Ayşe'nin (Düzkan) Artı Gerçek'te yayınlanan sinirlenme hakkı yazısını okuyunca ben de kadınların, sinirlenme haklarının ellerinden alınması üzerine bir şeyler söylemek istiyorum. Ayşe yazısında aslında herkesin birbirine öfkelenme, sinirlerine hakim olamama hakkına sahip olmasına rağmen, erkeklerin kadınlar karşısında bu hakkı tepe tepe kullanmasından bahsediyor. Erkeklerin kadınlara karşı sinirlenme haklarını her fırsatta kullanmaları konusuna örnek vermeye gerek yok sanırım.
Öte yandan, kadınların sinirlenme haklarının kullanmak istediklerinde yaşanan şeyler çok çetrefilli. Kadınların sinirlenmelerine ya da sinirlenme hakkını kullanmalarına neredeyse izin verilmediği durumlar ne kadar yaygın. Hele bir sinirlenin, haklı haksız karşınızdakinin gözünde anında "zor" ve (ya) "geçimsiz" kadına dönüşmeniz an meselesi. Hele bir de adınız çıktıysa "sinirli kadın" diye. Örnekler çok: ikili ilişkilerde 'konuyu uzattın', 'gene mi aynı hikaye', 'abartıyorsun', 'çok duygusalsın', 'dır dır yapıyorsun'', 'psikolojik sorunların var'; 'ne alakası var' ile lafınızın ağzınıza tıkılması, kamusal alanda (sadece kadınların toplu taşımada gündelik tecrübelerine bakmak bile yeterli) ya da iş hayatında bir şeye karşı çıktığınızda, yanlış olduğunu söylemek istediğinizde ya da kendi fikrinizi söylemek konusunda ısrar ettiğinizde, adınızın 'hırslı kadın', 'problem kadın', 'geçimsiz kadın', 'sinirli kadın'a çıkması kadınlar için gündelik deneyimin bir parçası.
"Öfke bir insan duygusu"
Peki, kadınların sinirlenme haklarını özgürce kullanmaları neden önemli? Kadınların sinirlenme haklarının, kadınların kendilerini savunmalarının en önemli aşaması olduğunu söylüyor yazar Soraya Chemaly ve ekliyor: "'Bazen çok sinirleniyorum.' Bu cümleyi söyleyebilmek yıllarımı aldı, her ne kadar kendi öfkemin haklı olduğunu kendi kendime kabul ettirsem de bana öfkeli olmamın hep abartılmış, hep aykırı ya da abartılı bir dışa vurma olarak algılanabileceği, öfkemin, sinirimin, beni sevilmeyecek ya da kaba biri yapacağı öğretildi. Özellikle genç bir kız iken, sinir duygusunun, ifade edilmemesi gereken bir duygu olduğunu öğrendim. (...) Öfkenin, sessiz, sizi yalnız bırakan, izole eden, yıkıcı ve hatta korkutucu bir şey olduğunu düşündüm. Özellikle de ortamda söz konusu olan sinirli kişi bir kız ya da kadınsa. Neden? Öfke bir insan duygusu, iyi ya da kötü bir duygu değil. Öfke sinyal veren bir duygu. Bizi onur kırıcı bir durumda, tehlikede, aşağılanmada ya da zarar gelebileceğini düşündüğümüz durumlarda uyaran bir duygu. Hatta hemen hemen her kültürde erkeklerin moral değeri olarak korunmuş bir duygu."
Soraya Chemaly öfke duygusunun kız ve erkek çocuklara toplumsal cinsiyet süzgecinden geçirilerek öğretildiğine işaret ediyor ve toplumun yetişirken kızlara ve kadınlara bu duyguyu küçümsemelerini, reddetmelerini ve hatta bunun cezalandırılması gereken bir şey olarak öğretildiğini söylüyor ve soruyor: "Peki ya öfkeden feminenliği çıkarmamış olsak? Öfkeden feminenliği çıkarmak, aslında öfkeden kızları ve kadınları çıkarmak anlamına da geliyor, bu da bizi (kendimizi) adalete en yakın olduğumuz andaki duygudan ayırmamız anlamına geliyor. (...) Kızları itaatkâr, uyumlu, saygı ve itaat gösteren, sinirli olduğunda dudaklarını ısıran kişiler olarak yetiştiriyoruz."
