Fotoğraf: Evrim Kepenek/bianet
2021, 5 Ocak’ı 6’sına bağlayan gecede yazıyorum bu yazıyı. An itibariyle 2021’de 6 kadın öldürüldü Türkiye’de: Sevda Kösecik, Selma Taşkömür, Kristina Novytska, Vildan İnce, Aslıhan Dal ve Gülsüm Doğan. Gülistan Doku da bir yıl önce, 5 Ocak 2020’de kaybolmuştu, hala ondan bir haber yok.
Bu sayılar, tarihler, isimler ne anlama geliyor sizin için? İstatistik verisi mi bunlar, üçüncü sayfa haberlerinden parçalar mı, uydurma mı? Kendi kendilerine sayılar uyduruyorlar demişti ya hani bazı devlet yetkilileri, gerçekten öyle hayali “şeyler” mi bu sayılar?
Maalesef hepsi gerçek, hepsi birer insan, hepsi yok olan birer yaşam. Türkiye’de kadınlar bu sayılardan bir sayı olmamak için, bu listelerde bir gün isimleri geçmesin diye her an her saniye mücadele veriyorlar. Bir anlmda her an öldürülmemeye çalışarak yaşıyorlar.
Kadın olmak
Bu cümleler belki bazılarına abartılı gelebilir. Siz evinize yemek siparişi verirken, eve tamirci ya da marangoz çağırırken, komşunun kapısını tıklatıp “ya zahmet olmazsa beş dakika uğrasan, yalnız olmayayım…” dediniz mi hiç? Gece dolmuşla, otobüsle eve dönerken, araçta şoförle yalnız kalan son yolcu olmamak için beş durak erken inip yarım saat eve yürüdünüz mü? Birinin sizi takip ettiğini fark ettiğinizde telefonunuz çalmış gibi yapıp “tamam baba beş dakikaya geliyorum!” diye bağıra bağıra konuştunuz mu, adımlarınızı hızlandırıp can havliyle evinize attınız mı kendinizi? Türkiye’de yaşayan bir kadınsanız eğer, bunları muhtemelen çok kez yaşadınız ve yukarıdaki sayıların da lafların da abartı değil hayatın kanayan gerçekleri olduğunu biliyorsunuz.
Vitrin mankeni
Kadınlar sistematik olarak saldırı ve baskı altındalar. Yukarıda bahsettiğim daimi endişe ve korku halinin yanında; ailelerin, toplumun ve devlet yetkililerinin ezici tutumlarıyla ve söylemleriyle başa çıkmaya çalışıyorlar. Hangi birinden bahsedelim ki? Yeni yılın ilk gününde Cumhurbaşkanı Erdoğan siyaset sahnesinde yer alan özgür bir kadına sırf başörtülü ve CHP’li olduğu için “vitrin mankeni” dedi. Bu söz bize Türkiye’yi yönetenlerin kadına bakışını anlatıyor.
Bir kadın kendi aklı, becerisi ve iradesiyle istediği siyasi partide istediği görevi üstlenemez onlara göre; hele ki önemli bir mevkiye gelmişse o kadın, orada ancak “sembolik” olarak bulunuyor olabilir ya da şu son derece vasat tabirle “vitrini doldurmak için”. Kadınları başta siyaset olmak üzere hiçbir alanda ana aktör olarak görmek istemeyen bu zihniyet, elbette kadına karşı şiddeti ve kadın cinayetlerini durdurmak için gerekli adımları da atmıyor. Toplumun en tepesindeki yöneticilerden gelen bu düşmanca ve aşağılayıcı tavırlar, kadının insan değil de sadece erkeğin yanında ikincil bir varlık olabileceği imaları, tacizleri de cinayetleri de meşrulaştıran sözde kültürel normlara hizmet etmekten başka işe yaramıyor.
Anne olmak şart mı?
