"Tüm ince duyguları, tüm bağlılıkları, kendini verme isteğini bir tutuk evinde gibi ağır bir yük gibi yüreğinde hapsetmek zorunda bırakılmıştı."
Cesare Pavase
Kadınlığın tam olarak neye tekabül ettiği muammadır. Bazılarına göre bedenen olgunluktur kadınlık; bazıları için de fiziken büyümemişliğin adı. Önce ilerlenip sonradan geri dönülen bir hikâyedir bu sebeple kadınlık, bin bir türlü hâl içinden hangisinin gerçekte "o" olduğunu bilmediğimiz.
Kadın meselesi günlük sohbetlerin durup döndüğü yer olunca, kürtajın yasaklandığı Çavuşesku rejimini anlatan "4 Ay, 3 Hafta 2 Gün" uzun zamandır beklenilen bir kadınlık halleri parodisi oluyor aslında.
Karşımda duran iki kadın içinden, hangisinin daha kadın olduğunu düşünüp, siyasal otoritenin kadın bedeni ile olan ilişkisindeki hiyerarşinin görünürlüğü karşısında dehşete düştüğümüz bir film oluveriyor bir anda. Cinsellik, hamilelik, annelik, erkek arkadaş, kürtaj, otel odaları gibi günlük hayatının bütün ayrıntılarının bir bütün olarak nasıl "ben"i inşa ettiğini acı ile seyreylediğim bir anlar bütünüydü.
Dünyadan örnekleriyle pek çok kez tanık olunup/ bilinse de devlet otoritesinin kendini sadece siyasal alanda gösteren bir güç olmadığını; aynı zamanda kimliğin bütün inşa sürecinde ayakta dikilen, bütün kurumlarıyla birlikte varlığı ezmek için tetikte olduğunu gösteren manzaralarla doluydu 4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün. 1987 Romanya'sında geçen ve iki kadın üzerine kurulu bir hikâyeyi resmetmiş Cristian Mungiu.
Kadınlığın var olan her hâli üzerine, devleti ve ahlakı da koyarak oluşturmuş karakterlerinin yazgısını Mungiu. İçten geldiği belli olan ama dışa hiç vurulamayan isyanlar ve anlık gülümsemeler eşlik etmiş bu yazgıya üstüne. Bir kimlik serüveni gibi okunan filmlerden bu sebeple 4 Ay 3 Hafta 2 Gün.
Sinematografik bir öğe olarak zaman, mekânla birlikte bir varoluşu simgeler. Sinemasal karakterlerin bu kadar yanı başımızda var olması hatta kimi zaman onlardan kendi arkadaşlarımızı yaratmamız, zaman ve mekân uyumunun zihnimizde yarattığı alışmışlık duygusundan gelir. Çünkü bizim kıstırılmışlığımız, zamana ve mekâna bu kadar bağlı olmamızdan gelir, kopamayışımız tabularımızdan ve bilinen önyargılarımızdan belli zamanda belli bir mekânda olduğumuzu zannetmemizdendir.
Bizim insani varoluşumuzu bu kadar kıstıran bu iki öge, 4 ay 3 hafta 2 gün'de yoktur. Bir akvaryum betimiyle başlar film. 1987 yılında Romanya'da bir yurt odasında kadınlığın bütün hallerini yaşayan bu iki genç kadının kendilerine boş vermişlikleri; öğrencilik, cinsellik, herkesin rahatlıkla birbirini görebildiği banyolarda başlayan bedeni tanıma süreci, gizli odalardan birinde kantincinin kaçak sigara satması ile anlatılmaya çalışılır.
Zaten filmin en hüzünlü ve en gerçek karakterine yani Otilia'ya baktığımızda otoritenin sadece gözle görülmeyen ve ancak varlığı hissedilen bir olgu olmadığını da anlarız. Otilia'nın bakışları o otoriteyi görmüş ve pekiyi bellemiş gibidir.
