Feministlerin gündemindeki siyasal temsil talebi, diğer gündem maddelerine göre, örneğin aile içi şiddetin önlenmesi ve eril şiddetin deşifre edilmesi gibi 'top yekun' desteklenen bir politika olmaktan hala çok uzak.
Bunun nedeni, kadınların nasıl temsil edileceği meselesinde ciddi bir kafa karışıklığı yaşıyor olmamız. Kadınların eşit siyasal temsilini sağlamak için önerilen olumlu ayrımcılık politikaları, diğer deyişle 'kota' talebi bağlamında yaygın ama çoğu zaman 'apolitik' bir tartışma yürüyor.
Bu tartışmayı oluşturan ve iki 'soyut' konuma savrulmuş görünen görüşler hakkında birkaç söz söylemek isterim.
Siyasette kadınların konumu vitrin olmaktan da öteye geçti!
Mevcut siyasal partiler adına kadın sorunlarıyla ilgili görünür/konuşur olan tek tük kadın politikacının dışında formel/kurumsal siyasette var olan kadınların konumunun 'sembolik' olmaktan öteye geçmediği çok söylendi.
Yakın zamanda bunun artık aşırı örneklerinin de çekincesiz sergilendiğini görüyoruz. Hatta, bu sembolik konum zaman zaman 'erotik' bile olmaya başladı.
Politikaya devşirilmiş genç ve güzel kadın 'artist'ler, bir sabah gözünü açıp kendini seçilmiş bulduğu bu konumda yaşlı, bıyıklı ve göbekli erkekler topluluğu yanında artistik pozlar vermek ve biraz ortalığı şenlendirmek misyonuyla ortada salınıyorlar.
Benzer bir zihniyetle, Avrupa Birliği'ne (AB) çıkartma yapmaya kararlı erkek işadamı toplulukları, öncü güçler olarak sarışın, zengin, güzel kadınları 'Modern Türk Kadını'nın birer örneği olarak Avrupa kapılarına gönderdiğinde, geride kalan ve hiç de o kadınlara benzeme lüksü olmayan kadınların temsil edildiği iddiası gazetelerde bol bol yer alıyor. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün.
İtaatkarlar ve boyun eğmezler
Bugün siyasal partilerde egemen olan erkek zihniyetinin esas dokusu güçsüz, itaatkar ve yönlendirilebilir kadınları, güçlü ve boyun eğmez kadınların varlığını gölgeleyecek biçimde öne çıkarmak ve diğerlerini görünmez ve anlamsız kılacak bir erkeksi reflekse kitlenmiş durumda.
Bunun, kadınları denetim altında tutmaya ve görünmez kılmaya yarayan önemli bir strateji olduğunu bütün kadınların görmesi gerek. 'Hiç yoktan iyidir' demekle olmuyor.
Yani, büyük sayılardaki kadınları yönetebilmek için küçük sayıda ve denetlenebilir kadınları iktidara ortak etmek çok bildik ama o ölçüde de diğer kadınlar için tehlikeli bir yol.
Her cenahtan kadın örgütlerindeki kadın aktivistlerin kafasını karıştıran mesele de burada başlıyor. Kadın olsun ve sadece kadın olsun, gerisi doğal olarak gelir tarzı bir düşünce ortalığı kaplıyor ve bir tür yüzeysel 'kadın bakış açısı' yanılsaması oluşuyor.
Nicelik mi nitelik mi önemli tartışmasında 'apolitik' boyut!
Tartışmanın öteki 'ucu' ise kadınların siyasal temsilini sağlamak için 'sayılar' değil, 'kalite' önemlidir ve bu kalite kota ile sağlanamaz diyen görüş tarafından temsil ediliyor.
Bu görüşün 'sağ muhafazakar' ve 'sol radikal' versiyonları var. Siyasal deneyimi, bir politik/ideolojik konumu ve siyasetin çatışmalarına uygun kişiliği olmayan kadınların kota ile 'temsilci' olsalar bile siyasete uygun olmayacakları görüşünü savunan 'muhafazakar' versiyonu bir tarafa bırakır ve esas olarak 'sol'dan gelen 'nicelik değil nitelik önemli' görüşünü tartışırsak bazı konular daha açık hale gelebilir.
Kota ile temsilci olarak seçilecek kadınların, ne kadar çok olurlarsa olsunlar, eğer bir politik bakış açısı ve 'örgütlü' bir duruşu yoksa, çok rahatlıkla kadın düşmanı, 'erkek politikacı yardakçısı' kadınlar olabileceğini; bunun da kadınların sorunlarının çözümüne değil, saptırılmasına ve zemin kaydırılmasına yol açabileceği iddiası var.
Bolca verilen örneğin de geçmişte Avrupa'da faşizmin destekçisi olan geniş kadın kitleleri olduğunu hatırlatmak belki gereksiz. Kendi adıma bu önermenin doğru ve yanlış bulduğum yanlarını belirtmek isterim.
