Emeğimizin sömürülmesine karşı, sendikalarda yıllarca mücadele yürüttük. Bu mücadelede, kadın olduğumuz için emeğimizin daha çok sömürüldüğünü ve işyerlerimizde daha fazla ezildiğimizi her fırsatta dillendirmeye çalıştık.
Fakat sendikalarda, emek örgütlerinde, bazen, yanı başımızda olan, aynı mücadele içinde yer aldığımız erkeklerin şiddetine maruz kaldık; cinsiyetçi uygulamalar nedeniyle mücadeleden uzaklaştırılmaya çalışıldık; bazen tacize, tecavüze uğradık.
Ama hiç vazgeçmedik. Kadınlar olarak birbirimizle dayanışma içerisinde, sendikalardaki cinsiyetçiliğe karşı mücadeleyi hep devam ettirdik.
Her seferinde fark ettik ki, sendikaların, meslek örgütlerinin tüzüklerinde cinsiyetçiliği, kadınlara yönelik ayrımcılığı, kadına yönelik şiddeti, tacizi, tecavüzü suç olarak tanımlayan maddeler yok.
Bu maddeler olmadığından, çoğu kez kazanım sağlayamadık ve bazen kırıldık, yorulduk, sendikalardan uzaklaştırıldık -Eylem Ateş gibi.
Hava-İş dendiğinde, birçoğumuzun aklına Eylem gelir. Eylem, Hava-İş'te bir süre yöneticilik yaptı. Sadece kendi iş kolunda değil Türkiye'nin her yerindeki grevlerde işçilerin yanında oldu ve örgütlemek için gecesini gündüzüne katarak çalıştı.
Hava-İş'e bağlı sendikalıların hakları için büyük çaba sarf etti. Sendikalardaki cinsiyetçiliğe karşı kadınların örgütlenmesi için çırpındı. Ağustos 2009'da yayımlanan Kadınlar ve Sendikalar adlı kitap da, onun bu yöndeki çabalarının bir ürünü.
Hava-İş Kadın Kitaplığı serisinden çıkan kitap Eylem'in derlediği ve Hülya Osmanağaoğlu'nun Türkçeye çevirdiği, sendikalardaki cinsiyetçiliği anlatan üç uzun makaleden oluşuyor: "Kadınlar, İş ve Sendikalar" (Anne Munro), "Kadınları Sendikacı Yapmak" (Gill Kirton), "Kadınları İçeren Stratejilerin Tanınması" (Jennifer Curtin).
Eylem, kitap için yazdığı önsözde, Türkiye'deki sendikalarda yaşanan cinsiyetçi uygulamaları, kendi deneyimleriyle de harmanlayarak anlatıyor. Sendikaların, kadınları dışarıda bırakarak güçlenemeyeceğini söylüyor.
Ve eğer sendikal mücadelede demokratikleşmeden, daha iyi bir toplumsal hayattan ve daha iyi bir çalışma hayatından bahsedilecekse, kadınları görmeden, onların sorunlarını tanımlamadan ve bu sorunlara çareler üretmeden bunun yapılamayacağını da vurguluyor. Ve hemen birkaç sorundan bahsediyor.
Sanırım hepimiz sendika toplantılarının geç saatlerde, bol sigaralı ortamlarda yapıldığını biliriz. Hatta sendikalar, kahvehaneler gibi, 'erkek' mekânlarıdır.
Bir kadının çocuğunu sendikaya götürdüğünü düşünün; herhalde çocuk sigara dumanı yüzünden öksürük krizlerine girer ya da erkekler ağlayan çocuğa sinirlenip "Sustur şu çocuğu" bakışları atarlar. Ya da, kadın olduğunuz için, sizden çay yapmanızı beklerler.
İşyerinde yaşadığınız tacizin, o toplantı gündemlerinde yeri yoktur. Çünkü tacizin sorumlusu kadınlardır. Kadınlar, patronun tacizinden korunmalıdır. Bir gün bizzat o toplantıdaki bir adam tarafından taciz edilebilirsiniz, ama bu, adamın suçu değildir! Zaten, sendikalardaki erkekler için politik bir mevzu değildir taciz.
Sendikalardaki birçok erkek için politik olan tek mesele emektir. Tamam da, neden, aynı işi yapan kadınların erkeklerden daha az maaş alması ve kadınların emeğinin değersizleştirilmesi mesele olamaz?
Neden, tacize karşı çıktığı için işinden atılan kadınların sorunu mesele değildir? Neden sendikada politika yapmak sadece erkeklerin profosyonellik alanıdır ve bir kadının dışlanma gerekçesini "bu bir bayrak yarışıdır" kelimeleri ile meşrulaştırmaya çalışıp senelerdir kendilerinin o bayrakları daha genç insanlara bırakmadıklarını neden sorgulamazlar?
Eylem, bütün bu soruları yeniden soruyor ve artık, kadınlar ve sendikaların ortaklaşması gerektiğini vurguluyor. Sendikaların kadın örgütlenmesine ihtiyacı vardır.
Asıl ironik ve hazin olan ise Eylem'in kitabının çıkmasından kısa bir süre sonra yaşanan genel kurulda "tabanın insiyatifi" maskesi altında seçime saatler kala yönetimden tasfiye edilmesidir.
Muhtemelen bulunduğu yapıdaki erkeklerden daha çok çalışıp işyerlerinde işçi ile yüz yüze politika yapması, politikada görünür olması, sadece kendi yapısındaki değil tüm emek örgütlerinde yaşanan cinsiyetçiliğe karşı mücadele etmesi aynı yönetimi paylaştığı erkek sendikacılar tarafından tehdit olarak algılanmaya başlanmıştır.
Öyle ya bir örgüt senelerdir tek bir adamla özdeşleşmişken şimdi kendi sözü, politik duruşu olan başka biri "üstelik" bir kadın kalkıp korkusuzca kalabalıklar önünde konuşmaya başlamış, eleştirmiş ve yanlış bulduğu her uygulamayı açıkça ifade etmekten çekinmemiştir. İşte sorun da tam bu noktada başlıyor.
Çünkü emek örgütleri, siyasi partiler, karma örgütler de iktidarların en çok rahatsızlık duydukları profildir bu. Bütün bunlara rağmen kadın mücadelesi Eylem Ateş'in sendikacılık yaptığı kısa süreçte, emek örgütlerinde kadın bakışa açısına sahip olan kadınların nasıl farkındalıklar yaratacağını tekrar görmüştür.
Ama Eylem'in yazdıklarını okudukça, mücadeleyi bırakmayıp devam ettirdikçe, bir gün o sendikalarda mor menekşeler açacak, kreşler olacak, anneleri toplantı yaparken çocuklar oyunlar oynayacak.
Bir tek patronun sömürdüğü emek değil, patronların çalıştırdıkları kadınlara uyguladıkları cinsiyetçilik de, sendikada birlikte mücadele yürüttüğümüz erkeklerin bize uyguladıkları cinsiyetçilik de, Türkiye emek hareketinin bir sorunu olacak.(BB)
Eylem Ateş (haz.), Kadınlar ve Sendikalar, çev. Hülya Karaosmanoğlu
Hava-İş Kadın Kitaplığı, Ağustos 2009, 160 s.