'Kız dediğin böyle mi oturur' (giyinir, bakar, davranır...) ile başlayan liste, 'böyle davranmak sizin gibi bir bayana hiç yakışmıyor', 'kadın dediğin böyle mi konuşur', 'aman sen kadınsın idare et, kavga etme', 'sinirlenme', 'dişini sık'lar ile devam etmiyor mu? Bu lafları kaç kere duyduk? Öfke duymak, sinirlenmek, saygı göstermek, uyumlu olmak ve itaat etmekle uyuşmayan bir şey olarak değerlendiriliyor. Sinirli olduğumuzda birden 'akıllı', 'eğitimli', hatta bazen 'bakımlı' bir kadından, sinirlendiğinizde, saniyeler içinde 'sorunlu', 'kafa ütüleyen', 'dır dır eden' kadına dönüşebiliyorsunuz. Bir de sinirlendiğiniz için psikolojik sorunlarınız olduğu ya da sinirlenmenizin kişisel hayatınızda, hatta özel ilişkilerinizde sorunlar yaşadığınızın işareti olarak yorumlanıp arkanıza kuyruk gibi yapıştırılması durumu var.
'İyi' kadından 'sorunlu' kadına...
Bu 'iyi' kadından 'sorunlu' kadına geçişin hızı politik çevrelerde, 'ağır abilerin' bulunduğu ortamlarda, büyük meselelere dair yorum yaptığınızda ya da görüşünüzü söylediğinizde, ışık hızıyla yarışır şekilde gerçekleşiyor. Hatta bazen bir görüşe katılmadığınızı söylediğinizde çoğunluktan farklı bir etnik kökeniniz varsa sizi 'kimlikçi', eğer başka bir ülkede yaşama deneyiminiz varsa 'Avrupa merkezci- ülkeden habersiz' daha da fikrinizi savunmaya ısrar ederseniz 'marjinal', 'aykırı' görüşlü, söyledikleriniz rahatsız ediyorsa da 'problemli' ya da 'sinirli kadın' olduğunuzun işareti sayılabiliyor. Örnek mi lazım, hiç sinirli kadın politikacı gördünüz mü? Hatırlıyor musunuz neden sinirliydi? Neyi savunuyordu? Gazete, dergi, online yerel gazetelere bakın, kadınlar hangi konularda yazıyor, konuşuyor, erkekler hangi konularda yazmaya, konuşmaya devam ediyor?
Soraya Chemaly, kadınlara sinirlenme haklarını kullandıkları zaman en çok neden korktukları sorulduğunda karşı tepki olarak en çok korktukları şeyin şiddete maruz kalmak değil, kendileriyle dalga geçilme duygusu ya da ihtimali olduğunu hatırlatıyor. Kadınlar bu durumlarla baş etmek için ne yapıyorlar? Ya ağlamamaya çalışıyorlar ya da konuşmalarını, verecekleri yanıtı en minimum seviyede tutarak, en az sayıda kelime ile konuşarak, sonunda da susturuluyorlar. Olay susturulmakla da bitmiyor. Fiziksel olarak hissedilen öfke, sinirlenme hakkını kullanamama durumunda, bu duygunun bastırılmasıyla, dışarı atıl(a)maması, ifade edil(e)memesiyle, bedenimize sanki bu duyguyu hissetmiyormuş gibi farklı bir tepki vermesi için baskı yaptıkça; hissettiğimizle yaptığımız ya da konuştuğumuz arasındaki bağ kopunca yaşanan yabancılaşmanın vücudumuzda yarattığı tahribat da hediyesi: "Hasta oluyoruz" diyor Soraya Chemaly. "Kendimizi bedenen hasta ediyoruz. Bitmiş ve tükenmiş kadınları görmekten bıktım ve tükendim! Toplumun kadınların öfkesinden korkmasının bir nedeni var, bizim kendimizi ne kadar ciddiye aldığımızın başkalarının da bizi ciddiye alması gerektiğinin bir kanıtı olduğu için korkuyorlar kadınların öfkesinden."
