25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü.
Günün anlam ve önemini Evrim Kepenek’in bugünden itibaren yayınlayacağımız kapsamlı haber dosyasının “başlangıç” yazısından okuyabilirsiniz.
Bugüne kadar özellikle yaygın medyanın kullandığı bir kalıp var: Kadına yönelik şiddet ya da kadına şiddet… Bianet ise uzun bir süredir “erkek şiddeti” tanımını kullanıyor.
Peki neden kadına yönelik şiddet değil de erkek şiddeti?
Sizi 13 Kasım Perşembe akşamı BİA Atölye salonuna götürmek isterim… Bia Çarşambası, “Medya Dışı Sesler” buluşmasındayız. Konuğumuz feminist avukat Meriç Eyüboğlu. Kolaylaştırıcı olarak da Gazete Duvar yazarı, gazeteci İrfan Aktan var.
Konu “Erkek şiddeti, cezasızlık ve medya…” Gazete Duvar’da gündem oluşturan röportajlara imza atan İrfan Aktan’ın canlı röportajına tanık olmanın keyfini yaşarken, Meriç Eyüboğlu’ndan erkek şiddeti, haksız tahrik indirimi, iyi hal indirimini, İstanbul Sözleşmesini, hayatını savunan kadınları ve davalarını dinledik.
Sohbeti izlemek ve okumak isteyenler buradan ulaşabilir…
Ben 25 Kasım nedeniyle özellikle kavramlar ve dil kullanımı konusunu açmak istiyorum: Kadına yönelik şiddet mi? Erkek şiddeti mi?
Meriç Eyüboğlu şunları anlattı…
“2007 yılında Hürriyet Gazetesi “şiddet”le ilgili kampanya başlatmıştı. Bir şiddet hattı kurulmuştu. Bu kampanya, o günlerde 1987 yılında yapılan Dayağa Karşı Kampanya’nın 20. yılı eylemleri için toplanmakta olan bizler arasında bir tartışma başlattı.
O tarihe kadar feministler olarak “kadına yönelik şiddet” diyorduk, bu sözü sorgulamış mıydık bundan da emin değilim doğrusu. Kendi aramızda, iç dilimizde böyle diyorduk ama bizim açımızdan ne dediğimiz, kimi işaret ettiğimiz ve fail belliydi.
2007 yılında “kadına yönelik şiddet” yerine artık “erkek şiddeti” demenin ve faili özel olarak işaret etmenin önemli olduğuna karar verdik. Bu kavram yıllar içinde yaygın kullanılmaya başlandı. Bianet haberlerinde de, bugünkü toplantının başlığından da görüleceği üzere “erkek şiddeti” kavramı uzun zamandır kullanıldığını biliyorum.
Sözlerin, kelimelerin içinin kolaylıkla boşaltıldığı bir dünyada yaşıyoruz. Kavramları nasıl tanımladığımız, içini nasıl doldurduğumuz derdimizi anlatabilmemiz için önemli elbette.
Failin biyolojik olarak erkek olmakla sınırlı olmadığını aslında “erk” olan olduğunu da LGBTİ hareketinden öğrendik yıllar içinde…”
TIKLAYIN - Erkekler, Ekim'de 23 Kadını Öldürdü
Medyada giderek erkek şiddeti kavramı daha fazla kullanılmaya başlandı. Bu 25 Kasım belki de bu kavramı yaygınlaştırmaya vesile olur…
Tahliye edildi diyememek
“… sanığın tahliyesine…” Eğer zamanında basılması gereken bir gazete yapıyorsanız bu karar mahkemeden çıktıktan sonra sanık kim olursa şu başlığı atabilirdiniz: “… tahliye oldu”
Baskıya yetişmese bile bürokratik yazışmalar bittikten sonra o kişinin tahliye edileceğini yani özgür kalacağını varsayabilirdiniz…
Di’li geçmiş zaman kullanıyorum çünkü artık, tahliye kararı verilen bir kişinin cezaevinden çıkacağını varsayamazsınız… Çünkü bir itirazla cezaevinin diğer kapısından “içeri” girebilir. Bunun son örneği Ahmet Altan oldu. Tahliye olduktan bir hafta sonra itiraz üzerine yeniden tutuklandı.
Tansu Pişkin, bir süredir devam eden bu uygulamanın mevzuat yönünü araştırdı. Ortaya çıkan durum şu:
“CMK 104/2’deki “Şüpheli veya sanığın tutukluluk halinin devamına veya salıverilmesine hakim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir” cümlesi, 24 Aralık 2017 tarihli 696 sayılı KHK’nın 93. maddesiyle değiştirilerek, "ret kararına" kısmı kaldırıldı ve “Bu kararlara itiraz edilebilir" şeklinde düzenlendi.
