“Küçük sayılardan başlayarak, bu mağden yağmalanmıştır. 13 artık bitmiştir örneğin, 29, hatta 1297, hatta 35542121. Artık tükenmiş olan 3000 basamaklı sayılar biliyorum. Bir banka hesabını açan, bir nükleer bombayı harekete geçiren sayılar vardır, ama değerlerini tek bir tekrarda bitirir”. (Orhan, 2016, s.218).
Selçuk Orhan Doğan Kitap'tan yeni çıkan üçüncü romanı Güzel’de sahipsiz gecelerin ve kaçamakların evrenini sade, samimi, dalgın ve derin bir dille buluşturur. Edebiyat öğretmeni Garip uzak bir evrende yaşar. Yusuf Kula, imam müdür olmuş, din dersi hocası aynı zamanda bir yerde ve bir zamanda. Allah’a inanmanın türlü yollarını anlatır Garip’e. Garip sara nöbetlerinin hastasıdır. Düş dünyasında gezindiği bilinsin istemez, amma velâkin hastalığı gizi sevmeyen bir hatalık olmuştur. Lisede öğrenci Efkan Ayşa ile kaçacaktır okuldan çıkınca bir gün. Macerası başlayacaktır…
Garip’in hastalığı kendi seçimi değil, Tanrı vergisidir.
Liseli genç kız Ayça, aşkı tatmayı isteyecek kadar aslında yollara vurgundur. Okuduğu liseden ve ailesinden kaçma düşü de yeni değildir. Bir toy oğlanı Efkan’ı ayartacak ve kaçacaktır, bilir bunu, bilir oğlan da; çünkü
“nedir” olduğunu bilmeden âşıktır genç güzel kıza. Karşılıksız kendinde sevgidir Efkan’ın Ayça’ya aşkı. Örneğin Efkan’ın beceriksiz duygusallığına örnek şu satırları okuyalım. İlk karşılaşmalardan birinde Ayça’ya güzel diyalogların yazarı üstat Orhan şöyle bir replik verir:
“-Sen güzel misin? Deyiverdim; saçmasapan bir laf işte.
“Nasıl yani?”
“Güzel misin işte? Kızlar güzel ya da çirkin olur ya…”
“Güzellik görece bir şey” diye yaşının ukalalığıyla karşılık vermeye çalştı.
“Ama değil, bak” –Stendhal’i gösterdim- “kitaplar bile güzelleri çirkinlerden ayırıyor”…
Efkan ile Ayça birlikte el ele yok olduklarında, Garip kızın günlüğünde evden kaçışının ardından bulunan günlükte adı olan tek öğretmendir. Garip inanmaz önce, Yusuf Kula’nın, imamın kendisine bir oyun oynadığını düşünür. “Ne işi vardır bir genç kızın günlüğünde adının” diye sorar kendine; geceleri bu yüzden haram olur ona. Gecelerin gazabı acımasızdır. Tıpkı Efkan’ın karşılıksız aşkı gibi.
Düş ve giz hastalığı sarası sıkça nükseder bilinmez neden…
Sözgelimi daha hemen söze giren üstat Garip’i düş aleminde resmen yalnız bırakır, başka birinin kalıbında kasıntıya uğratır: “Kendi bedenimin kokusundan ürperiyordum. Sınıftaydım, ama hep olduğum gibi kürsüde değil, en arkadan bir öndeki sırada… Sıramda dikleşip yay gibi gerilmiştim. Çözülüp çığlık atmamak için kasılıyordum. Gömleğim, eteğim, giyindiğim her şey daralıp bedenimi mengeneye almıştı. O, beni birkaç dakika bırakıyor, tam gevşediğim anda bir şey daha yapıyordu… sırtıma dokunuyor, saçlarıma ya da kulağımın arkasına üflüyor ya da sadece ellerini yaklaştırıyordu” (Orhan, 2016, s.11-12) diye sürer gider kendisi olamayan adamın kabusu…
Kabusu daha sonra tadacak gençler kaçışta başarılıdır, kente değil bir kasabaya kaçarlar. Orada küçük bir iş bulurlar. Eyüp diye bir mafya üyesinin emrine girerler. Eyüp de kadın kucağı arar, şöyle bakalım şimdi: “Bir kadının önünde soyunmak insanı sandığından çok yoruyor. Pantolon ile gömlek bir türlü yapışkan bedenimden çıkmak istemedi. Yatağı kapadık, Gönül’ü altıma aldım. Belki acele ettiğimden bilmiyorum, sıcakla birlikte sanki demirden bir top gelip göğsümle boğazımın birleştiği yere oturdu, nefes alamadım, başıma ağrı zıpkın gibi saplandı. Bez bebekten faksız bir haldeydim; beni dizine yatırdı…” (Orhan, 2016, s.190).
Eyüp Ayça’yı da ayartacaktır. Zaten kaçışları pek de matrah değildir, ne kız dağa kaldırılır, ne Jandarmalar yol kesip bulur, arkalarında bıraktıkları izleri. Ancak izi bulan bir mafya örgütünün üyesi olacak; oğlandan kızı da yatak bilgisiyle almaktan hiç gocunmayacaktır. Aşk şehvete ne güzel de yenilir değil mi üstat?
Selçuk Orhan içerisine dalmaz yazar olarak yarattığı figürlerin. Ama bir düş gezginliği yapmadan da edemez. Karakterler imam dışında, üçlü bir pi sayısının niteliğine sahiptir.
Kitabın kapak desenini çizen ama kapağın tatsız bir desenle dizayn edilmesine şaştım kaldım, desem az söylemiş olur. Oysa Mehmet Erte’yi çok uğraştırır yazar; beğenmez hiçbir pili vajinayı. Erte kadını baş aşağı uzanır ve bir bacağı havada kalıncadır. Çizere göre bacak düz, yukarı tırmandığı için kalın görünür.
Ülkemize müstehcen gelmiş olan vajina yerine çizilen pi sayısı, kadının ve evrenin sonsuzluğuna ağıttır.
Orhan’ın her tümcesi gibi her sözcüğü de bir pi sayısı kadar sonsuzluk özlemine çağrıdır. Ebediyen alıntılanacak bu kadar çok epigraflı bir roman daha görmemiştir okur. Okurken not almayı bu yüzden bir kenara atmalı ama çizmeli sürekli ve sonsuzca her sayfadaki sayısız güzelimsi sözcüğü.
Endamıyla dans etmeli pi tarzı bu sözcüklerle…
Selçuk Orhan’ın sevişme sahneleri belki de en romantizme yaklaştığı andır romanda. Ama uzun sürmez bu düş ve gizem ve beden ilahisi. Ardından soğuk bir cinsellikle karşılaşırız. Arzu burada saf ve devingen ve vahşidir. Bu satırlardaki şehvet okuru çepeçevre sarar, bendeki etkisi bu oldu.
Öyküler pi misali sonsuzlaşacağından romanın bittiğini düşünemiyorum. Yazar kusura kalmasın. Verdiği sona inanamadım. Genç kız mafya düşkünüyle kalır, jandarma içinde ne olduğu bilinmez depoları kuşatır ve yakar. Kız kaçışında devam eder, oğlan jandarmaya yakalanır. Tek başınadır ama yalnız değildir.
Yaşamın en güzel dersini almış, kadının sonsuzluğuyla kucaklanmıştır… (NTC/YY)
* Güzel, Selçuk Orhan, Doğan Kitap, Mart 2016, 264 sayfa