Bence 90’lı yıllar Türkiye’de kadın hakları mücadelesinde uzmanlaşmanın güç kazandığı, kadın sorunlarına somut çözüm önerilerinin geliştirilmeye başlandığı, bir bakıma “feminizmin yerelleştiği” bir dönemdir.
Bu topraklarda kadınların yaşama, şiddet görmeme, eğitim, çalışma ve sosyal yaşamda yer alma, siyasette ve yönetimlerde söz ve karar sahibi talepleri Cumhuriyet kurulmadan önce de dile getirilmişti.
Osmanlı'daki kazanımlar
Osmanlı kadın hareketi, özellikle de kadınlar tarafından kadınlar için çıkarılan Kadınlar Dünyası dergisi çevresi sadece talepler ileri sürmekle kalmamış, dikkate değer bazı kazanımlar da sağlamıştı.
Çalışma hakkı kampanyası sonucu 1913’de Telefon İdaresi’ne yedi Müslüman kadının alınması, yüksek öğrenim hakkı talebinin de 1914’de Kadın Üniversitesi’nin açılmasıyla sonuçlanması gibi...
''Kurtarılmış'' sayılmak
Cumhuriyet’in kurucuları yeni bir Türkiye’yi oluştururken kadının statüsünü yükseltmenin önemli olduğundan yola çıkarak 19. yüzyıl sonunda kadınlar tarafından dillendirilen bazı talepleri benimsediler; çok eşliliği yasakladılar, boşanma ve çocukların velayeti konularında kadınlara eşitlik tanıyan bir Medeni Kanun çıkardılar ve kadınlara önce seçme sonra da seçilme hakkı verdiler.
Bu reformlardan sonra resmi söylem Türkiye’de kadın sorunu olmadığı, Cumhuriyetin sağladığı reformlar sayesinde bütün kadınların “kurtarılmış” sayılması gerektiği şeklindeydi.
Özel alanda da, kamusal alanda da ataerkil anlayış ve geleneksel uygulamalar sürerken, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yaşandığı bütün diğer konular gündemden uzak tutulmaya çalışıldı. 1980’lere kadarki bu resmi söylem şehirli, eğitimli ve meslek sahibi kadınlar arasında da kabul görüyordu.
Feminist hareket
12 Eylül darbesinin hemen ertesinde sol hareketin katı hiyerarşik yapısını ve bu yapı içindeki kadınların konumunu eleştiren bir grup kadın bağımsız kadın hareketinin ilk tohumlarını attı.
Bilinç geliştirme ve feminizmle ilgili Batıda yayınlanmış kitapları Türkçeleştirme çalışmalarıyla başlattıkları feminist hareket zamanla güç kazandı.
Uluslararası Ayrımcılığa Karşı Sözleşmeye uyulmasını talep eden binlerce imzalı Kadınlar Dilekçesi, Ayrımcılığa Karşı Kadın Dayanışması Derneği, Dayağa Karşı Yürüyüş (12 Eylül darbesinden sonra gerçekleşen ilk yasal yürüyüştü), “Bağır!” Herkes Sesini Duysun!” ve “Bedenimiz bizimdir! Cinsel Tacize Hayır! (Mor İğne)” gibi kampanyalar ve kitlesel eylemler birbirini izledi.
Feministlerin ortaya attıkları talepler kadın kitleleri tarafından sahipleniliyordu.
Farklı örgütlenmeler
Dünyada soğuk savaşın sona erdiği, küreselleşmeyle birlikte yerelleşmenin güç kazandığı, Türkiye’de de nispeten demokratik bir ortamın oluştuğu 1990’lara gelindiğinde kadınlar sorunlarını çözebilmenin yollarını aramak üzere farklı örgütler kurmaya başladılar.
1989 yılında İstanbul Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi kuruldu. Bugün Türkiye’nin dört bir yanındaki üniversitelerde Kadın Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezleri bulunuyor. Bunlar bir yandan genel, bir yandan da yörelerindeki kadın sorunlarıyla ilgili yerel çalışmalar yürütüyor.
Mor Çatı'dan KAMER'e
1990’da 80’lerin Dayağa Karşı Kampanyasının hedeflediği sığınağı açmak ve şiddet gören kadınlara destek olmak için Mor Çatı kuruldu. Bu Türkiye’deki ilk bağımsız kadın sığınağıdır. Gene aynı yıl Kadın Eserleri Kütüphanesi açıldı.
