David Lynch’in Blue Velvet filminin giriş sahnesinde çok sıcak bir havada bahçesinde kalp krizi geçiren yaşlı bir adam görürüz. Yere düşer, bahçeyi suladığı hortum boynuna dolanır, o sırada can çekişmekte iken küçük ve sevimli köpeği o hortumdan fışkıran suyu içmeye çalışmaktadır lakin çok da başarılı değildir. Ne zaman ülkenin ‘ciddi’ gündemi içerisinden çıkıp başka şeyler düşünmek istesem bu sahne gelir aklıma.
2 Mart Pazar günü aldığım acı haberden beri su içebilsem de tat alamıyorum. Bu acı haber yıllarca birlikte çalıştığımız Hatice Can’ın intihar ettiğiydi. Bu üzücü olay ağırlıklı olarak Onur Yaser Can’ın başından geçen trajik olay çerçevesinden ele alındı ve gündemde bir hayli yer edindi. Hatice Hanım daha çok Onur Yaser’in annesi kimliği ile anlatıldı; oysa onun kimliği bundan çok daha fazlasıydı. Ben ise burada bu elim olaya daha fazla değinmeden Hatice Can ve KSGM’nin diğer güzel ve talihsiz kadını olan Satı Atakul hakkında birkaç kelam etmek ve bu fırsatla tarihe not düşmek istiyorum. Zira tarih sadece büyük anlatıların yer aldığı ‘his-story’ olmamalı.
Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü (KSGM) 1990 yılında “kadına karşı her türlü ayrımcılığı önlemek ve kadının insan haklarını geliştirmek” amacıyla kurulmuş bir kurum olsa da 2004 yılında teşkilat kanunu çıkana kadar bin bir zorluk ve kısıtlı imkânlarla az sayıda insanın fedakar çabalarıyla bir çok faaliyet yerine getirmiş. Bu az sayıdaki fedakar insandan ikisi burada bahsi geçen güzel insanlar. Kadın erkek eşitliği için çok çaba sarf etmiş olsalar da ne yazık ki bu mücadelenin seyrini artık izleyemiyorlar…
Hatice Can kendini yaptığı her işe adayan, emek vermekten hiç çekinmeyen bir kadındı. Birlikte çalışma fırsatı bulduğum günlerde Türkiye’de kadın erkek eşitliğini sağlamaya yönelik en büyük projelerden olan Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Geliştirilmesi Eşleştirme Projesinin koordinasyonundan sorumlu olarak zor bir görevi yüklenmişti. Neredeyse her akşam işten 8-9 gibi çıkardı bu yoğun proje döneminde. Hiç oflaya poflaya da değil. Çünkü o klasik bir memur anlayışıyla açıklanabilecek bir kadın olmadı. Onun için kadın-erkek eşitliği sadece bir iş konusu değildi. Ayrıca entelektüel, kaliteli müziğe ilgili, gezmeyi çok seven, hayattan zevk almasını bilen keyifli bir kadın olarak hatırlıyorum onu. Çocuklarına çok düşkündü. Henüz çocuğu olmamış olan genç ve evli arkadaşlarımıza “emin olun pişman olmayacaksınız onları her gördüğünüzde dünyanın tüm derdi tasası kayboluyor” diyecek kadar.
