30 Haziran'da dünyanın dört bir tarafından gelen kadınlar İstiklal'de kadın hakları ve barış için yürürken, Dünya Kadın Yürüyüşü etkinliklerinde sıkça altı çizilen "Başka bir dünya mümkün" sözüne gerçekten inanmıştım.
Farklı coğrafyalardan, farklı inanışlardan ve farklı dillerden onca insanın aynı amaçlar için yürüyebiliyor olması mutlu etmişti beni.
Gerçi kalabalığın içinden geçen kişilerin "Bunlar kim abi", "Abi, bunlar feminist", "Hadi ya, Türkiye'de feminist de mi varmış!" gibi alaycı sözleri ve onca kadını hele ki "yabancı kadını" bir arada gördükleri için yüzlerine oturan pişkin gülümsemeleri can sıkıcı olmuştu.
Ancak yine de etraftan festival havasındaki yürüyüşü alkışlayarak destekleyen insanları düşününce, yüzümden bir gülümseme ile dönmüştüm eve. Bu gülümseme Rize Belediye Başkanı Halil Bakırcı'nın açıklamalarını okuyana kadarmış.
Bildiğiniz üzere, kendisi bu ülkenin 30 yıldır içinde bulunduğu savaş durumunu Doğu illerinden "kız alışverişi" yaparak çözmeyi önermiş. Ne kadar sosyolojik bir çözüm!
Hatta sorun bu kadar ciddi boyutta iken hâlihazırda evli erkeklerin salt bu sorunu çözmek için ikinci eş almalarını, bunların da Kürt kadınları arasından seçilmesi gerektiğini vurgulamış.
Sözlerine tepki gösterilince de "Maksadım kız alıp vermekle Türk, Kürt, Laz ve diğer unsurlar arasındaki birliği daha da sağlam temellere oturtmak için akrabalık bağlarının geliştirilmesine katkı sağlamaktı" (1) gibi özrü kabahatinden büyük bir açıklama yapmış.
Bu "kız alışverişi" meselesine dikkatinizi çekmek istiyorum. Tarihçi Lerner ilk toplumlarda nüfusu ve insan gücünü arttırmak için kabilelerin birbirlerinden kadın çaldıklarını ve kadın cinselliğinin ve kadın bedeninin bu şekilde meta haline getirilmeye başlandığını söyler.
M.Ö 3500 ve 3000 yılları arasında Mezopotamya'da kent devletlerinin ortaya çıkışı ile birlikte bu devletler arasında çıkan savaşlar, savaşan erkek sınıfını; aynı zamanlarda icat edilen yazı da yazıyı öğrenme hakkını tekeline alan ve erkeklerden oluşan rahip sınıfını güçlendirmiştir.
Yani erkek egemenliği güçlenirken, mülkiyetin babadan oğula geçmesi de buna eklenince kadının bedeni ve cinselliği üzerindeki kontrol, iktidar sahibi erkekler için öncelikli bir konu haline gelmiştir. (2)
Babalar kızlarını kime verecek? Karşılığında çıkarları ne olacak? Kızı şu kabileye verirsek savaş durur belki. Kız yabancıya giderse toprak bölünür. Gelen kız bakalım bakire mi? Toprağa başka kan karışmasın sakın... İşte bu ilkel hesaplar, çağlar boyu erkeklerin gündeminde farklı şekillerde hep yer almıştır.
Elbette ki ataerkil sistemin gelişimi ve bu gelişim içinde kadın bedeninin yeri bir çırpıda anlatılamaz, çünkü bu çok bileşenli bir yapı ve bu sistem aynı ideolojiye bin bir çeşit maske takarak kendisini ayakta tutuyor.
Burada değişen maskelere rağmen, değişmeyen şeyin ne olduğunu anlamak bizim için çok önemli.
Bu sistemde, kadın bedeninin değiştirilebilir bir nesne olduğu fikri hiç ama hiç değişmemiştir. Bu düşünce seks işçiliğinden tutun, başlık parası ile yapılan evliliklere ve kadın bedenini reklam aracı olarak kullanan sektörlere kadar pek çok alanda kendini göstermektedir.
Bu fikrin yaşatılmasında gösterilen ikiyüzlülüğü de unutmamak gerekir. Ataerkil ideoloji, kadın bedeni fuhuş kurumu dâhilinde metalaştırıldığında ( bu kurumu işleten pezevenklere ve bu kurumdan faydalanan müşterilere bakmaksızın) seks işçisi kadınları ahlaksız ilan edip toplumun dışına iterken, aynı bedenin baba ile koca arasında mal karşılığı alınıp verilmesini (söz konusu olan evlilik diye) düğün dernek yaparak meşrulaştırmıştır.
Halil Bakırcı'nın açıklamalarında da işte bu ikiyüzlü ideolojinin yansımaları görülmektedir. Toplumun bütünleşmesi için kadın bedenini değiş tokuş malzemesi yapma fikrinin yukarıda bahsedilen ilkel kaygılardan hiçbir farkı yoktur.
Üstelik burada ikinci eşlerin Kürt kadınlarından alınması tavsiyesi ile ırkçı bir tutum da sergilenmektedir. Bölgede çok eşlilik geleneğinin yaygın olduğu, Kürt kadınlarının buna zaten alışık olduğu ima edilerek, Kürt kadınları apaçık bir biçimde aşağılanmaktadır.
Neresinden tutarsak tutalım, insan olanın içini burkan bir açıklamadır bu. Kendisi özür dilemiş. Özrü kabul edilse ne olur, Halil Bakırcı'nın veya Halil Bakırcı gibi düşünenlerin zihniyeti mi değişir?
Bundan da önemlisi ataerkil ve ırkçı ideolojilerin özrü olabilir mi? İnsanlar üzerinde tamamen keyfi bir biçimde tahakküm uygulayan ve hatta kendilerini yaşatabilmek için insanları öldüren bu ideolojilerin özrü olabilir mi? Bence olamaz, olmamalı.
Halil Bakırcı yaptığı açıklama ile benim yüzümdeki gülümsemeyi dondurdu, canımı çok fena sıktı. Kendisine bir çift sözüm olacak. 30 Haziran'da kadınlar yürüdü Halil Bey, kadınlar yürümeye devam edecek, lütfen yoldan çekilin, ezilirsiniz. (HB/BB)
(1) http://www.radikal.com.tr
(2) Akt. Fatmagül Berktay, Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın, İstanbul: Metis, p. 80-81