'Kota' ancak kadınların yürüteceği feminist bir mücadele ile birlikte var olabilir
Her şeyden önce kota politikalarının bugün artık küresel hale geldiği görülen 'ulus-ötesi' kadın hareketinin çok tartıştığı, deneyimlediği ve uluslar arası metinlere 'norm' olarak koyduğu bir politika olduğunu hatırlayalım.
Son 20-30 yılda büyük ölçüde feministlerin politik mücadeleleri içinde oluşmuş bu 'norm' Türkiyeli feministleri de içine alan geniş bir siyasal deneyim alanının bir ürünü.
Diğer deyişle, 'kota', dünyanın birçok yerinde feministlerin eşitlik ve özgürlük mücadelesi içinde gelişmiş bir pratik ile birlikte var oldu bugüne kadar.
Yani, boşlukta duran, soyut ve içeriksiz/koşulsuz bir teknik değil; Türkiye'deki kota tartışmaları da feminist mücadelenin içindeki küresel bağlantılar aracılığı ile oluştu.
Bu bağlamda, kota politikalarını savunan bir feminist politikanın olmadığı yerde kota uygulamasının -en azından bugünün dünyasında- var olacağını düşünmek gerçek dışı.
Yani kotayı savunan feministlerin ve kota ile birlikte var olan ve esas olarak 'erkek egemenliği'ne karşı yürütülen bir siyasal mücadelenin oluşturduğu bağlam içinde bu tartışmaların ortaya çıktığı gerçeğinden hareket etmek gerekir.
Dolayısıyla kadınların siyasal temsilini olanaklı kılan 'büyük sayıların, yani en az 1/3 kadın politikacının karar süreçlerine katılımının bu feminist politik mücadele alanından tamamen bağımsız olarak oluşamayacağını göz önünde tutarak öngörülerde bulunmak gerekir.
Kota politikaları popülerleşti
Elbette, kota bugün sadece feministler tarafından değil, farklı tür kadın örgütleri tarafından da savunuluyor. Ve bu kadınların çoğunun 'erkek egemenliği'ne feministler gibi eleştirel bakmadıkları da bir gerçek.
Kota politikalarının popülerleşmesi ile gelinen noktada bütün bu siyasal oluşumların odağında feministlerin siyasal mücadeleleri ve farklı tür kadın örgütleriyle yürüttükleri ittifak politikasının olduğunu unutmamak gerek.
Yani, kotayı feministler savundu ve farklı kadınlara kabul ettirdi. Ancak, feministlerin politik yetersizlikleri kotayı farklı amaçlara hizmet eder hale dönüştürebilir.
Her hangi bir politik parti ya da çevre kadınlar için kota politikasını, kadın sorunlarına karşı bir duyarlılığa ya da kadın-erkek eşitliği konusunda bir bakışa sahip olmadan da savunabilir. Hatta, kota ile siyasete 'katılacak' kadınları birer itaatkar nefer gibi kullanmayı arzulayacak politik kadrolar da olabilir.
Bunların hiçbiri kota politikalarının politik önemini yanlışlamaz. Kota, her çevreden ve görüşten kadınların da siyasal kararlara katılım hakkı olduğunun kabulüdür; bu temel bir siyasal haktır ve ihlali insan hakları açısından kadınları 'eksik' bırakır.
Feminist söz etkisiz hale gelebilir
Öte yandan feministlerin örgütlediği büyük kampanyalar ve aday gösterme etkinlikleri sonucunda kota uygulansa bile siyasete devşirilecek bütün kadınların feministlerin içinden çıkacağını düşünmek gerçek ötesi olur.
Bence önemli olan, kota uygulanmaya başladığında, Türkiye'de çok güçlü ve bağımsız bir feminist sesin var olması ve kadınların taleplerini dile getiriyor olmasıdır.
Kadınlar için 'siyasal temsil' siyasal parti sistemi reformuna bağlı. Elbette ki mesele bu kadarla bitmiyor; kota talebinin kitleselleşmeye başladığı bu dönemde 'kadınların siyasal temsili'nin içini boşaltan ve bu alandaki 'feminist söz'ü etkisiz hale getiren bir sürü engellemenin ortaya çıkma olasılığı yüksek.
Siyasal parti sistemi reformu
Gözlenen gerçek şu ki, bugün kadınları içine almak için kota politikasını ciddi ciddi uygulamaya niyetli bir siyasal parti yok; kota politikalarını 'yasal hak' haline getirecek yasa değişikliklerinin, yani siyasal partiler ve seçimlerin düzenlenmesi ile ilgili yasaların değiştirilmesi bir türlü gündeme getirilemiyor.
Kota uygulamalarını olanaklı kılacak yasal değişimler Türkiye'de en temel özgürlük ve 'temsil' sorunlarının çözümü ile ilgili mücadeleye, yani siyasal parti sisteminin ve siyasal temsilin ilkelerinin değiştirilmesi meselesine eklenmiş durumda.
Dolayısıyla kadınların 'temsil' talebi Türkiye'de siyasetten dışlanan bütün diğer kesimlerin 'siyasal hak talebi' ile aynı mecrada akmakta. Bence bunun anlamı şu: feministlerin önündeki mesele kota ile kadınların 'kontrolsüz' biçimde siyasete sokulması değil, kadınların 'temsil' mücadelesi ile 'siyasal parti sistemi reformu'nun iç içe geçmesi ve eş zamanlı hale gelmesi.