Duygusal istismar fiziksel istismar kadar yaygın
Ayşe'nin yazısında bahsettiği diğer bir önemli mesele de erkeklerin sevgisinin şiddet içermesi kadınların sevgisinin ise affetmeyi içermesiyle alakalı. Ben, bunu biraz daha ileri götürerek, sinirlenme hakkını kullanamama meselesinin ikili ilişkilerde saklı kalan, görünmeyen, istismar ve şiddet içeren bir yönün de olduğunu düşünüyorum. İkili ilişkiler üzerine psikologların ya da ilişkiler üzerine yazan uzmanların yazdıklarına bakınca çiftlerin yaşadığı sorunların geri planında çok sıklıkla bahsedilen ve aslında son kertede istismar olarak değerlendirilen bazı durumlar, süreçler var. Bu istismara dönüşen süreçlerin büyük çoğunluğu çiftlerin arasındaki ilişkilerdeki karşılıklı diyalog sırasında iletişim sorunlarıyla başlıyor. Duygusal istismarın fiziksel istismar kadar yaygın olduğunu gösteren binlerce örnek var ve bu alan erkeklerin bu duygusal istismar taktiklerini tepe tepe kullandıkları örneklerle dolu. İstismara karşı destek veren kurumlar, uzmanlar, hane içinde istismarın özellikle de duygusal istismarın yaşandığının en önemli işaretleri olarak şu soruları cevaplamayı öneriyorlar: Eşiniz ya da partnerinizden çekinip, korkuyor musunuz?, onu sinirlendireceğini düşündüğünüz bazı konuları açmaktan ya da konuşmaktan çekiniyor musunuz?, onun doğru bulacağı ya da onaylayacağı hiçbir şey yapamayacağınızı mı düşünüyorsunuz?, sıklıkla haksız olduğunuzu bazen de size davranışlarını ya da kızmasını hak ettiğinizi mi düşünüyorsunuz?, kendinizde bir sorun olduğunu ve ilişkinizdeki deli ya da rahatsız kişinin kendiniz olduğunu mu düşünüyorsunuz, duygusal olarak çaresiz ya da uyuşmuş ne hissettiğini ya da ne yapacağını bilmez durumda mı hissediyorsunuz?
Nereden çıktı şimdi bunlar demeyin. Kadınların sinirlenme haklarını kullanamamalarından bahsediyoruz değil mi? İkili ilişkilerde yaşanan istismarın bir geri planı, duygusal istismara doğru evrilen bir süreci var. Duygusal istismar öncelikle karşılıklı diyaloglarda gelişiyor, evriliyor, bunu hatırlamakta yarar var. İstismarın artık açık açık yaşandığının işaretlerini gösteren uzun listeler, örnekler mevcut. Benim burada bahsetmek istediğim ise daha üstü kapalı kalan gizli istismarlarla ilgili söylenenler. Özellikle ikili diyaloglarda çeşitli manipülasyon taktikleriyle yapılan duygusal istismarın gizli kalan biçimleri. Burada bu manipülasyon taktiklerinin hepsinden bahsetmek imkânsız ama bunlar içinde öyle üç tanesi var ki tam da kadınlara sinirlenme hakkının tanınmaması ile alakalı gözüküyor ve bunların kadınların yaşadıkları deneyimlere çok denk düştüklerini düşünüyorum. Sinirlenme hakkının kullandırılmaması bir duygusal istismar mı? Bunun cevabını karşılıklı diyaloglarda, ilişkilerde yaşanan şu örneklere bakınca hep birlikte düşünelim: Sessizlik muamelesi (The silent treatment), Kaçınma-kendini değersiz hissettirme (Stonewalling), kendinden şüpheye düşürme (gaslighting).
Yok yere özür dileme
Sessizlik muamelesi: Karşınızdaki kişinin bir süredir sizden kaçtığını ya da sizinle konuşmaktan çekindiğini düşünüyorsunuz. (Bu ikili ilişki yaşadığınız biri de olabilir, olmayabilir de). Aranızda bir gerginlik var ve her uzak kaldığınız, konuşmadığınız süre içinde içinizi yiyen bir şey var. Bir şey yapıp bunu sonlandırmak, bu endişeyi içinizden atmak istiyorsunuz. Sessizlik muamelesi ikili ilişkilerde yaşanabilecek, birinin başına gelebilecek en toksik/zehir etkisi yaratan manipülasyon taktiği olarak değerlendiriliyor. Sessizlik muamelesi sırasında gerçeklesen durumlar, olaylar, süreçler oldukça karmaşık ve bu nedenle de bu istismarın gizli kalması çok olası. Karşınızdaki kişiyle bazen tartışıyor fikir ayrılığına düşebiliyorsunuz ama bazen bir taraf kendini kapatarak, diğer tarafın kendini değersiz ya da kenara atılmış olarak hissetmesini sağlıyor. Haksızsanız neden haksız olduğunuzu ya da katılmadığı bir şey varsa neden katılmadığını duymak istiyorsunuz. Mağdur olan kişi her şekilde sorunu çözmek, konuşmak, iletişim kurmak, gerekirse tartışmak ya da kavga etmek gibi çözümler ararken diğer taraf bunların hiçbirine izin vermiyor, kendini kapatıyor, anlaşmanın ya da çatışmanın çözülmesine imkân tanımıyor. Pasif agresif manipülasyon taktiklerinden biri olan sessiz bırakma karşısındakini izole etmeyi, sessiz bırakmayı, kendinden şüphe edip kendini değersiz hissetmesini amaçlıyor. Bir güç gösterme, duygusal olarak bir mesafe koyma taktiği. Sessizlik muamelesi kişinin kendisini boş yere suçlamasını ve hatta davranışını değiştirmeyi hedefleyen, yok yere özür diler konuma düşmesini, ya da normalde kabul etmeyeceği bazı şeyleri sorunu çözmek uğruna kabul etmesini sağlamaya yönelik bir manipülasyon taktiği. Çok güçlü ve bir o kadar da yıkıcı bir manipülasyon çünkü fiziksel ya da sözel şiddet içermediği için suçlamalardan da kurtulabiliyor ve en önemlisi gizli kalabiliyor.
