Fotoğraflar: A.A,scmp.com, canva,dw
Almanya, koronavirüsün Avrupa'da en çok görüldüğü; ölüm oranın en düşük olduğu ülke.
Angela Merkel’in başkanlığındaki hükümet, salgınla mücadelede ülkenin 129 yıllık geçmişe sahip Robert Koch Enstitüsü'nün tavsiyelerini uyguluyor.
Yeni Zelanda, koronavirüs vakalarının sayısı 1312. Ülkede virüs sonucu yaşamını kaybeden kişi sayısı 9 Nisan tarihi itibarıyla dört.
Jacinda Ardern’in yönetimindeki ülkede 23 Mart'tan itibaren hastalığın tümden ortadan kaldırılması için “eleme stratejisi” uygulamaya başlandı. Eleme stratejisinde daha başlangıç aşamasında sıkı önlemler uygulanarak virüsün yayılması sekteye uğratılıyor.
Finlandiya’da koronavirüse yakalanan kişi sayısı iki binin üzerinde, yaşamını kaybeden kişi sayısı ise 2 Nisan itibarıyla 49.
Sanna Marin yönetimindeki ülkede koronavirüs nedeniyle işsizlik maaşlarına başvurularda patlama yaşanırken ödemelerin yapılacağı açıklandı. Marin, dünyanın en genç başbakanı.
Başta Almanya ve Yeni Zelanda olmak üzere her üç ülke de hem koronavirüs ile mücadelede hem de sosyal destek-halk odaklı politikaları ile dünyada fark yaratıyor.
Peki Türkiye'de durum ne?
Koronavirüs hakkında ekranlarda resmi bilgileri açıklayanların tamamı erkeklerden oluşuyor. İlk aklıma gelenler İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan ve erkek bilim kurulu üyeleri.
Merak ettim Bilim Kurulu üyelerinden ekranlarda göremediklerimize tamamına da baktım.
Türkiye’de koronavirüsle mücadele kapsamında 20 Ocak 2020’de oluşturulan Bilim Kurulu’nda enfeksiyon, mikrobiyoloji, viroloji, iç hastalıkları, yoğun bakım ve göğüs hastalıkları alanında üniversitelerde akademisyen olarak çalışan tıp bilimciler yer alıyor.
İlk başta 26 kişiden oluşan Bilim Kurulu sonrasında biraz daha genişletiliyor; üye sayısı önce 31’e ardından 38’e yükseltiliyor.
Wikipedia’da yer alan bilgilere göre Türkiye’deki Bilim Kurulu üyelerinin 14’ü kadınlardan 24’ü erkeklerden oluşuyor.
Tam da önümüzde koronavirüsle mücadelede başarılı örnekler arasında yer alan Yeni Zelanda, Almanya, Finlandiya dururken bilim kurulunda neden daha fazla kadına yer verilmedi?
Üstelik, bilgileri halka buluştururken ekranlarda yine kadın bilim kurulu üyelerini değil nedense hep erkek bilim kurulu üyelerini görüyoruz.
Bilim Kurulu üyelerinin bilimsel öngörüleri ve önlemlerinin ilgili makamca “dinlenilmediği” yönünde bilgiler kamuoyuna yansıyor olsa da her alanda kadın bilgisinden yararlanılması gerektiği gün gibi ortada.
Bitmeyen tartışma: Haberde fotoğraf ve video kullanalım mı?
“Tehlikeli sayılmam artık. Kalbimi kalın bir kitabın arasında kuruttum..”
Didem Madak…
Yaşıyor olsaydı 8 Nisan’da 50 yaşını kutluyor olacaktık. Mor Dayanışma’nın düzenlediği zoom buluşmasıyla şiirlerle andık biz de onu. Kadınların sesini Didem Madak şiirleriyle duymak karantina günlerinde ruh sağlığına şifa oldu.
Kadınlar olarak evlere kapandık ama kadınlarla bir araya gelmekten de vazgeçmedik. Gecen Cuma akşamı (10 Nisan 2020) Kampüs Cadıları’nın davetiyle zoom buluşmasıyla ilk kez online bir atölye de gerçekleştirdik.
Toplumsal cinsiyet odaklı habercilik hakkında deneyim aktardığım ve gençlerin sorularını yanıtlamaya çalıştığım bu atölyede de “Erkek şiddeti haberlerinde kadının fotoğrafı ve şiddeti anının videosunu kullanalım mı?” sorusu karşımdaydı.
Bu konuda yaygın iki görüş var. Birincisi “daha fazla etkilemek”, “kanıt sunmak”, “ses getirmek” gibi nedenlerle “Evet kullanalım” diyenler.
İkincisi, benim de desteklediğim görüş ise "hayır kullanmayalım" diyenler.
Özellikle hak odaklı habercilik yapıyorsak, habere toplumsal cinsiyet odaklı bakıyorsak bu bizim için elzem. Kadın öldürüldükten sonra yerde yattığı fotoğrafın gazetelerde manşet olmasını ister mi? O kadın öldürüldü ve konuşamıyor diye onun hakkını gözetmeyecek miyiz? Öldürülen kadından geriye kalanların hakları ne olacak? Anne ve babasının durumuna, çocuklarının ruh haline hak odaklı neden bakmayalım?
Biz mahkeme değiliz haliyle de bir kanıta ihtiyacımız yok. Her haberin kendi özgün koşulları vardır elbette. İlla ki kanıtlamamız da gerekiyorsa örneğin "Öğretmen çocuğu taciz etti" diyorsak, bunun görüntüsünü yayınlamak yerine haberin sonuna "Bilgi ve videoları bizde saklıdır?" diye bir not düşmek haberimize gölge mi düşürür?
O videolar ve fotoğraflar şiddetin - tacizin kanıtlanması açısından çok önemli ama mahkemede.
Lütfen özellikle sosyal medyada erkek şiddeti sonucu öldürülen kadınların video ve fotoğraflarını paylaşanlar bu açıdan düşünürlerse belki yaklaşımları farklılık gösterir.
Rize’de Ali Rıza H. İsimli erkek Hatice Kurt’u öldürdü. Bu cümle başlı başına şiddeti duyuruyor, ajite etmiyor.
Sizce de sadece bu şekilde duyurulmaz mı şiddet, taciz; “erkek suçları”.
Özcesi, belki de haberi yaparken kendimize şunu sormamızda fayda var:
“Bu haberi yaparken kadını-çocuğu bir kez daha mağdur ediyor muyum?”
“Bu haberi kim için yapıyorum?”
Şiddetsiz yeni bir hafta dileği ile… (EMK)