Charlotte Perkins Gilman çoğunlukla bir mizahçı olarak düşünülmez, ancak feminist ütopyası, Kadınlar Ülkesi, mizah dolu bir kitaptır. Yüz yılın başında, toplumsal eleştirmen ve konuşmacı olarak ünlenen Gilman'ın en ünlü eserleri Kadınlar ve Ekonomi ile Sarı Duvar Kağıdı' dır. Bunlardan ilki, kadın tarihinin, sosyolojisinin ve politik ekonomisinin önemli ve köklü bir çözümlemesidir. İkincisi ise delilik üzerine yapılmış ürpertici bir çalışma olup büyük ölçüde otobiyografik öğeler taşır. Ancak Gilman'ın eserlerinin büyük kısmı, yani en az bilinenleri, toplumsal yorumların mizahi bir şekilde anlatımı üzerine kurulmuştur.
Kadın hareketi esas itibarıyla daha yeni, Gilman' la birlikte hayal ürünü çalışmaya kazandırılan, toplumsal eleştiri aracı olarak mizahın gücünü fark ediyor. Gilman, özellikle kadınların "ebedî yeri" ve "ebedî doğa'Tarına ilişkin kabul edilmiş sululukların saç malığını açığa çıkarmak adına gülünç duyarlılıklarımızın çeşitliliğine hiciv, saçma, alaycı, içten kahkaha- başvurmuştur. Gilman, kendine has bir "kadın mizahı" şekillen dirmek için, o sıralar Viktoria devri Amerika'sında, kendi ne vurulan marjinallik damgasını kullanmıştır. Kadınlar Ülkesi (Çev. Seher Özbay, Otonom Yayıncılık, 2007) Gilman'ın mizahı ustalıkla kullandığı eserlerine verebileceğimiz en iyi örnektir.
Charlotte Perkins Gilman, 3 Temmuz 1860'ta Connecticut'a bağlı Hartford'da doğdu. Babası Frederic Beecher Perkins bir edebiyat adamıydı. Charlotte ile erkek kardeşi mutsuz, bir ev ortamında biiyüdüler. Anneyle çocuklar yoksulluk sınırında yaşadılar; on sekiz yıl içinde on dokuz defa on dört değişik şehre taşındılar. Charlotte Perkins hâlâ evde oturan genç bir kadın olarak geçimini tebrik kartları hazırlayarak, sanat öğretmenliği ve mürebbiyelik yaparak sağladı. Uzun süre tereddüt ettikten sonra, 1884 yılında yerel sanatçı Charles Walter Stetson ile evlendi. Bir yıl sonra tek çocukları olan Katharine Beecher doğdu. Doğumun hemen ertesinde Charlotte Stetson öyle derin bir bunalıma girdi, öylesine ümitsizliğe kapıldı ki, kadınların sinir hastalıkları alanında uzmanlaşmış Philedelphia'h ünlü nörolog S. Weir MitcheH'a başvurdu. Mitchellin ünlü "istirahat tedavisi" Charlotte Stetson'a yazı yazmayı sonsuza kadar yasaklıyor, genç kadının okumaya ayırdığı vakti de çok sıkı bir şekilde kısıtlıyordu.
Tedavi Charlotte Stetson'ı delirmenin eşiğine getirdi. Charlotte nihayet doktorunun bu sıkı perhizine uymayı reddetti (bundan sonra hayatı boyunca bir "uzman" tavsiyesine uymayı reddedecekti daima) ve eşi ve çocuğundan uzağa, Kaliforniya'ya kaçtı. Kaliforniya'da bunalımı daha da arttı; kocasıyla barışma girişimleri başa rısızlıkla sonuçlanınca kızını alıp temelli Kaliforniya'ya taşındı. Daha sonra Charlotte ile Stetson boşandılar. Stetson kısa bir süre sonra Charlotte Stetson'm en yakın arkadaşı Grace Ellery Channing ile evlendi; bundan sonra üçü de hayatları boyunca dost kaldılar.
Charlotte Stetson bir süre pansiyon işleterek kıt kanaat geçindi; hem kendine, hem Katharine'e, daha sonra da annesine bakmak zorunda kaldı. Bu zor yıllar içinde yazın ve konuşmacılık kariyerine başladı. Son derece masumane güdülerle Mitchell'in istirahat tedavisini eşine uygulayan bir doktor-koca tarafından delirmenin eşiğine getirilen genç bir kadının acı dolu öyküsünün anlatıldığı Sarı Duvar Ka ğıdı 1892'de çıktı. Bu kitap, Charlotte Stetson'm kendine ve başkalarına verilen zarara karşı güçlü psikiyatri mesleğinden aldığı bir intikamdı.