Kadın hareketinin ürettiği yazılı, basılı ve görsel belgeleri gelecek kuşaklara tanıklık etmeleri, “geçmişte ne oldu?” sorusuna kadın bakış açısıyla yanıt vermeleri için arşivlemeye bugün de devam ediyor.
Kadının İnsan Hakları – Yeni Çözümler Vakfı 1993’de faaliyete geçti. Kurulduğu günden bu yana hem ulusal hem de uluslar arası düzeylerde kadınların özgür bireyler ve eşit yurttaşlar olarak yaşaması için çalışıyor.
Ankara’daki Kadın Dayanışma Vakfı da 1993’de kuruldu. Kadına yönelik şiddet, özellikle de aile içi şiddetle mücadelesini sürdürüyor. Gene aynı yıl, o dönemde eğitim sisteminden dışlanan başörtülü kadınlar için çeşitli eğitim ve okuma programları hazırlayan, sosyal sorumluluk projeleri üreten Hazar Eğitim Kültür ve Dayanışma Derneği çalışmalarına başladı.
1995’de Başkent Kadın Platformu oluştu. Geleneksel kadın imajını pekiştiren dini yorumlardan, anlayış yada kabullerden ve modern toplumda dindar kadınlara uygulanan ayrımcılıklardan kaynaklanan sorunların çözümüne odaklandı.
Düzenlediği kadın filmleri yarışmalarıyla ülke çapında tanınan Uçan Süpürge 1996 yılında kuruldu. Kadın kuruluşları ve kadın hareketine duyarlı kişiler arasında iletişim, işbirliği ve dayanışmayı artırmayı, ulusal ve uluslararası iletişim ağı oluşturmayı hedefliyor; “Çocuk Gelinler”den “Benim Madam Curie’m”e kadar farklı alanlarda çalışmalar yapıyor.
1996’da Türk Kadınlar Birliği başkanlığına Sema Kendirci seçildi; böylece bu kuruluş 1980’lere kadar kullandığı resmi söylemin ötesine geçti ve “Yasa Önünde Tam Eşitlik” ilkesiyle farklı kampanyalar, etkinlikler düzenlemeye, yasa tasarıları hazırlamaya ve bu konularda farklı kadın örgütleriyle işbirliğine yöneldi.
1997’de kurulan KA.DER (Kadın Adayları Destekleme Derneği) kadınların haklarını garanti altına alabilmek için siyasal yaşamda söz ve karar sahibi olmaları için mücadeleye başladı. O gün yüzde 2,4 olan TBMM’de temsil oranı bugün yüzde 14’ü aştı) 80’li yıllarda işkence ve şiddetin yoğun olduğu Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da şiddetin sıradanlaştığı ve normalleştiği yerin evler olmasından yola çıkan Kürt kadınları 1997’de KAMER’i kurdular.
O günden bu yana KAMER kadına yönelik şiddet ve bölge kadınlarının ekonomik bağımsızlığı için çalışmalarını günden güne yaygınlaştırıyor. Kürt kadınları başka girişim ve dernekler de kurdu; ve siyasal alanda önemli konumlar kazandılar.
Elbette 90’ların kadın örgütleri yukarıda sayılanlardan ibaret değil. Ne var ki, bu birkaç örnek bile çoğunun ortak özelliğini gösteriyor: Kadın bakış açısıyla, 80’lerin feminist hareketinden öğrenilenleri Türkiye koşullarına uyarlamak ve bu topraklara özgü somut çözümler üretmeye çalışmak!
2000’lerde de kadınlar birçok yeni alanda var olabilmek için yeni örgütler kurdu. Artık Türkiye’nin dört bir yanında kadın haklarının farklı alanlarında faaliyet gösteren yüzlerce girişim, grup, dernek ve vakıf bulunuyor.
Üstelik her biri kendi alanının uzmanı olan bu örgütler kadın hakları için bir araya gelebiliyor; platform, grup ve ağlar kurarak ortak çalışmalar yapabiliyor ve politik sonuçlar alabiliyor.
Kadınların toplumdaki varoluşuyla ilgili yeni bir resmi söylemin dillendirildiği, bunun – tıptı 80’ler öncesindeki gibi – bazı kadın çevrelerince kabul gördüğü, hukuken ve fiilen kısıtlı kadın haklarına yönelik saldırıların yoğunlaştığı, kadına yönelik şiddetin âdeta patladığı şu günlerde bu birlikte davranma becerisine çok ihtiyacımız var. (ABD/BA)
* Ayşe Bilge Dicleli, Ka.Der kurucularından ve genel başkanlarından.