Türkiye'de Kürt "Sorununun" çözüm yollarının kamuoyunda ve devlet kesiminde hararetle tartışıldığı bu dönemde kadınlar, "Söyleyecek sözümüz, çözümü geliştirecek gücümüz var" diyerek barış sürecine müdahil olduklarını gösteren eylemler örgütlemeye başladılar. Geçtiğimiz aylarda Diyarbakır ve Ankara'da düzenlenen kadın buluşmalarının ardından Hakkari Berçelan Yaylası'nda Barış Nöbeti tutma kararı alan kadınlar 8 Ağustos gecesi eş zamanlı olarak İstanbul Taksim Meydanı ve Hakkari Berçelan Yaylası'nda barış nöbeti tuttular.
Bu yazıda katılmayı toplumsal bir sorumluluk olarak gördüğüm Taksim Meydanı'ndaki barış nöbetiyle ilgili izlenimlerimi ve görüşlerimi elimden geldiğince aktarmaya çalışacağım.
Eylemin iki açıdan önemi
Pek çok eyleme ev sahipliği yapmış Taksim Meydanı daha önce böyle bir eyleme tanıklık etmemiştir diye düşünüyorum. Sayıları 200'e yakın kadın, 8 Ağustos saat 19.00'da buluşarak sabahlayacağımız Taksim Meydanı'nda üzerinde taleplerimizin yazılı olduğu döviz ve pankartlarla çevrili bir alan yarattık. Barış yolunun açılabilmesi için operasyonların durdurulması, yerel seçimler sonrasında tutuklananların serbest bırakılması, savaşta yaşanan mağduriyetlerin, gözaltında kayıpların, faili meçhullerin, savaş döneminde kadın bedenine yönelik ihlallerin, tacizlerin ve tecavüzlerin hesabının verilmesi taleplerimiz arasındaydı. "Barış İstiyoruz Çünkü" diyerek görüşlerimizi ve taleplerimizi beyaz bir bezin üzerine yazdık. Gece boyunca yapılan konuşmalarda savaş ve çatışmalı ortamın yarattığı kadın mağduriyetlerini gündemleştirerek çözümsüzlüğü kabul etmediğimizi anlatmaya çalıştık. Onurlu bir barış talep eden kadınlar olarak sabaha kadar pek çok dilde barış için şarkılar söyledik.
Kadınların Barış Nöbeti eyleminin oldukça önemli noktaları gündeme getirdiğini düşünüyorum:
Bunlardan biri, barış sürecini sadece siyasetçilerin inisiyatifine bırakmayarak kadınların çözüm sürecinde aktif rol alma talebini kamusallaştırması ve bu sayede barış isteyen tüm kesimlere pasif bir durumdan çıkarak yapacak bir şeyler olduğunu göstermesiydi. Kadınlar gece 00.00'a kadar kürsüden Türkçe ve Kürtçe olarak yaptıkları konuşmalarda barış sürecine ilişkin görüşlerini açıklıkla ifade ettiler.
Bunun yanında eylemi izlemeye gelmiş olan ya da Taksim Meydanı'ndan geçerken ne olup bittiğini merak eden pek çok kişiyle de konuşma imkânı bulduk. Şiddet içeren çok az sayıda tepkinin yanında şaşkınlık dolu bakışlarla bu "tuhaf" ortamın ne olduğunu anlamaya çalışanların derdimizi anladıktan sonra verdiği tepkiler oldukça olumluydu. Yanımıza gelerek bizimle konuşan pek çok kişi Türkiye'de daha fazla insanın yaşamını yitirmesini istemiyor, Türkler ve Kürtlerin birlikte kardeşçe yaşamasının mümkün olduğunu ifade ediyordu. "Ama Kürtler de şöyle yapıyor..." diyerek devam eden konuşmalar önyargıların aşılmasının çok kolay olmadığını ancak insanların bir araya gelip birbirini dinledikçe ortak bir nokta bulmanın da mümkün olduğunu işaret ediyordu.
Gece boyunca olumlu görüşlerin yanında saldırgan ve şiddet içeren sözler de telaffuz edildi. Yıllardır pek çok kesimde, medyada yeniden ve yeniden üretilen nefret söylemiyle beslenmiş olan bu tepkilerin bir anda kaybolması elbette beklenemez. Toplum tabanında geniş bir yer tutan terör retoriğinin geriletilebilmesi için tartışmaların oldukça geniş kesimlere yayılması, Kürt sorununun bir terör ve güvenlik sorunu olmadığını geniş kesimlere anlatmanın olanaklarını yaratmamız gerekiyor.