İşkenceden geçmiş bir insanın yüz hatlarının acıyla dünyaya bakmasına benzer bir isyan vardır Otilia'da. Karakterin erkek arkadaşıyla olan ilişkisi ise aile kurumunun sarsıcı baskısı ve bu kurum içindeki hiyerarşiyi anlatır şekilde oluşur.
Otilia bir gün erkek arkadaşının ısrarlarına dayanamayıp, erkeğin ailesinin yemeğine gittiğinde doktor olan anne ve babanın dostları genç kadına sürekli anne ve babasının mesleğini sorarlar. Daha kötüsü aldıkları cevaptan tatmin olmadıkları için kadını teselli etmek gibi bir amaç edinirler kendilerine.
Otilia'nın belli davranış kalıplarına uyması gerektiğini düşünen bireyler için Otilia'nın masadan herkesten önce kalkması ve sigara içmesi ise tahammül edilemeyecek denli korkunçtur. Hiyerarşi denilen eşitsiz kavramın toplumun en küçük birimine bile eklemlenerek insanların ve ki özellikle kadınların hayatlarına müdahale etmek hakkını kendinde bulduğunu görürüz.
Filmin dert edindiği ana mevzuu ise kürtajın yasaklandığı bir dönemde dört aylık hamile bir kadının, Gabita'nın ne yapması gerektiğidir. Politikanın yasaklar ve hukuk yoluyla insanların hayatı ve bedenleri hakkında söz sahibi olabilme hakkını kendinde görmesinin iç karartıcılığı tam da burada gizlidir.
Gabita çocuğunu aldırmak gibi yıpratıcı bir kararı vermekle kalmaz, bunun gizli kapaklı bir yerde, daha önce hiç tanımadığı ve güvenip güvenemeyeceğini bilmediği bir adam tarafından yapılmasını da kabul eder.
Dönemin baskısı sadece kendini yasaklarla göstermez, aynı zamanda iki genç kadının bir otel odası bulmakta zorlanması ve oradan oraya dolanması da dikkate değerdir.
Hesap vermek zorundalarmışcasına her çıkışlarında otele kimliklerini bırakmaları ise otorite figürünün kendine güvendiğinde bir ülkenin her parçasına yayılabileceğini gösterir.
En nihayetinde Doktor Bebe ile buluşulur ve Bebe otel odasına getirilir. İşte burada Bebe rolündeki Vlad Ivanov'un karanlık hali inanılmaz bir oyunculuk başarısıdır.
Doktor Bebe korkunç, sert, vicdansız bir adam olarak karşımızda dururken; ondan ürkülmesi için onun herhangi bir davranışta bulunması gerekmez. Yüzündeki keskinlikten tutun da bakışındaki emir kipinden bellidir kapkaralaşmışlığı. Siyasal dönemin baskıcılığının beden bulmuş hali olarak oradadır Doktor Bebe. Gabita'nın kürtaj için teklif ettiği parayı yeterli bulmaz ve söze dökülmeden Otilia'ya tecavüz etmek ister.
Eksik kalmış paranın bedelini Otilia'nın bedeni olarak gören bu adamdan daha ilginç olan ise Otilia'nın Gabita'nın kürtajını engellememek için bunu kabul etmesi ve Bebe ile beraber olmasıdır.
Kadının aşağılandığı, aşağılanmaya göz yumduğu, küçük düşürüldüğü bir varoluş öyküsü kurulur Otilia'da, Gabita ile birlikte. Dostun için ne kadar ileri gidebilirsinin cevabının gerçekte fedakârlık olmayan ama olduğu zannedilen eylemlerle desteklenmesinin acılığının suçunun nerede nasıl aranması gerektiği bilinmez.
Hayatında hiç acı çekmemiş ve acı çeken insanlara dokunmak gibi bir tasası olmamış insanların Otilia'yı da Gabita'yı da anlaması da olanaksızdır zaten.
