Kertenkele hızına benzer, kafamızın içindeki günlük sesler. Saçımız, başımız, kusurlarımız, oramız buramız, bir başka hemcinsimizin orası burası... Günün bilmem kaç dakikasını bunlara ayırdığımız "ömrümüzün bilmem toplam kaç yılını bu eften püften şeylere harcadığımız" gerçeği. Örneğin, Arkeolojisi Müzesi'ne giren kadının ilk odaklanacağı şey bir başka ziyaretçi güzel hemcinsi mi olur sizce yoksa Ağlayan Kadınların Lahdi mi? Eften püften dediğime bakmayın. Kadının ilgi duyduğu erkek için ya da kadın için süslenmesinde garipsenecek bir durum yok. Ama bu hoş halin zaafı kadına yönelik bakışı bulanıklaştırıyor, tek bir başlık altında toplanmaya itiyor. Kalıp kalıp estetik algı dağıtan, güzellik cetvelini burnunuza, kalçanıza dayayan zamane anlayış çılgınlığında kendini kaybeden kadın, ataerkil düzenin ekmeğine yağ sürüyor.
Kadına yakıştırılan ortak özellik, güzelliği için yapmayacağı şeyin olmaması gibi genel bir yargıya vardırılıyor. Moda sektörü ve hatta ünlü piyasası bu yargının üzerinden kadınları birbirinin kurdu yapıyor. Basit bir yargının azizliği reklam piyasasını ayakta tutuyor. Araba fuarlarındaki mankenleri saatlerce bir arabanın başına sabitleyen de kadına biçilen güzel, seyredilir olma görevinden.
Kabul ediyorum, kentli kadın imajına öykünen, o öykünmenin sonuçlarını karakterine yansıtan kadınlara karşı oldukça önyargılıyımdır. İçimden gelen ses "bu kadını kaç aylığına bir ormana terk etmeli ki kendi kendisini tedavi edebilsin" der. Kentli kadın dediğime de bakmayın. Televizyonun girdiği hemen her yerde jelatine sarılmış kadın rolleri kapış kapış gidiyor.
Daha birkaç hafta önce Şilili öğrenci lideri Camila Vallejo, haber bültenlerimize güzelliğiyle damgasını vurmuştu. Pınar Öğünç "Devrim İkoncanları Yaratmak" başlıklı cuk oturan bir yazı yazmıştı üstüne.
Diğer yanda Başbakan Erdoğan'ın zihniyetini gün yüzüne çıkartan "Kız mı, kadın mı bilemem" ifadesinin hedefi Dilşat Aktaş ise polisten yediği dayak ile hastanelik ediliyor. Camila bu ülkede olsaydı temiz dayak yer, kırılmadık kemiği kalmazdı belki de! Ya da o "güzel" mavi gözleriyle dizi tekliflerine de boğulabilirdi. Bakmışsınız Camilia bir dönem dizisinin içinde Deniz Gezmiş'e kör kütük âşık olmuş bir kadını canlandırıyor. Deniz devrimci, Camilia sadece iyi bir âşık. Yaratan ve yaradan medyamızın içini boşaltıp, kültür endüstrisine pazarlamayacağı hemen hiçbir şey yok bu ülkede.
Durum bundan ibaret değil tabii ki. Tüm bu yaratılan kadın olma çizelgesinin dışına taşanlar var. Düşünsenize, 8 Mart'ın Dünya Kadınlar Günü olmasını öneren Clara Zetkin bile yazılarına eşinin imzasını koyuyordu. Zira o dönem kadın yazarlara düşük ücretler ödeniyordu. Bunun sebep olduğu özgüven eksikliğinden olsa gerek "Lenin'in Bütün Dünya Kadınlarına Vasiyetleri" kitabını yazmıştı. Eminim ki, kendi nasihatleri katbekat daha okunası, faydalı olurdu. Feminist hareketin öncülerinden İspanyol yazar Concepciôn Arenal'ın ise göğüslerini çift korseyle gizleyip hukuk fakültesini erkek kılığında bitirdiği söylenir. Ellies Bell'in "Uğultulu Tepeler", Acton Bell'in "Agnes Grey", Currer Bell'in "Jane Eyre" kitapları erkek adlarıyla yayımlanmıştı. Oysaki Belll erkek kardeşler aslında Bronte kız kardeşlerdi. O dönem ciddiye alınmak için erkek olmak gerekiyordu.
Bu örnekler kısmen yazın dünyasından. Etrafınızda gördüğünüz özgüveni sarsılmış, kişilik travmasına uğratılmış kadınlar tüm bu geçmişten geliyor. Kadın söz konusu olunca dünya haritası sınırlarının çok da anlamı yok hatta çoğu kez konumlarının da.
Kadının özgürleşme fırsatını yakaladığında, kendini tanıma ve oluşturmada bağımsız kaldığında yani sistem tarafından etrafını ören ağdan kurtulduğunda; farklılaştığının, politikleştiğinin, birçok örneği var. Leyla Zana bunlardan biri. Eşi Mehdi Zana'nın mahpusluk hayatı boyunca hapishane önlerinde geçirdiği zaman onu bugününe taşımıştır. O günlerde okuma yazma dahi bilmeyen Leyla Zana bugün Kürt mücadelesinin ve siyasetinin en önemli öncü isimlerinden biri.
Aynı şekilde birçok tutuklu devrimci genç annesinin zaman içerisinde nasıl bir değişim yaşadıklarını da gözlemleyebilirsiniz. Arjantin'de Plaza de Mayo Anneleri, Türkiye'de Cumartesi Anneleri bunun ilk akla gelen örnekleri. Gazi Mahallesi, Nurtepe ve Güzeltepe mahallerinde sırf hapishane önlerindeki sosyalleşmeleriyle ve devletin kolluk kuvvetleriyle haşır neşir olmaları sebebiyle politikleşmiş birçok kadın olduğu gibi. Hoş illa politikleşmesine gerek yok. Güzellik cetvelini kendine yanaştırmayan, ağın içine hapsolmayan kadınların varlığı da sevindirici. Varsın bilmesin adalet bakanımızın adını. Bu bilgi benim işime yaramıyor örneğin.
Ayrı ayrı yerlerde benzer kadın hikâyeleri. Ama bir bakıyorsunuz yazgısı silik olmaya mahkûm bırakılan kadınlar, HES mücadelelerinde en ön saflarda. Daha birkaç saat önce izlediğim videoda, Erzurum'un Tortum ilçesindeki kadınları jandarmalara diklenmiş görünce ne yalan söyleyeyim, çocuk gibi duygulandım. Tüylerim diken diken oldu. "Yaa işte biz buyuz aslında" gibi saçmalığa kaçacak cümleler sarf ettim. Bu nasıl bir hemcinsinin varlığını kanıtlama isteğidir, nasıl bir komplekstir! Yoksa sadece bana mı özeldir! (FG/HK)