca’ya üniversite okumak için gelen bir öğrenciye kalacak yer arıyor, onun bağlantısı için uğraşıyordu.
yüksek öğrenimi sırasında istanbul’da yazarların, şairlerin toplandığı “merkez kıraathanesi”nde “çıraklık” ettiği dönem de var. muhtemelen o dönemin etkileri var yazarlığı ve üretkenliğinde. durmuyor, duraksamıyor yazma konusunda.
bana imzalayarak verdiği kitabın sayfa sayısından belli değil mi.
kapsamlı bir içerik
aslında bu derleme kitabı “ortaca” ve sonuna eklenen “dalyan”a dair bir “monografi” kitabı olmuş. sanki birden çok kitap aynı kitap içinde toplanmış gibi.
bölgeye dair tarihsel, coğrafi, idari, sosyolojik, ekonomik, turistik, kültürel, etnografik bilgiler vb. birçok başlık altında çok önemli ve değerli kuramsal bilgiler kitabın temel içeriğini oluşturuyor. ama bunların yanında yine bu ilçelere dair pek çok pratik bilgi de yer alıyor. bu özelliğiyle bir tür rehber niteliği de taşıyor kitap.
bölgedeki gündelik yaşam ve özellikle son dönemde yaşanılan olaylar ve gelişmeler de pek çok tanıklıkla kitaba kaydedilmiş. kitapta isimleri ve kim oldukları, geçmişleri ve yaşadıklarıyla birlikte bölgeye dair bilgileri de dillendiren pek çok insan günür hoca’nın kitap içindeki konuğu olmuş, kendi bildiklerini, anımsadıklarını paylaşarak bunların kitapta yer alması için katkıda bulunmuş. aralarında yöneticiler, eğitim, kültür, sanat insanları yanında halktan insanların da olduğu sayıları 500’ü aşan yöre insanı yaptıkları ve fotoğraflarıyla kitapta yer alıyor. hem de baskıları çok iyi olmasa da yine de derdini anlatan yüzlerce fotoğrafla birlikte. kimisinin somut olarak yaptıklarına da örnekleriyle yer vermiş. örneğin ortaca’da yaşayan çorum sungurlu kökenli, pek çok marifeti yanında şiir de söyleyen hüseyin tamer yalnız ortaca için, yaşadıkları için değil, günür hoca için de bir şiir yazmış:
“yorulmak bilmiyor yazı işinde / kendini bilenler koşar peşinde / kitap yazmak hayalinde düşünde / batmayan güneştir günür hocamız”
bir kitap da sizden
daha önce bozcaada’da ilk kez bu düşünce aklıma gelmiş ve aynı duyguyu orada da yaşamıştım. ondan sonra da yeri geldiğinde hep yineledim: okumuş yazmış insanlar yalnız yaptıklarına dair değil, yaşadıkları yerlerdeki insanların da katkı katılımıyla o “yerlere dair kitaplar” yazmalı ve oranın insanlarıyla, sanat, tarih ve kültürel yaşamımıza bunları armağan etmeli.
bu işin çok da kolay olmadığını, ama yapılabileceğini de günür hoca bana verdiği kitabın “ikinci” baskısının sonuna yazdıklarında şöyle dile getiriyor:
“bu iş kolay olsaydı herkesin elinde bir çanta derlemelerle geçirirlerdi zamanlarını. ama çok zor çok!... ikinci baskı için günde 10-15 kilometre bisiklet üzerinde pedal çevirmek, saatlerce yol almak, toplanan bilgileri anlamlandırmak o kadar kolay değil değerli meslektaşlarım!... kolay değil, haydi bir kitap da sizden...”
ne dersiniz var mısınız? yörenize, yaşadığınız yerlere dair “bir kitap da siz yazın!”
neden olmasın! (ms/ekn)