Kadına oy verme hakkının tanındığı 1902’den çok sonra, Avustralya’nın ilk kadın başbakanı ancak 2010’da seçilebildi. Üstelik bu göreve Sri Lanka’da ta 1960’ta layık görülen Sirimavo Bandaranaike dünya çapında bir ilke imza atmış, ardından Hindistan’da Indira Gandi, Çin’de Soong Chin-Ling, İsrail’de Golda Meir, Arjantin’de Isabel Martínez De Perón gibi isimler siyasi arenada iz bırakmışlardı. Margaret Thatcher veya Benazir Butto gibi isimlerin minnetle anıldığını söylemek zor olsa da, geçenlerde emekliye ayrılan Angela Merkel’den iltifatlarını sakınmayanlar çoğunluktaydı. Son zamanlarda Yeni Zelanda’nın başbakanı Jacinda Ardern beğeni toplamaya devam etse de komşu Avustralya’nın kadın lidere tepki sicili hâlâ temizlenmemiş sanki!
Görevde kaldığı 2010-2013 yılları çok geride kalmış gibi dursa da Julia Gillard hakkında bir belgeselin şimdilerde ortaya çıkması manidar. Strong Female Lead (Güçlü Kadın Liderliği) adlı 78 dakikalık filmin kadın yönetmeni Tosca Looby arşiv malzemesini layıkıyla değerlendirip gayet sürükleyici bir belgeyi yüzümüze çarpmış. Yukarıda bir kısmı belirtilmiş, belgeselde adı geçen kadın başbakanlar listesinde Tansu Çiller’in yokluğu onun yeterince ikna edici olmamasından mı kaynaklanıyor bilinmez, fakat sanki bu eksikliği gidermek üzere belgeselde The Young Turks programının bir bölümüne yer veriliyor.
Görüntülerde Gillard’a karşı yapılan, vücudunun bazı özellikleriyle alay biçiminin daha önce Hillary Clinton’a yönelik olarak aynen kullanılmış olduğu hatırlatılıyor.
O günden bugüne, tüm gezegende sosyal medyada patlamış olan, bilhassa kadına yönelik taciz dili sınırsızca yayılmakta, halklara misal teşkil etmesi gereken hükümet temsilcileri gayet saldırgan jargonu kullanmaktan imtina etmemekte, medya ise yangına adeta körükle gitmekte.
Aradan seneler geçtikten sonra o zamanlar kesinlikle başarısız kabul edilen Gillard’ın başbakan olarak hakkının teslim edilmesi gerektiği anlaşılmış, kız çocuklarının istikbalde olmak istedikleri arasına başbakanlığı layıkıyla sokmuş olması unutulmamış ve şu ana kadar memlekette yeni bir kadın başbakan görev almamış olsa da tecrübesi çok değerli addedilmiş.
Kadına reva görülen rol
Filmin siyah beyaz arşiv görüntülerinin birinde bir ev işçisi kadını hemcinslerine hitaben “erkek işlerine bulaşmamaları gerektiğini, öyle olduğu takdirde mutlaka pişman olacaklarını” ifade ederken görüyoruz.
İşin daha da kötüsü Gillard göreve gelip muhtelif alayların ve saldırıların nesnesi haline geldiğinde ülkenin önde gelen yazar ve feministlerinden Germaine Greer, televizyondaki bir sohbet programında belki “sevimli” görünebilmek için başbakanın “kıçının büyüklüğünden” bahsedebiliyor.
Parlamentoda ona mütemadiyen saldıran muhalefetin erkek üyelerinin yanı sıra kadın siyasetçilerin de onlardan aşağı kalmadığını ayrıca belirtmek lazım. Tartışmalar sırasında politikacılar terbiyesizleşebiliyor, üçüncü sınıf bir sataşmaya şahit olan Avustralya halkının bir kısmı örselenmişliklerini tatmin edercesine kötülükten zevk alıyor. Saygısızlık, münasebetsizlik, acımasızlık tavan yapıyor, bayağı laflar gırla gidiyor, nefret dili kendini adice ele veriyor.
Bilhassa muhalefet lideri Tony Abbott başbakana mütemadiyen hakaret etmekten çekinmiyor, cinsiyetçi yorumlarıyla alakalı olarak eleştirildiğinde kendinden gayet emin tavırlarla “üç kız çocuğu babalığını başarıyla yürüttüğünü” ifade edebiliyor. Fakat kadın düşmanlığına dair tenkitler onu epeyce etkilemiş olsa gerek, Gilliard’dan görevi devraldıktan sonra sicilini temizlemek ümidiyle hükümetteki Kadın Bakanı görevini bizzat üstleniyor.