Savcının itiraz süresi tıpkı avukatların mahkemelerin ara kararlarına itiraz süresi gibi 7 gün. Bu şu anlama geliyor: yargılandığınız mahkeme hakkınızda tahliye kararı verse bile savcının karara itiraz etmesi durumunda, itirazı değerlendiren mahkemenin “hızına” göre en az bir hafta daha tutuklanma riskiyle yaşamaya mecbur bırakılıyorsunuz.”
Tansu Pişkin, haberinde avukat Sennur Baybuğa ve Ankara Baro Başkanı Erinç Sağkan ile konuştu. Her iki hukukçu da durumu eleştirdi.
Avukat Baybuğa “Burada, aynı seviyedeki iki mahkemenin birbirinin kararlarını tartışmasına olanak sağlayan bir boşluk var” derken, Sağkan ise “Mahkeme tutuksuz yargılamanın devam etmesi gerektiğine karar vermişse bu aşamadan sonra artık tutuklama kararı verilmesi açıkça cezalandırma aracına dönük olarak kullanıldığını ortaya koymaktadır” diyor.
Yani ortada kişiye, sanığa göre değil genel bir hukuk tartışması bulunuyor.
Tansu Pişkin’in haberini ve hukukçuların yorumlarını buradan okuyabilirsiniz…
Ateşten kaçarken elleri yanan koalalar
İklim krizi türleri yok etmeyi sürdürüyor. En son Pınar Tarcan’ın çevirisiyle yayımladığımız habere göre Avustralya'nın New South Wales eyaletindeki orman yangınlarında bir koruma alanındaki 600 koaladan en az 350’si öldü.
Hayatını kaybetmeyen koalaların büyük bölümü de elleri yanık şekilde koala hastanesinde tedavi altında.
Uzmanlara göre koalalar sayılarının bu hızda azalmaya devam etmesi halinde, bu yüzyılın ortasına kadar yok olma tehlikesiyle karşı karşıya.
Berkin Elvan davası
Ayça Söylemez, Berkin Elvan davasıyla ilgili önemli bir raporu özel haberi olarak gündeme getirdi. Söylemez'in haberine göre mahkemeye sunulan Jandarma bilirkişi raporunda, Zet silahını ateşleyen sanık polisin, biber gazı kullanmada "bilinçli olduğu" sonucuna varıldı. Rapora göre olay yerinde ve saatinde göstericilerin eylemi de yoktu. 6.5 yılın sonunda Berkin Elvan davasında gelinen noktayı da avukat Çiğdem Akbulut, raporu ve haberden bir gün sonra görülecek duruşmayı şöyle özetledi: "Bu rapor aslında bize yine bir şey söylemediği için bu kez Adli Tıp Kurumu'ndan gelecek raporu beklemek üzere yeni bir duruşma günü alıp ayrılacağız."
Adalet yerini bulur mu?
Bir süre önce dava haberlerinin, haberin kaynağından adliyeden takibinin ne kadar önemli olduğunu yazmıştım. Tansu Pişkin geçen hafta birçok kişinin gündeminden silinen bir davayı takip etti.
11 Aralık 2016’da çöp atmak için sokağa çıktığı sırada uyuşturucu ticareti yapan iki grup ile polis arasındaki kovalamacanın ortasında kalarak göğsünden vurulan Hamit Yarış’ın davasını…
Tansu Pişkin, kardeşi için adalet arayan abla Aysel Ergün’ün şu sözleriyle başlamıştı haberine: “Bak ne diyor arkanda; adalet mülkün temeli… Yukarıda Allah, aşağıda adalet… 3 senedir kardeşim için kan ağlıyorum. Sizin vicdanınıza bıraktım, adalet yerini bulsun.”
Duruşmada ise sanık polislerin yorucu ve masraflı olduğu için duruşmalardan vareste tutulmak istediği talebi gündemi geldi. Abla için bu ayrı bir yıkımdı: Bir can gitti bir can, masraf oldu diyorsunuz…”
Adliye koridorlarında her gün adalet peşinde koşan onlarca insan var. Her dava ayrı bir hikaye… Ve takip edildiğinde aynı zamanda hukuksuzlukların da ortaya konulduğu özel haberler demek…
Adliyeden bakmaya devam edeceğiz...
İyi haftalar olsun...
(DB)