Siyasal ittifaklar stratejisi
Kadın örgütleri bir yandan siyasetteki 'erkek egemenliği'ni doğru analiz ederek stratejiler oluşturmak zorunda, diğer yandan Kürt hareketi gibi 'eşit siyasal temsil' talep eden diğer siyasal hareketlerle ilişkilenerek nasıl bir siyasal parti ve siyasal temsil sistemi istendiğini tartışabilecek iletişim kanalları, politik stratejiler ve mücadeleler geliştirmek zorunda.
Kota, ancak böyle bir bağlamda siyasal temsilin bir ilkesi haline gelebilir. Yani, kota, sadece kadınları ilgilendiren bir siyasal bağlam dışına çıkarak genel siyasal reform paketi içine sokulabilirse gerçekleşebilir.
Bu da çok kapsamlı ve doğru bir siyasal ittifaklar stratejisi ile mümkün. Kadın hareketinin böyle bir politik ufku geliştirmeyi başarabilmeleri, bugün gömüldükleri 'küçük ve somut işler' yaparak kadınları kendi hayatlarına sahip çıkmada daha güçlü hale getirme politikasından vazgeçmeden, kendi dışlarındaki 'siyaset' ile de ilgilenmeye başlamaları ile mümkün.
Feminizm ile 'bütün ideolojilere eşit mesafe siyaseti' çelişir mi?
Feministlerin mevcut iktidar ilişkilerini ve özellikle eril iktidarı yok etme amaçları doğrultusunda gündeme gelen 'siyasal temsil şart' saptaması Türkiye'de bir tarihe ve yaşanmış deneyim birikimine yaslanıyor.
Bu tarihsel süreçte feministler Türkiye'de kadın hakları savunuculuğunu devletçi, elitist ve 'Kemalist' kadınların ellerinden aldılar ve daha farklı bir politik çerçeveye oturttular.
1990'ların sonundan itibaren gelişen bu süreçte, Kemalizm'in 'ideolojik nedenlerle' çatıştığı ve dışlayıcı baktığı alt sınıftan, dindar, muhafazakar, Kürt, vb. bağlamlarda bütün kadın kimliklerine yönelen yeni bir ilişki/iletişim stratejisi gelişti ve bunun adına 'eşit mesafe siyaseti' dendi.
Bu politik stratejinin ilk beşiği KADER'in kuruluş ve güçlenme süreciydi. Bugün ise, KADER'in laikçi, milliyetçi ve modernist bir perspektife savrulduğu bir dönemde, 'eşit mesafe siyaseti'nin başka kadın örgütleri tarafından daha çok benimsendiği ve giderek yaygınlaştığı görülüyor.
Feministler, kimlere kucak açmalı?
Farklı kadın kimliklerine eşit mesafe siyaseti, erkek egemenliğini savunan İslamcı, Kürt milliyetçisi ya da 'iktidar yardakçısı' veya 'derin devlet yanlısı'kadınlara, feministlerin kucak açması anlamına gelmez.
Farklı olarak, kadınların 'ideolojik kimlik'ler ile ilişkisinin değişebilirliğini öngören ve kadınlarla feminist bir ilişki geliştirildiğinde, her kadının yaşadığı baskı ve ezilmeye karşı çıkabileceği ve kendi bağlamını değiştirici bir politik güce sahip olabileceği gerçeğini bize gösterir.
'Güce sürtünerek' yaşamaya alışmış kadınlar bu tercihlerini değiştirebilir ve kendi 'ideolojik cemaati'ne karşı daha eleştirel ve dönüştürücü olabilir.
Bugün, 'eşit mesafe politikası'nın olumlu meyvalarını, Kürt ve İslamcı feministlerin varlığından bahsedilmeye başlaması bağlamında daha net görüyoruz.
Kadınlarla empati
Feminist olmanın gereği olan 'kadınlarla empati politikası', farklı politik aidiyetleri olan kadınlarla ilişki kurma ve 'erkek egemenliğine karşı yapılabilecek ortak işler'i konuşma becerisini feministlere kazandırıyor.
Eşit mesafe politikası, bu nedenle, kadınları özgürleştirmeyen 'ataerkil' iktidar ilişkilerine gömülmüş kadınları, bu durumlarından dolayı 'hoşgörmek' değil; bu konumlarını eleştirerek dönüştürecek bir politik ilişki içine çekebilmek anlamına geliyor.
Bunun çok kolay olmadığı ve her zaman 'hazır bir reçete' ile yapılmadığı ortada. Bu yolda çok yanlışlar, savrulmalar ve politik körlükler mevcut.
Bu feminist politikaya daha yakından, anlama ve eleştirerek dönüştürme çabası içinde bakarsak başarısı artacak ve yeni feminist politikaların gelişmesine de vesile olacaktır. (SS/FK)
* Prof. Dr. Serpil Sancar, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi ve Kadın Araştırmaları Merkezi (KASAUM) Başkanı