Kaçınma, kendini değersiz hissettirme: Duyguların dışa vurulmasından, ifade edilmesinden rahatsız olma, karşınızdakinin duygulardan konuşmasını ya da rahatsızlıklarını görmezden gelme ve duyguları içeren sorun ya da soruları görmezden gelip cevaplamama, duygusal konularda konuşmaktan kaçınma. Bu manipülasyonu uygulayan kişi duyguların konuşulmasıyla ortaya çıkacak stresli duruma girmemek için, tartışmayı hiçbir neden göstermeden, karşısındakine kendini savunma ya da açıklama imkânı vermeden ortamdan ya da konuşmadan çekip gitmekte buluyor. Bu manipülasyon taktiğinin daha çok duygusal olarak gelişmemiş, ya da kendini nötr olarak konumlandırmak isteyen kişiler tarafından kullanıldığı, karşısındakinin vereceği duygusal tepkilerden tedirgin olan, duygularla yola çıkmanın mantıksız olacağını düşünmekle alakalı olduğu, manipülasyonu yapan kişinin temelinde bir çözüm olabileceğine dair umutsuzluğuyla ilişkili olduğu söyleniyor.
Kendinden şüpheye düşürme: Bu manipülasyon taktiğinin temel amacı güç oyununda haksız bir şekilde güçlü hale geçmek, gerçeklerden ya da olan bitenden bağımsız şekilde saldırganlık yokmuşçasına karşınızdakinin kendisini küçük görmesini, kendinden şüphe etmesini sağlamaya çalışmak. Güç oyununda sürekli eksikliklerinizden, yanlış yaptığınız şeylerden bahsedilmesi, olumsuz olan şeylerin genellenmesinin en temel amacı karşıdaki kişiyi öznel olarak incitme, yaralama, güvensiz ve belirsiz bırakma, kişinin kendini ifade ederken hep yanlış anlaşılacağından, neyi söyleyip neyi söylememesinin doğru olup olmayacağından şüphe etmesini sağlama. Manipülasyonu yapan kişinin kendi eksikliklerinden bahsedildiğinde sinirlenmesi, agresif tepki vermesi, karşısındakini sürekli susturup düzeltmesi, kendisini diğer kişiden üstün görmesi ya da onu güçsüz kılmaya çalışması amaç sonuçta.
Neden sinirli bu kadınlar?
Biliyorum, bunlar sadece erkeklerin kadınları maruz bıraktığı şeyler değil. Zaten kadınların sinirlenme haklarını kullanma konusunda yaşadıkları engeller süreçler de sadece psikolojik süreçlerle sınırlı değil. Patriyarkal ilişkilerin, sınıfsal ayrımların ve (ya) ayrıcalıkların yeniden üretilmesinde, kimin sözünü söyleyebildiği, kimin haklarını kullanabildiği, kimin konuşabildiğinin sembolik şiddetle de bir alakası var (bu başka bir yazının konusu olabilir).
Bitirirken; evet 'özel alan politik!', evet 'affetmeyeceğiz! Sinirlenme hakkının politik bir mesele olduğunu unutmuyoruz!. Kadınların sinirlerinin politik bir gücü var! Ancak dayanışmadan, mücadeleden bahsederken sadece örgütlü, sokağa çıka(bile)n kadınların, feministlerin, ya da 'yaratan, üreten, devinen, dans eden, kahkaha atan' kadınların öfkesine ve taleplerine değil, etrafımızdaki diğer sinirli kadınların da, neden sinirli olduklarına kulak kabartmamız gerekecek. Tabi eğer sadece 'kendini kurtarmışları' ya da 'ayrıcalıklı' konumlardan geldiklerini unuturcasına başardıklarını anlatanları dinlemek istemiyorsak. Kendimize şu soruları sormakla başlayabiliriz belki de: Kaçımız sinirli anneyle büyüdü? Neden sinirliydi tanıdığımız anneler, (ya da komşu teyzeler)? Ya da kaçımızın kendinden geçercesine temizlik yapan ya da panik atak yaşayan, anti-depresan kullanan kadın tanıdıklarının sayısı azımsanmayacak kadar çok? Peki, neden sinirli bu kadınlar? Hiç mi bir şey söylemediler yapmadılar ya da yapmıyorlar, hiç mi direnmiyorlar? (ES/AÖ)