Kimliğin ne olduğunu sorgulamak ciddi bir iştir. Kimlik cinsiyet ya da etnisite gibi toplum tarafından oluşturulan ve kutsanan bir imge midir yoksa beden gibi maddi bir varlık mıdır? Kimlik nereye nasıl eklemlenir ve nerede nasıl kaybedilir?
Bu iki genç kadının cesareti ve birbirlerine karşı soğukluğudur kimliklerinin başlangıç noktası. Sessiz ve sözsüz bir yalınlıkla ve birbirleri için varlar gibidirler.
Ahlak kavramını alt üst eden bu iki kadını gördükten sonra ahlak denen olgunun sadece insani istekle ilinti olduğunu okur ve ahlaksız olanın bir kadını kendi bedenine dokunmaya zorlayan Bebe olduğunu görürsünüz.
Mecburiyet kelimesinin ağırlığı altında kürtaj edilen Gabita ise sessiz kişiliğiyle konuşur filmde. Cenini bir beze sarıp tuvalete koyarlar ve Gabita'nın bunu düşünmek istemediği her halinden bellidir. Cenini hayatlarından çıkarmak ise Otilia'nın işidir. Zaten film boyunca her yük Otilia'nın üzerinedir.
Karanlık sokaklardan geçerken duyduğu sesler, cenine baktığında düştüğü vahşet adeta bir yük gibi biner Otilia'nın üzerine. Film boyunca hep bir karanlık vardır ama karanlık tek başına başrolde olan bir kelime olduğu için yönetmen o karanlığın içinden bir vahşet çıkarmayı düşünmemiş gibidir. Karanlık sokaklardan inleyen sesler duyulur ama bu karanlığın iç sesiymişçesine görünür/ duyulur filmde.
"Açlık rengi fena halde sarıdır" der Carolina Maria de Jesus[i]. Bu iki genç kadın tam bir psikolojik savaş hâlindeyken sarıyı görür gibidirler. Bir iç savaştan sağ çıkmaya meyilli her kadın gibi hiçbir şey olmamışlığın sıradanlığında yemek yemeye inerler. Restoranda sadece et vardır ve bu iki kadın etten fena halde ürkerler. Birbirlerine bakışlarındaki nüanstan bellidir "et" ile hesaplaştıkları, onu beden, otorite ve acı olarak görmelerinden bellidir, cinayet addetmelerinden anlaşılır et yiyememelerinin nedeni. Açlığın rengini sarı olarak görürler ancak içimizdeki hayvanı hissedip rengini görmek konusunda fena halde yalnızdılar. Tabaktaki ette de bu içteki yabaniliği gördüklerini anlarsınız.
İnleyiş ve sesleniş eş zamanlıdır. Kadınlık inledikçe insanlık seslenir dünyaya doğru. Daha iyi bir dünya umudu bu kimliğin özgürleşmesinde yatar. Hesapsızca ve mertçe yaşamakta saklıdır bu özgürlük.
4 ay 3 hafta ve 2 gündür ömür çoğu zaman. İç hesaplaşma denilen sorguda, hesabı edilen gerçekten "iç" olmazsa eğer, hesabın faturası insanlığa çıkar.
Apolitik ve kürtaj karşıtı bir film değildir 4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün. Tam zıttı olarak bütün hayatın içindeki varoluş isyanıdır. Zira kadınlık fena halde yüklü bir eylemdir. Her zaman yükü kendinedir. Ömrün uzunluğu yükün ağırlığıyla paraleldir.
4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün'ün en değerli tarafı filmin renginin tozpembe olmamasıdır. İzledikçe kanatan, kanattıkça rahatsız eden filmlerdendir. Her karakterin içinden dünyanın bütün insanları dökülür gibidir. Ömür her zaman 4 ay 3 hafta 2 gün kadar kısa ve ardı ardınadır- kadın olmak dahil. (IK/ÇT)
[i] Carolina Maria de Jesus, Çöplük, Armoni Yayıncılık