Marilyn French, 79 yaşında aramızdan ayrılmadan önce 15 kitap yazmıştı. Bunlardan üçü Türkçeye çevrildi. İki roman; Kadınlara mahsus ve kanayan yürekler; bir de politik-tarihsel çalışma; kadınlara karşı savaş.
French, Kadınlara Mahsus'u 1977'de, Kanayan Yürekler'i ise 1980'de yazmış, bize ulaşmaları 1981 yılını buldu. O zamanlar E Yayınları'nda çalışan Raşit Çavaş'ın fikriydi sanırım bunları basmak.
1980'lerin ilk yarısında feminizmi tercih eden bizler için çok önemli olan iki kitap oldu; bunlardan ilki kadınlara mahsus'tu. (onun yanında kanayan yürekler'i de okuduk elbet.) İkincisi ise anja meulenbelt'in utanç bitti'siydi. Kendi adıma, politik görüşlerimin pek uyuşmadığı bu iki kadının bu iki kitabının beni derinden etkilediğini, düşünce tarzımı ve bundan daha da önemlisi, o yılarda henüz başında olduğum yetişkin hayatımı değiştirdiğini söylemek isterim.
Marilyn French, bir başka feminist usta olan kate millet gibi, eğitimini ingiliz edebiyatı üzerine yapmış, kitaplarından bir kısmı da edebiyat üzerine. Bu iki romanı, birer tuğla kalınlığında olmalarına rağmen hızla okunur, akıcıdır, insanı sarsar ama derin birer edebiyat eseri oldukları söylenemez.
Öyleyse özellikle de kadınlara mahsus'u kadınlar ve özellikle bizim için bu kadar önemli kılan nedir?
Her şeyden önce hikâyesi. Banliyöde yaşayan orta sınıftan, iki çocuklu bir ev kadının kocası tarafından aldatılıp terk edilmesinin ardından üniversiteye devam etmesi ve son derece heyecanlı, eğlenceli bir hayat yaşaması her kadına ümit verir. Kitabı okuduğumuz yıllarda, bu yolculuğun tam tersine yapıldığını, üniversitede okuyup çok heyecanlı hayatlar süren kadınların daha sonra orta sınıftan ev kadınları haline geldiğini bilmiyorduk henüz. Ama yine de romanın kahramanı mira'nın yaptığının olağandışı ve şahane olduğu aşikârdı.
İkinci nokta, kitaptaki politik bakış açısı. French, kadınlarla erkekler arasındaki çelişkiye (kendisi bundan kadınlara karşı savaş olarak söz eder ve erkeklerin döktüğü kadın kanı hesaba katıldığında yanıldığını söylemek çok zor) apaçık ve korkusuzca işaret eder.
Başka noktalar da var. Feminizm, bütün kadınların kurtuluşunu, ortak bir mücadele içinde kurmayı hedefler. Diğer yandan bir kadın, feminizm aracılığıyla özgürleşirken bir yandan da özgürlükçüleşir. Marilyn French, kadınlara mahsus aracılığıyla birçok özgürlükçüleşme alanı açar önümüze.
Mira, kocasından ayrılıp, üniversiteye başladıktan sonra tayyörlerini bir kenara atıp babaevindeki ilk noel yemeğine bir Hint elbisesiyle, üstelik de sutyen takmadan (iki çocuk annesi bir kadının sutyensizliği ıslak tişört giymiş model/manken sutyensizliğine benzemez) katıldığında okurları da ister istemez, şu meret olmadan memelerim nasıl da rahat eder diye düşünür, misal.
Ama daha önemli meseleler de var. Bunların başında lezbiyenlik geliyor. French konuyu kendi cinsine duyulan aşkın serbest olması meselesinin ötesinde ele alıyor. Lezbiyenlikle erkek eşcinselliğinin arasındaki asimetri, farklılıklar ilk bakışta gözünüze çarpıyor romanda. Ama hepsi bu değil. Lezbiyenlik, kadınlara mahsus'ta, erkeksiz, bir nebze olsun özgür, kadınların birbirlerini sevebilecekleri, anlayabilecekleri bir alanın açılmasına aracılık ediyor, lezbiyen kadınların, çiftlerin etrafında oluşan grup bir kadın ütopyasının nasıl olabileceği hakkında fikir veriyor. Lezbiyenlik aynı zamanda kadınların erkeklere karşı güçlenmesini sağlıyor, onlardan vazgeçebilmenin yolunu açıyor, kadınların bedenlerini, cinselliklerini tanımalarına imkân tanıyor, zaman zaman heteroseksüel kadınların da aklını karıştırarak hepimizin aslında biseksüel olduğumuzu, olabileceğimizi hatırlatıyor.
Hepsi bu değil tabii, kadınların kendilerinden genç erkeklerle birlikte olmaları, uyuşturucu madde kullanımı vb. Daha sonraki yıllarda yıpratılmış yasakların yanı sıra annenin genç sevgilisinin daha sonra kızına da kur yapması gibi dikenli konular da var. French, romanının kahramanlarının, yani kadınların merkezde olduğu bir camianın cennet olduğunu da iddia etmiyor.
Nitekim bu kadınlardan birinin, çok genç bir kızın tecavüze uğramasıyla, var olan toplumda, kendi dünyamızı, "cennet"imizi kuramayacağımızı da gösteriyor French. Kızının tecavüze uğramazı üzerine Val'in giriştiği ve hayatını kaybettiği eylemle birlikte kadınların silahlı politik eylemliliği üzerine düşünme imkânını sunuyor bize French.
Uzun lafın kısası, ilham alınacak çok şey var Kadınlara Mahsus'ta. Kadınların politik edebiyatı diye bir şeyden söz edilecekse, en iyi örneklerinden biri bu roman.
Hepsi bu da değil, deyim yerindeyse hiç "ütopik" olmayan, gerçek durumları da anlatır bize French. Mira, evlilik-çocuk düzeneğine bir kere girmek istemediği için sevdiği ve beraber olduğu ben'i reddettikten sonra yalnız kalır. Hem tadı çıkartılan hem acısı çekilen bir yalnızlık. Pişman mıdır hayır, mutlu mudur, yine hayır. Ama hem mutsuz hem pişman olsaydı daha mı iyiydi? (AD/BÇ)
* Ayşe Düzkan, feminist-gazeteci