Walter Stetson'ın yeniden evlenmesinden hemen sonra ebeveynler, çocuğun babası ve onun yeni eşiyle kalmasına karar verdiler; zira çocuk bu yeni eşi hem tanıyor hem de seviyordu. Basın özellikle Kaliforniya'da, o sıralar az çok tanınan Charlotte Stetsoni çocuğunu "terk etmekle" ve "analık görevini yerine getirmemekle" suçladı. Cesareti kırılan Charlotte bu kez evini terk etti. Kendine biçtiği ideolog, propagandacı ve özellikle hümanist rolünü en iyi şekilde yerine getirmeye çalışarak durmadan yazdı, konuşmalar yaptı; 1895'ten 1900'e kadar oradan oraya giderek göçebe gibi yaşadı.
Viktorya çağı zihniyetinin son demlerini yaşayan Amerika'da bir kadından bahsediyoruz burada; öyle bir kadın ki rezil bir şekilde boşanmış (rezil bir şekilde çünkü çiftin boşanmasını gerektiren bir sebep yoktu görünürde, dahası, çift dostane bir şekilde boşanmıştı), sonra çocuğunu babasının ellerine "terk etmiş" ve nihayet sonunda evinin gerçekliğini de reddederek toplumun kendine anne ve kadın olarak biçtiği rolü çiğneyip geçmiş... Charlotte Stetson ilk gençliğinde kendine vurulan marjinallik damgasına bu kez kendi isteğiyle layık olmaya çalışarak kendine bir çeşit sürgün uyguladı.
Bilim ve Hayaller
Gilman, Charles Darwin in evrim teorisi düşüncelerinin ve bunların topluma uygulanmasının savaşının verildiği bir sırada ortaya çıktı. Darwin'in evrim teorisi toplumsal teoriye doğrudan uygulanamıyordu; ancak aydınlar Darwin'in doğal ayıklanma fikrini toplumsal dile çevirip bun arın yorumları üzerine tartışmalar yaptılar. İngiliz kuramcı. Herbert Spenser tarafından oluşturulan ve Amerika'da William Braham Suıumer tarafından savunulan bir görüş, toplum yasalarının evrim sürecinde geri dönüşü olmayan bir şekilde şekillendiğini, dolayısıyla yaşam mücadelesi ile en güçlünün hayatta kalması arasına hiçbir şekilde gırile meyeceğini savunuyordu. Amerikalı bir toplum bilimci olan Leşler krank Ward ise Toplumsal Darwinizm'in bu yorumunu reddediyor, öteki canlıların tersine akla, dolayısıy la da bir kültüre sahip olan insanların, uydukları toplumsal kuralları şekillendirebileceklerini iddia ediyordu.
Gilman çok geçmeden kendini Ward'in ideolojik kampına yakın hissettiğini fark etti. İnsanların kendi kaderlerini kendilerinin belirlediğine, toplumsal değişim hareketi için de evrim teorisinin bir silah olarak kullanıldığına inanıyordu. İnsan doğasının istendiği gibi yoğrulabileceğinc inanan Gilman, insanların, özellikle de kadınların sokulmak istendiği kalıpları yok etmenin yollarını aramaya başladı. Gilman'ın Toplumsal Darwinist düşüncenin bu kanadına yaptığı en belirgin katkısı, kolektif bir varlık olarak kadınların, kendi leri de istedikleri takdirde, toplumun yeniden kurulmasın da itici güç olabileceklerine dair iddiası olmuştur.
Yüz yılın başında Gilman'ın düşünceleri olgunlaşmaya başladı, zamanın birçok aydını (özellikle sosyal bilimlerin yeni dallarında çalışan aydınlar) gibi Gilman da bir kuram oluşturup ne sınıf ayrımının ne de kontrol edilemez bireyci igin olduğu bir dünya yaratmak için çabaladı. Giman toplumsal sorunlara bir açıklama getirmeye kalkışmadı, yeni çıkan bu disiplinlerin uzmanlarından bu sorunlara çözüm getirmelerini de istemedi. Bu süre içinde ortaya çıkan yeni sosyal bilimler, sosyoloji, antropoloji, psikoloji ve siyaset bi limini ayıran farklılıklara rağmen, hepsini ayrı bir grup yapan toplumla ilgili ortak varsayımları savunuyordu. Yine hepsi de eğitimli, tarafsız, görünürde siyasetten arınmış; ama aslında egemen ideolojiye bağlı uzmanlar tarafından güdülen toplumsal akla inanıyordu.