Ateist olmak hiç makbul sayılmıyor
Gilliard göreve geldiği andan itibaren akla zarar yorumların hedefi oluyor. Hiç evlenmemiş bir kadın olması bir yana çocuk sahibi olmaması ve “kariyerini aileye tercih etmesi” sevgisizliğin ispatı olarak görülüyor. Gerici dincilerin bir numaralı düşman addettikleri ateistliği de cabası!
Bir ara Gilliard’ın yıllardan beri sevgili olduğu kuaför Tim Mathieson da arsız medyanın hedefi haline geliyor. Başbakanla yapılan bir röportajda sevgilisinin mesleği icabı eşcinsel olma ihtimali ifade ediliyor, heteroseksüelliği sorgulanıp ısrarla Gilliard’ın üzerine gidilerek ağzından yanlışlıkla çıkabilecek bir lafın peşine düşülüyor. Müteveffa karikatürist Larry Pickering sadist saldırıya çizimleriyle katılıyor, sağcı radyo yorumcusu Alan Jones, muhafazakâr gazeteci Andrew Bolt linç pratiğine Vurun Kahpeye filmini hatırlatır biçimde dahil oluyor. Yoğun toplumsal baskı yüzünden özür dilemek zorunda kaldıkları zaman bile özürleri kabahatlerinden büyük olabiliyor.
Belgeselin ironiyi kullanmakta muvaffak olduğu da unutulmamalı: Gillard’a münasip görülen her hakaret Grek tragedyasındaki koronun yorumu misali defalarca tekrar edilip hafızamıza yerleşmesi sağlanıyor.
Kadın düşmanlarının hiçbir fırsatı kaçırmadığını peş peşe izliyoruz. Barack Obama Avustralya’yı ziyarete geldiğinde Gilliard’ın ABD liderine sıcak davranması ve ona dokunarak şefkatle bakması anında dedikodu gazetelerine malzeme oluşturuyor.
İnternet ortamında fotomontajla elde edilmiş Gilliard’ın çıplak bedeni dolaşmaya başlıyor; “tecavüze uğraması gerektiği” sahte fotoğrafın altında belirtiliyor.
Buna benzer bir yaklaşımın coğrafyamızda erkek bir siyasetçiye uygulandığını tasavvur edebiliyor musunuz?
Başbakanın makam odasında, yerde, halının üstünde memleketin dev bir bayrağına sarılmış halde sevgilisiyle sevişme parodisine ne demeli?
Atış serbest
Kadın başbakan için rahatlıkla “yalancı, cadı” yakıştırmaları kullanılıyor; hakkındaki dilekler arasında ölüm ön planda! Bedeni, kıyafetleri, saç modelleri kıyasıya eleştirilip alay malzemesi haline getiriliyor. Menopoz veya tampon kelimeleri başbakanla alakalı metinlerde gönül rahatlığıyla kullanılıyor. Gilliard’ı yıldırma ve politikadan silme çalışmaları kıyasıya sürüyor, zaten hiçbir zaman sahip olmadığı otoriterliğinin yanı sıra popülerliğini yitirmesi de sağlanıyor.
Fakat muhalefet liderine karşı parlamentoda yaptığı tarihî konuşma tüm dünyada yankı buluyor. Gilliard’ın babası kısa bir zaman önce ölmüştür; “kızının yalancılığından kaynaklı utançtan öldüğüne” dair çirkin itham da sahiplerine katmerli biçimde iade ediliyor.
Neyse ki eğrisi ve doğrusuyla Julia Gillard politika sahnesinden çekilip kendini eğitime, hayır işlerine adadı ve başbakanlığı sırasında kazandığı tecrübeyi dönüştürerek topluma faydalı olmayı sürdürdü, halen de sürdürüyor.
Hatta 2014 yılında My Story (Benim Hikâyem) kitabını yayımlayarak esasen siyasi macerasının anılarını paylaştı. Kitap bazılarınca eleştirilse de genelde beğenildi ve o sene siyasetle alakalı kitaplar arasında 62 bin satışla başarısını perçinledi.
Bu arada geçtiğimiz günlerde Hollanda’nın yeni hükümetinde 14 kadın bakan olduğu açıklandı, ikisinin Türkiye kökenli olduğu görüldü. Dört partiden müteşekkil koalisyon hükümeti ne kadar muvaffak olur bilinmez, fakat bu vesileyle Güvenlik ve Adalet Bakanı olarak Dilan Yeşilgöz Zegerius’a, Medya ve Kültürden Sorumlu Devlet Bakanı Günay Uslu’ya başarı dilemek boynumuzun borcu. (RL/AS)