Aynı minvalde başka bir açıklama on gün kadar önce Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’tan geldi. Erbaş, Aile ve Dini Rehberlik Büro/Merkezlerinde (ADRB) çalışan personele yönelik hizmet içi eğitim adı altında yaptığı konuşmada kadınları sınırlayan ve kapasitelerini aile kurmaya indirgeyen sözler söyledi. En çarpıcı cümlesi ise şuydu: “Hiçbir meslek ya da hedef aile olmaktan, anne olmaktan daha önemli kabul edilemez.”
Her şeyden önce, Diyanet İşleri Başkanı’nın Türkiye toplumunun kadınlarına kariyer hedefi belirlemek, bu konuda onlara yol yordam göstermek gibi bir vazifesi yoktur ve olamaz. Bu sözler, anne olmayı tercih etmeyen ya da evlenip aile kurmayı istemeyen kadınları ötekileştiren, dışlayan ve kadınların bütün kariyer ve meslek hedeflerini küçümseyen sözlerdir. Anne olmak, evlenmek ya da aile kurmak, kadınların bu dünya üzerinde yapabilecekleri binlerce şeyden yalnızca bazılarıdır ve özgür irade ile karar verilerek yapılması gereken şeylerdir.
Her kadın, eğitim ve iş hayatında erkeklerle eşit şartlara sahip olmalı, istediği alanda kendini geliştirip istediği işi yapabilmeli, özel hayatı için de tüm kararları bağımsız şekilde kendi başına verebilmelidir. Diyanet’in ya da başka kurumların, devlet yetkililerinin, baskıcı ebeveynlerin bu konuda söz söyleme hakları yoktur, zira bunlara karışmaları kişinin özgürlüğünü ihlal etmek olur. Sayın Erbaş bize “annelikten daha önemli bir işiniz yok” derken kadınları eve hapsetmeye, bizi çocuk doğurup büyütmekten başka misyonu olmayan, toplumda yeri ve etkisi olmayan pasif bireylere dönüşmeye davet etmektedir. Bahsettiği kendince “ideal” olan bu kadın profili, erkeklerin kadınlar üzerindeki iktidarını kuvvetlendirmek, kadının emeğini daha çok sömürebilmek ve kadını her alanda kontrol etmek için ürettikleri dramatik bir hayalden fazlası değildir ve kadınlar bu gerçeği her fırsatta onların yüzlerine vurmaya devam edecekler.
Mücadele tek alanda değil
Tüm bunları birlikte düşündüğümde aslında şunu anlıyorum: Kadınların mücadelesi tek bir alanda değil, tek bir odakla da değil. Buna en çarpıcı örnek başörtüsü gibi sadece kişiyi ilgilendiren bir meseleyi yıllardır siyaset malzemesi olarak kullanmaktan geri durmayan iktidar ve destekçilerinin bugün nerede başörtülü muhalif görseler onlara saldırmaları ve bu kadınları sahtekarlıkla itham etmeleri, aynı anda da sözde muhalif olan bazı kişilerin başörtülü bir hakime güvenemeyeceklerini açıklamaları olabilir.
Kadınlar olarak giydiğimiz kıyafetten hayatta yaptığımız şeylere, attığımız her adımdan gittiğimiz her yere, yediğimiz içtiğimizden görüştüğümüz kişilere kadar her şeyimiz sürekli mercek altında. Sosyal baskılar, kadını ikincilleştirme çabaları, başörtülülere yapılan saldırılar, açık giyinenlere edilen hakaretler, tacizler, tecavüzler, cinayetler… Hepsi birbiriyle bağlantılı, hepsi kadının toplumdaki yeri için verdiğimiz kavgada birer öge.
Kadınlar haklarını alırlar
Şunun anlaşılmasını çok isterim: Kadınlar kendi değerlerini artırmak için değil, zaten sahip oldukları değerin toplumda hak ettiği konuma gelmesi için savaşıyorlar. Erkekler bizi anlasın, bizi taciz etmesin, bizi öldürmesin diye değil; erkekler kendilerinde bize zarar verecek bu gücü ve cesareti artık bulamasınlar diye veriyoruz bu savaşı. Çünkü erkek iktidar kadına hak vermez, kadınlar kendi haklarını kendileri alırlar.
(NÖ)