Yaptığım sohbetlerde gözlemlediğim diğer bir nokta Türkiye'de olup bitenlere memnun olmamakla birlikte yapılacak hiçbir şey olmadığını düşünen insanların umutsuzluğuydu. Taksim'deki barış nöbeti şüphesiz oldukça sembolik bir eylemdi. Ancak farklı toplumsal kesimlerden ve yaş gruplarında bir araya gelmiş kadınların barış talebini görünür kılma çabası insanlara umutsuzluğa yenilmeyerek birlikte bir şeyler yapmanın mümkün olduğunu da gösteriyordu.
Eylemin diğer önemli yanı oldukça farklı kesimlerden kadınların ortak bir amaç için bir arada hareket etmesinin mümkün olduğunu göstermesiydi. Farklı siyasi görüşlere ve yaşam deneyimlerine sahip olan Kürtleri, Türkleri, başörtülüleri, başı açık kadınları, feminist, sosyalist, anarşist... kavrayışlara sahip olanları, eşcinsel, transseksüel, heteroseksüel kadınları ve bu farklılıklarını bir kimlik mücadelesine dönüştüren kadınları bir araya getiren; talebi Türkiye'de kadınca yaşayabilmek için onurlu bir barışın sağlanması ve yıllardır sürdürülen kardeş savaşının sona ermesi ve daha fazla hayatın karartılmaması olan bir eylemdi. Tüm farklılıklarıyla bir arada olan biz kadınlar nasıl bir Türkiye'de yaşamak istediğimizi Taksim Meydanı'nda sabahlayarak göstermeye çalıştık. Toplum geneline baktığımızda yukarıda sıraladığım kesimlerin birbirlerinin önceliklerine saygı duyarak birlikte hareket ettikleri elbette söylenemez. Ancak barış ve demokrasi, savaş ve militarizm karşısında pek çok kesimin birleşebileceği ortak bir paydadır. Burada aktivistlere düşen görev ise barış ve demokrasi talebini toplum tabanında yaygınlaştırmanın olanaklarını yaratabilmek, yeni insanlara ulaşmanın yollarını bulabilmek. Bunu gerçekleştirebildiğimiz takdirde birlikte hareket ederken farklı önceliklere sahip kesimler arasında empati yaratmak ve birbirinin sorunlarını sahiplenmek de mümkün olabilecektir.
Eylemin diğer önemli bulduğum noktası ise geceleri erkek kalabalığının son derece yoğun olduğu Taksim Meydanı'nda kadınların kendilerine ait kamusal bir ortam kurabilmesiydi. Feministlerin "Geceleri de Sokakları da İstiyoruz" talebi hiç bu kadar somut ifade edilemezdi diye düşünüyorum. Sabaha karşı geç bir saatte bir grup erkek tarafından takip edilen genç bir kadın bizim oluşturduğumuz alana girerek kendini korumaya alabilmişti. Sokaklarda yaşayan evsiz bir kadın da geceyi barış nöbeti tutan kadınların yanında geçirmeyi tercih etmişti. Geceleri kadınlara kapalı olan sokaklar kadın dayanışmasıyla kadınların rahat nefes aldığı bir ortama dönüşebiliyordu.
Talebimizi sahiplenir kılmalıyız
9 Ağustos sabah saat 09.00'da sonra eren Barış Nöbetinin ardından evlerimize dağılırken birçok soru da kafamda dolaşıyordu. Kürt sorununun çözümüne ilişkin taleplerimizi somut bir biçimde ortaya koymak ve barışa giden yolu örmek için stratejiler geliştirmemiz ve seçilmiş siyasetçiler taleplerimizi yerine getirinceye kadar kadın hareketini nicelik olarak daha fazla büyütmemiz gerekiyordu. Barış İçin Kadın İnisiyatifi'nin İstanbul'daki bir sonraki eylemi 23 Ağustos tarihinde Maçka Parkında gerçekleşecek. Burada düzenlenecek olan kadın şölenini derdimizi daha çok kadına anlatmak ve barış talebini yeni insanların sahiplenmesine zemin yaratmak amacıyla işlevlendirebilmeliyiz.(EA/BÇ)
* Fotoğraf: Aykan Safoğlu