8 Marta yaklaşırken “sevdiğiniz kadınları mutlu edecek” türden hediyelere ilişkin reklamlar görmeye başladık. Reklamların teşvik edici gücüyle bazı eşler, sevgililer, babalar ve arkadaşlar yakınlarındaki kadınlara kutlama mesajları ya da hediyeler gönderdiler bile.
Bu mesajları ve hediyeleri gönderenlerin, tarihsel olarak kadınların eşitlikten uzak ve baskıcı bir dünyada yaşadıklarını, erkekler olarak bu toplumsal kurgunun avantajlarından kendilerinin de yararlandıklarının farkına vardıklarını ve suçluluk hissettiklerini düşünmek güzel olurdu aslında.
Ama, pek sanmıyorum! 8 Mart, sevgililer günü ya da diğer özel günlerde kadınlara özel bir şey yapma ya da hediye almanın büyük oranda yaşanan olumsuzlukların üstünü örtme gibi kullanılmaya başlandı. Bu durum, uzun zaman önce yoksullukla ilgili bir araştırma için görüştüğüm Şenay’ın hikayesini aklıma getiriyor. Şenay, kendisine karşı geldiği bahanesiyle 6 dişini kıran eşinin, af dilemek için böyle özel bir günde yüzük hediye ettiğini anlatmıştı.
Şenay gibi birçok kadının halen dişi kırılıyor, kendilerini düşünmelerine, gerçekleştirmelerine fırsat verilmiyor, evdeki herkese ve herşeye bakmaları isteniyor. Toplumun büyük kesimi bunu desteklerken, politikalar da mevcut ataerkil düzenin devamını pekiştirip, destekliyor. Oysa, 8 Mart kendilerine dayatılanlara karşı haklarını arayan kadınların isyan günü. 8 Mart hediyesi vermek isteyenlerin hevesini kırmak istemesem de, tavsiyem düşünmek olmalı.
Lütfen, hediye almayın, kutlama mesajları yazmayın ama düşünün. Kadınlar ne yaşıyor diye düşünün, kadınlar sadece kadın oldukları için ne tür ayrımcılıklara maruz bırakılıyorlar diye düşünün.
8 Mart 1857 yılında New York’ta tekstil fabrikasındaki işçi kadınların çalışma koşullarının iyileştirilmesi için grev yaptıkları ve fabrikada çıkan yangında öldükleri gün. Kadınların emeklerine sahip çıkmalarının bedelinin yaşam haklarının ellerinden alınmasıyla sonuçlandığı günlerden biri. Kadınların işyerinde şiddete maruz bırakıldıkları gün.
Dünyanın birçok ülkesinde kadınlar her gün işyerinde, okulda, sokakta ama en çok evlerinde, en yakınlarındaki erkekler tarafından şiddete maruz bırakılıyorlar. Bu 8 Mart’ta kadınları düşünmeye, kadınların erkekler tarafından maruz bırakıldıkları şiddeti düşünerek başlamanızı öneriyorum.
Bazı veriler
Kadınlara yönelik şiddet deyince ilk akla gelen fiziksel şiddet olsa da, cinsel şiddet, duygusal/ psikolojik ve ekonomik şiddet büyük oranda fiziksel şiddete eşlik ediyor. Sayıların çarpıcı ve ikna edici etkisine başvurarak söylersek, 2014 yılında yapılan en son araştırma[1] sonuçlarına göre, yaşamları boyunca Türkiyeli 15-59 yaş grubundaki kadınların %36’sı yakın ilişkide olduğu erkek tarafından fiziksel şiddete, %12’si ise cinsel şiddete maruz bırakılmış.
Fiziksel ve/veya cinsel şiddeti birlikte ele alan yakın ilişki şiddeti ise %38. Ekonomik şiddet %30, hakaret, küfür, aşağılama, küçük düşürme, korkutma ve tehdit oranı ise %44. Hem duygusal şiddet/istismar, hem de kadınların hayatlarını kontrol eden davranışlar azınsanmayacak düzeyde yüksek.
Aynı yaş grubundaki kadınların %62’si birlikte olduğu erkeğin, her zaman nerede olduğunu bilmek istediğini, %43’ü başka erkekler ile konuşunca sinirlendiğini, %34’ü kıyafetlerine karıştığını, %24’ü de sağlık kuruluşuna gitmek izin almasını istediğini söylüyor. Ailesini görmeyi engelleme (%9), arkadaşlarını görmeyi engelleme de (%12) düzeyinde.
Pandemi dönemindeki eve kapanma ve teknolojinin ilerlemesiyle, siber şiddet, siber zorbalık, digital şiddet gibi kavramlar kullanarak, mevcut şiddet eylemlerinin digital platformlara taşındığını biliyoruz. Digitalleşme yeni şiddet tanımları yapılmasını da zorunlu kılıyor.
Cinsel içerikli paylaşımlar (sexting) ya da cinsel içerikli şantaj (sextortion) gibi özellikle genç kadınlar için daha fazla risk taşıyan yeni kavramlar üzerinde çalışılması gerekiyor. Kadınlara yönelik şiddet konusunda Türkiye geneline dair en güncel veri maalesef 10 yıl öncesine ait, o nedenle bu yeni şiddet biçimlerine dair veri yok. Sanırım bu noktada da yetkililerin düşünmesi gerekiyor.
Dünya Sağlık Örgütünün modellemeye[2] dayalı tahminleri, 15-49 yaş grubundaki kadınların %27’sinin birlikte olduğu erkek tarafından fiziksel ve/veya cinsel şiddete maruz bırakıldığını gösteriyor. Son 12 ay öncesinde ise bu oran %13.
Kadınların yaşamları boyunca ve yakın dönem diye tanımlanan son 12 ay içinde maruz bırakıldıkları yakın ilişki şiddeti oranları Güneydoğu Asya (%35,%19) ve Sahra-altı Afrika’da (%33, %20) en yüksek düzeyde. Türkiye’ye ait şiddet tahminleri de yaşam boyu yakın ilişki şiddeti için %32, yakın dönem için ise %12. Bunun ne anlama geldiğini de düşünmemiz lazım.
Kadınların yaşadıklarına dair düşünecek çok konu başlığı var. Şiddeti düşünürken Türk Medeni Kanununa yönelik değişiklik önerilerini, şiddetle mücadeleye ilişkin 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunun önemini ve İstanbul Sözleşmesinin hangi konuları gündeme getirdiğini de eklemek lazım.
Kadınlara alınacak hediyelerin yerini kadınların yaşamlarına dair düşüncelere bırakabildiği nice 8 Martlar umuduyla…
(İKY/EMK)
[1] Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü tarafından 2014 yılında Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünün desteğiyle gerçekleştirildi. Bkz. https://fs.hacettepe.edu.tr/hips/dosyalar/Araştırmalar%20-%20raporlar/Aile%20içi%20Şiddet%20Araştırmaları/2014_AiSA_Anarapor.pdf
[2] Dünya Sağlığı Örgütünün, yaşam boyu fiziksel ve/veya cinsel şiddet tahmini 2000-2018 yılları arasında 154 ülke/bölgede yapılan ülke genelini temsil eden 307 araştırma verisine dayanıyor. Bkz. https://www.who.int/publications/i/item/9789240022256