İnsanı inandıkları ayakta tutar bu yüzden gelip geçen zamana karşı mücadele ederken önündeki engelleri kaldırmaya çalışır.
İnandığınız ideoloji hayatınızın bir parçası olur, bazen sizi tutar savurur ve siyasi bir darbe olduğunda aynı zamanda hayati bir darbe olur, parçalanırsınız. Sadece siz değil bir ülke parçalanır, gözleriniz açık uyuyamazsınız ve bir daha hiçbir gün eskisine benzemez.
Sinan Çetin'in Kâğıt filmi inandığı şeyler uğruna işkenceler görmüş, sürgün edilmiş bir kuşağın dönemine bakmaya çalışıyor ama bu bakış eksik olduğu kadar sinik. Kâğıt filmi, gündelik hayatımızda karşımıza çıkan ve onlarcasını imzalamak ya da elimizde tutmak zorunda kaldığımız kâğıt parçalarından yola çıkarken, yetmişlerin Türkiye'sine uğruyor.
Filmin açılışında kâğıtlarla dolu boş bir oda görüyoruz, sonra bir kadın bu kâğıtlarla bezeli kaotik yerde kalmak için elinde bavuluyla geliyor. Çok geçmeden de aslında bütün bunların "yazılı bir izin" alamamaktan kaynaklanan bir cinnet gösterisi olduğunu anlıyoruz.
Genç bir yönetmen adayı Emrah ve işçilerle ilgili bir film yapma niyetinde. Babası hep eczacı olsun istemiş ama sinemacı olmak istiyor. Yetmişlerde bu işlere yapımcılar baktığından aklındaki filmi çekmek için ilk onlara uğruyor.
Proje yapımcının gözüne hoş gözükse de senaryoda küçük bir değişikliğe giderek işçi liderini o zamanlar Yeşilçam'ın seksi artistinin oynamasını şart koşuyor. Filmini çekebilmek uğruna bu isteği de kabul eden Emrah'ın önündeki tek engel sansür kurulu, zira çekimlere başlamadan önce yazılı izin alması gereken bir sansür kurulu var.
İşinin başında örgü ördüğü halde devletine sonsuz bağlı gözüken Müzeyyen, projeyi sakıncalı görüp onay vermeyine hayaller suya düşer. Bunun üzerine Emrah tekrar tekrar dener ama başarılı olmaz. Sonunda babasının evini ipotek ettirip filmi kendi çeker, bu arada babasına türlü türlü yalanlar söylemek zorunda kalır.
Müzik değişince dans da değişir
Mesele, Emrah'ın film çekmeye çalışması ve bu süreçteki bürokratik engel gibi gözüküyor ama derinlerde bir dönemin içini boşaltan argümanlar var.
Hoşlandığı kızı salıncakta sallarken çalan 1 Mayıs Marşı hayatının bir döneminde düzenin değişebileceğine inanmış, 1 Mayıs geldiğinde bu marşa içtenlikle eşlik etmiş herkes için rahatsız edici.
Üstelik işçi liderinin tulum giymiş bir seksi kadın şeklinde yansıtıldığı sahneyi karikatürize edilmiş bir sahne olarak bile idrak etmemiz mümkün değil. Evet dünyada kâğıt üstünde yapılmış anlaşmalar milyonlarca insanın ölümüne sebep oldu ama bürokrasinin bu işlevini bir işçi filmi çekmeye çalışan çocuk üzerinden ve devrim söyleminin içinin bu denli boşaltılarak anlatılması işgüzarlık.
Diğer yandan Kürt sorununa ilişkin olarak "şimdi kahvaltıda zeytin yemek yasaklansa, zeytinsevenler örgütlenip dağa çıkabilir" şeklinde bir gönderme var. Memleketin geçmişini, şimdisini ve geleceğini tayin eden böylesine önemli bir mevzuya zeytin açılımı yapmak da gayet "parlak" bir fikir olsa gerek.
Kâğıt teknik anlamda temiz bir sinema filmi ama iş içeriğe gelince söylenen herşey havada kalıyor. Takeshi Kitano'nun dediği gibi "müzik değişince dans da değişir." İdeolojiniz değişebilir eskiden inandığınız şeylere artık inanmıyor olabilirsiniz ama bu bir düşünceyi, inancı ya da bir kitleyi harekete geçiren 1 Mayıs marşını filminize tema müziği yapmanız anlamına gelmez.
Üstelik filmin sonunda akan görüntülerle birlikte Hrant Dink'ten, Uğur Mumcu'ya, Abdi İpekçi'ye kadar faili meçhul resimleriyle karşılaşıyoruz. Metin Göktepe, Hrant Dink, ve Uğur Mumcu'yu kaybettiğimiz Ocak ayında vizyona giren film, faili meçhulleri sadece "kâğıt" üzerinden açıklamaya çalışıyor. Oysa bu faili meçhuller sadece kâğıt üzerinden ve bürokrasi ile açıklanabilecek türden cinayetler değil. Sonuç itibariyle Kâğıt, kâğıttan bir ideolojinin ürünü yani çelişki bürokratik olmaktan ziyade zihinsel. (JB/EÖ)