Emekli olduktan ve trajik olay meydana geldikten sonra uzak kaldık. Nasıl davranacağımızı bilememekten mi acıdan kaçmaktan mı?.. Onun için bir şeyler yapmak istiyorduk fakat onun kor gibi yanan yüreğini ancak ve ancak adalet söndürebilirdi… Unutamadığım bir öğüdü var; “tatilden Pazar gecesi ya da Pazartesi sabahı döneceksin. Çamaşırmış, yorgunlukmuş bunlar bir şekilde halledilir ama tatilin her dakikasını dolu dolu değerlendirmek gerekir”. Bunu söyleyen bir insanın kendi hayatını sonlandırması inanılır gibi değil. Ama …
Satı Atakul; şimdiki gibi ‘trend’ bir konu olmazdan önce hemhal olmuştu kadın konusuyla. Gece nöbetlerinde hemşirelik yapıp gündüzleri okuyarak bitirmişti iletişim fakültesini. Ardından ilk mezunlarından olduğu Ankara Üniversitesi Kadın Çalışmaları yüksek lisansı programını tamamlamıştı. Üstelik halen üzerinde pek de bilgi biriktirilememiş alternatif medya üzerine yazılan ilk Türkçe tez olan “Popüler Feminist Bir Yayın Deneyimi: Kadınlara Mahsus Gazete Pazartesi”yi yazmıştı. Çok uzun zaman alandaki tek tezdi. KSGM’de çalışmaya başladığımda onun himayesine giren iki kişiden biriydim. Ama o zamanla sadece iş yerinde bize destek olan kişi değil adeta ailemizden biri haline geldi. Çok şey öğrendim ondan, en çok da memuriyete olan bakışı değiştirme çabasından. Bizim gibi klasik köhne memur anlayışının dışında olan insanların bunu yaygınlaştırması gerektiğini vurguladığında çok anlamamıştım ne demek istediğini. Ancak görece kısa sayılacak 8 yıllık memuriyet hayatımda özellikle üniversite öğrencileri ile yaptığımız çalışmalarda ben ve arkadaşlarımın sıklıkla övgü mahiyetinde “siz hiç devlet memuruna benzemiyorsunuz” demesine şahit olunca ne demek istediğini çok iyi anladım.
Çok tartışırdık, çünkü o basit bir konu bile olsa asla geri adım atmaz, “amaan, uğraşmayayım”, “evet diyim bitsin” demezdi. Her konuyu tutkuyla ele alır, yaptığı her işi en iyi şekilde yapmaya çalışırdı. Ne de olsa bitirmediği ilk yüksek lisans tezini bıraktığında merdivenlere oturup hüzünlere dalan Eser Köker’in sevgili öğrencisiydi. Katkı verdiği “Anneanne Sırlarını Eskitmiş Aynalar”da edebi yanını da çok iyi gösteren Satı; dahil olduğu Feminist Anneler Grubu, Kadın Dayanışma Vakfı gibi örneklerle kadın erkek eşitliğine sadece lafta olmadığını hayatına nasıl dahil ettiğini de gösterdi.
Dört dörtlük bir insan olan eşini, eşitlik sevdasının kapının dışında kalmadığı evliliğini, ikisi de birbirinden güzel çocuklarını ve hayatına dokunduğu birçok insanı arkasında bırakarak çok genç bir yaşta aramızdan ayrıldı. Vefatının ardından şu satırlar yazıldı ona:
“Kadınlığıyla tanışmış, onu sevmiş, kadın olmayı yaşamını anlamlı kılacak politik bir alan olarak kavramış, onu ileriye taşımış ve bohçasında birikenleri başka kadınların avucuna da bırakmakta tereddüt etmemiş kadınlar… Feminizmi yakasında bir rozet gibi taşımayı değil, yaşamına yön veren bir ideoloji olarak aklına/kalbine işlemeyi seçmiş kadınlar… Her türlü iktidar oyunundan uzak kalmayı istemiş, erkekliğin bir zaferi olarak beliren kadınlar arası rekabete pabuç bırakmamış, öğrenilmiş çaresizliğin erken farkına varmış, dayanışmanın bütün ezberlerden uzak ve bütün dostluklara yakın olmaklığını neşeyle kavramış kadınlar… İyi ki varsınız. Satı ve onun gibi nicesinin bu aleme kattıklarını çoğaltmak için… Ve onların gözünü arkada bırakmamak için… Ve kadınlığın, eğer fark edilirse, kavga edilecek değil aksine barışılacak ve güçlendirilecek bir şey olduğunu anlatabilmek için…”
Hastalığını bile güzel yaşadı. Neredeyse sonuna kadar hep güler yüzüyle, mücadeleci karakteriyle meydan okudu. Ama…
8 Mart, kocaman insanların büyük laflar edeceği bir gün. Ama diğer taraftan ‘sıradan’ insanların özel öykülerinin de yeri var bence bu günde. (ME/ÇT)