Kendisini hümanist olarak tanımlayan Gilman "sadece toplumsal ilişkilerde insan olduğumuzdan insan olmak için kadınların insanlığın hayatının bütününde yer alması gerektiğini" savunuyordu. Yaşamları sınırlandırılan kadınlar, insanlığın ilerleyişini yavaşlatıyordu. Organizmanın büyümesinde bireyin ya da toplumsal varlığın fiziksel, entelektüel, manevi ve toplumsal alanların hepsinde kadının gücüne ihtiyaç duyduğunu söyleyen Gilman, bu dört alanın her birinde kadınların insanla ilgili işlerde göz ardı edildiğini belirtiyordu.
Gilman, kadının tarihsel boyunduruğunun, kadının tarımda ürettiği üretim fazlasının erkek tarafından el konulmasıyla başladığını söylüyordu. Gilman'a göre bu durum, boyunduruğun ilk biçimiydi, daha sonra sömürü için model olmuştu. Bu boyun eğme kadının gelişimini durdur muş, böylece bütün kadınları insanlığın dışına itmişti, ürkek özelliği dediğimiz cesaret, güçlülük, yaratıcılık, cömert lik ve dürüstlük gibi özellikler aslında bütün insanlara özgü özelliklerdir; ne var ki bu gerçek, kadınlardan esirgenmiş, böylece kadınlar bunların sadece erkeklere özgü özellikler olduğuna inandırılmalardır. Bir kadının ise "namuslu" olması için gereken tek şey "namus", yani bekârettir. "Kadınlar gelişmemiş erkek değildir," demiştir Gilman, "ancak insanlığın yarısını oluşturan kadınlar gelişmesi engellenmiş insanlardır."
Gilman defalarca, kadın ve erkek cinsiyetleri arasındaki en önemli gerçek bizi ayıran farklılıklardan ziyade paylaştığımız ortak insanlıktır, diye belirtmiştir. Ne var ki kadınla rın otonomisi ellerinden alınmış, dolayısıyla gelişebilecekleri bir ortamdan yoksun bırakılmışlardır. Erkekler de aynı şekilde egemenlik ve iktidar gibi alışkanlıkları yüzünden çarpık kişiliklerden muzdariptir. Bu nedenle hem erkekleri hem de kadınları içeren sağlıklı bir toplumsal organizma kadınların otonomisini gerektirir. Bu otonomi ise yalnızca kadınların kolektif siyasi hareketi sayesinde kazanılabilir.
Gilman bu sözleriyle şunu kastediyordu: Birçok kadın nasıl kendi boyunduruğuna, kulluğuna razı olarak toplumsallaşmışsa, aynı şekilde hümanist-sosyalist bir dünya için çabalamaya da razı edilebilirdi. Gilman'a göre atılacak ilk adım dünyanın ideolojik alandaki kötü durumunu çözmeye yönelikti ve kendisini de kadınların zihninde ufuklar açmak için şiddetli bir savaşa katılmış görüyordu.
Gilman'ın amacı bilinci değiştirmek olduğundan, yazar bir taraftan bilim ve teknolojiyi, diğer yandan pastoral yaşamın güzelliğini ve sadeliğini kapsayan, aynı zamanda bu iki tarafın da büyük hatalarından kaçınan bir maddi dünya yaratmakta özgürdür. Onun teknolojisi insanla rı yönetmez, onların ihtiyaçlarını karşılar. Ayrıca bilimle uğraşan seçkin insanlar yapay istekler yaratmazlar; çünkü ortada ne seçkinler, ne bilimciler ne de başka bir şey vardır. Eserdeki pastoral özelliklerin sanayi öncesi bir dünyayla il gisi yoktur, insan, daha doğrusu bu eserde kadın yeniden yaratılırken masumiyetle yaratılmamıştır; çünkü Gilman'a göre masumiyet, özgür olmak isteyen bir kadının kurtulması gereken ilk zincirdir. Kadınların masumiyeti yalnızca erkeklerin işine yarar.
*Chatlotte Perkins Gilman'ın Kadınlar Ülkesi Kitabındaki Ann Lane'in Önsöz'ünden kısaltılmıştır- Çev: Seher Özbay, Otonom Yayıncılık, 2007.