Cezayir'deki Kadınlararası İletişim Derneği üyesi gazeteci Yasmina Medani, Cezayir'li kadın hakları mücadelecisi yazar-öğretmen Leila Hamouténe'le görüştü.
Cezayir'in edebi panoramasında, Hamouténe'in sesi eşsizdir. Ain El Baida'lı bu öğretmen ülkesindeki kadın özgürlükleri mücadelesi içinde yer aldı.
1992'de kısa hikayelerinden oluşan bir koleksiyon "Abis" (l'Abime) yayınlandı. 2000'de yayınlanan romanı "Yasemin ve Kan"ın (Sang et Jasmin) ardından, bazı şiirlerini topladığı "Cezayirli Çocuk" (L'enfant algérian) bir Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) temsilcisinin isteği üzerine yayınlandı.
Hamouténe'in son yayınlanan kitabı kısa hikaye formundaki "Kum Saati" (Le sablier) oldu.
"Aşk zaferleri Cezayir için umut"
Y. M: "Yasemin ve Kan", Cezayir'de on yıl süren bir şiddet ve karışıklığın başlangıcında geçiyor.
L. H: Toplumun tamamı acı içindeydi ve olaylar kadınlarla çocukları umutsuz bir durumda bıraktı. Aynı anda herkes, aşırı dinci Müslümanların sistematik saldırısına uğradı. Roman, her gün kayıp verdiğimiz ve karanlık yıllar olarak anılan 1993-94 yıllarında geçse de, benim "Yasemin ve Kan"da göstermeye çalıştığım başka bir şey var:
Kitabın her yerinde bahsedilen aşk zaferleri, aslında Cezayir için de umut yaşıyor.
Y. M: Çalışmalarınızda neden kadınlar, çocuklar ve genç insanlar merkezi bir rolde?
L. H: Çünkü onlar savunmasız. Kadınlar her toplumda savunmasızdır, ancak bilhassa Müslüman toplumlarda daha da artar bu savunmasızlık durumu. Kadınlardan beklenen ilk şey, toplumun diğer üyelerinden daha fazla İslam hukukuna göre yaşamasıdır. Onlar kendilerini kapatırlar ve itaat ederler. Bu trajik bir durum, çünkü İslamiyet tam tersini öğretiyor.
İslamiyet, daha sağlıklı bir toplum yapısı için pek çok iyi değeri benimser. Ancak yanlış yorumlanıyor ve tamamen farklı sonuçlar ortaya çıkıyor. Bir öğretmen olarak işim gereği karşılaştığım çocukların tümü aynı derecede savunmasız ve aşırı dincilerin baskısı yakalarını bırakmıyor.
"Abis"in içinde geçen, hikayelerimin birinde, "Tutsak"ta (Otage) genç insanların okullarda nasıl etkilenerek, ailelerden koparıldığını ve köktendinciliğe sürüklendiğini anlatıyor.
"Kadınların çarşaf giymesine gerek yok"
Y. M: Şimdilerde yaygın bir moda olan küçük kızların çarşaf giymesi hakkında ne düşünüyorsunuz?
L. H: Bu durumu berbat buluyorum. Siz bunu sorunca şok oluyorum ancak bu, küçük kızlara çarşaf giydirilmesini isteyen bir toplum ve bunu da o kızları erkeklerin bakışından ve pedofiliden korumak amacıyla uygun gördüklerini belirtiyorlar.
Daha önce, son derece aydın bir imamın "bir kadının çarşaf giymesi onun onurunu temsil eder" dediğini duymuştum. Ancak, biz onurumuz için çarşafa ihtiyaç duymuyoruz.
Y. M: Cezayir'i ya da diğer Müslüman ülkeleri terk eden kadın yazarların ortaya çıkışını nasıl değerlendiriyorsunuz?
L. H: Bu durumun, geleneksel örnekleri Akdeniz İspanya, Türkiye ve Portekiz'de var. Kendini arayan, dua eden ve tanrı arasında bir bakışa doğru yönelen bir kadın yazar temsiliyeti ortaya çıktı. Çok sayıda akademik yayının ve kitabın okutulmadığı, üniversitelerinin reforma ihtiyaç duyduğu yerlerde kadın yazarlar son derece arttı. Ancak özellikle Cezayir'de bu anlamda bir kültürel elit boşluğu da mevcut. (YK/GG)
* 17 Aralık 2007 tarihinde euromedcafe.org internet sitesinde yayınlanan orjinal metinden Yeliz Kızılarslan Türkçeleştirdi.