*Fotoğraf: Pixabay.
İnsanlık tarihi boyunca, anaerkil toplumlar hariç kadınlar hiç günümüzdeki kadar kendine güvenli, mücadeleci ve özgür olmadılar.
Bu kazanımlarında verdikleri uzun ve sancılı mücadelenin yanı sıra teknolojinin de rolü büyük oldu.
Yerleşik toplumlarda başlangıçta cinsiyete dayalı iş bölümü daha sonra fiziksel gücü elinde bulunduranların egemen güç olarak toplumları yönetmesi sonucunu getirdi.
Toplumların temelini oluşturan, çocuk doğuran, büyüten, yiyeceği üreten, aileyi doyuran toplumun en küçük birimi aileyi bir arada tutan kadınlar bu becerileri ile eril güçleri her zaman ürküttüler. Baş edilmesi, kontrol edilmesi gereken bir cins olarak görüldüler.
Aslında temelinde eril güçlerini kullanamama, başaramama, kadın karşısında zayıf düşme korkusu yatıyor. Bu korku ve güdü ile kadını bastırma, ezme, susturma, sindirme yöntemlerini uyguladılar.
Eril rolleri ile yönetimler, dinler, toplumsal normları belirleyen örf ve adetler, hepsi tarih boyunca kadını toplumdan dışlamaya hizmet etti.
"Zayıf cins" olduklarına ikna
Kadınları toplumda tecritetme, yaşam alanlarını sınırlama ve rollerini tanımlama, binlerce yıl kadınların kendilerini aciz, beceriksiz, zayıf hissetmelerine neden oldu.
Toplumda rolleri bu şekilde belirlendi ve sınırlandı. Eğitimden yoksun bırakıldılar, becerilerini geliştirmelerine olanak tanınmadı.
Kadınların, doğal olarak aynı anda birçok şeyi birden yapacak şekilde evrilmiş olmaları – aynı anda çocuklara bakmak, onları doyurmak, güvenliklerini sağlamak, erkeklerin ve evin ihtiyaçlarını gidermek, yiyeceği üretmek gibi uğraşlar yani evin ocağının tütmesini sağlamak – onların pratik zekalarının erkeklerden daha fazla gelişmesini sağladı.
Ayrıca acıya ve uzun süreli yorgunluğa da daha dayanıklılar. Ama onlar, egemenlerin değerleri belirledikleri toplumlar tarafından zayıf cins olduklarına ikna edildiler.
Egemenleri zora sokan gelişme sanayi devrimi ile oldu. Kadınların da emeğine ihtiyaçları vardı. Geleneksel toplumdan kopup kentlere gelen, işçileşen kadınlar hak mücadelesine başladılar ve kimliklerinin bilincine varma sürecine girdiler.
Savaş sonrası kuşağın kadınları
Birinci ve ikinci dünya savaşları, savaşkan eril güçleri savaş alanlarına gönderince toplumu yaşatmanın tüm sorumluluğu kadınların üstüne kaldı.
Fabrikalarda, tarlalarda, evde üretimi kadınlar yaptı, hasta ve yenilmiş, ruhen zedelenmiş erkekleri onlar tedavi etti.
Savaş sonrası kuşağın kadınları artık toplumda vazgeçilmez bir güç olduklarını ispat etmiş ve görece kendilerine daha çok güvenmeye başlamışlardı.
Ama asıl, bariz özgürleşmeleri bence iletişim devrimi ile oldu. Kentlere gelen, çalışmaya başlayan kadınlar yine de evde ve işyerinde egemen eril kültürün denetimindeydiler.
Ancak radyonun, televizyonun, bilgisayarın ve en önemlisi mobil telefonların giderek akıllanarak yaygınlaşması kadınlara onlara dayatılan sınırları aşma, dünyayı tanıma, iletişim kurmu ve değişme gücü verdi.
Kendileri için var olmaya, sosyalleşmeye, özgürleşmeye ve direnmeye başladılar. Başarıları ve güçleri erkekleri ürkütmeye başladı.
Artık onları kontrol edemediklerini, pandoranın kutusunun açıldığını anladıkları anda korkuları saldırganlığa dönüştü.
Baş edemedikleri güçlü, baş kaldıran, direnen, başarılı, öz güvenleri olan kadınları fizik güçleri ile ezmek, hatta yok etmek, öldürmek bazısı için son çare oldu. Oluyor.
Çözüm, erkeklerin eril güçleri, cinsel güçleri yerine akıllarına güvenmelerini sağlamak. Bazıları için zor olsa da...
(NE/PT)