Feminist yürüyüşlerde kullanılan pankartlar, feminizmin erkek düşmanlığı, feminist olmanın ise bir küfür sayıldığı ataerkil yapılarda, kadın(ların) sorununu dile getirmenin ve onları ifade etmenin en kestirme yollarından biri olsa da hayli tartışma konusu olabilir.
Bu yazı, bu yürüyüşlerde kullanılan “kadın kadındır, çiçek babandır” sloganına dair yapılan eleştirilere, feminist bir yöntemle açıklık getirme çabası.
Bu pek manidar kadın duygularının tercümesi olan slogan, pratik olarak çok eskiye dayanmamakla birlikte son yılların 8 Mart’larında yer alıyor.
Bu yazıyı okuyacak olanların belki de büyük çoğunluğu Amerikalı feminist ve yazar Betty Friedan’ı (1921-2006) bilir.
Friedan, Kadınlığın Gizemi (1983) adlı eserinde, yukarıda bahsedilen ve o zamanlar “adı konulmayan probleme”, yani kadın sorununa dair önemli tanımlamalar yapar ve kitabında şöyle der:
“Kadınlar, geleneklerin ağzından ve bir yazgı olarak, kendi dişiliklerinin şaşasında yaşamaktan başka bir şey istemeyeceklerini tekrar tekrar dinlediler ve aslında bu dinledikleri şeylerden en önemlileri de tam olarak şunlar oldu/olmakta: erkekleri yakalama (bununla da bitmiyor onları elde tutmanın da yollarını da “öğretiyorlar”), çocuk doğurma ve onu büyütme, iyi bir aşçı olma, kadın gibi gözükebilmek için iyi giyinme, evliliğini zevkli hale getirecek şekilde davranma” vd. gibi (Friedan, 1983, sf. 15-16).
Aynı zamanda tüm bunlar; kadınları değişik yapan şeylerdi: Nazik olmak, itaat etmek, narin olma ve kırılgan olmak gibi. Bunları uygulayabilmek için de yapılması gerekenler vardı. Bazıları ya da birçoğu benzetmelerle yapılır(dı): Narin olmanın karşılığı doğada aranır ve bu karşılık çiçekte bulunur(du) (tabi kadının hissetmesi beklenen duyguya ya da alması gereken cevaba/mesaja göre kullanılan çiçekler ve çiçeklerin rengi de farklılaşır). İkinci olarak itaat etmenin gerektirdiklerinden bahsedebiliriz; sessiz olmak, uyumlu olmak gibi.
Bu noktada Amerikalı sosyolog, roman yazarı Charlotte Perkins Gilman’dan (1860-1935) örnek verebiliriz.
Gilman bunun tarih öncesi dönemlerden beri var olduğunu, iki cinse yüklenen roller bakımından kadın ve erkeğin farklılaştığını söyler.
Bu da şu demek: Kadınlık bir araya getirmek, inşa etmek, bakım, besleme, eğitimle eş anlamlı olurken; erkeklik de rekabet, savaş, tahrip etmek ve dağıtmakla eş anlamlı olur (Gilman, 2016, sf.). Burada kadınlığın ortak ve vazgeçilmez özelliği ise uysallıktır ve bu onu bitki temelli bir varlık yapar (Adams, 2017, sf. 93).
Dolayısıyla, kadının çiçek olmasının yanı sıra ot gibi olduğu da görülür; edilgen ve tekdüze. Kadın ot gibi olurken ilginçtir ki erkek de odun gibi olmakla tasvir edilir. Böylece kadınlar çiçek olurken çiçek olmanın bedellerini de onlara biçilen rollerle öder. Kadını çiçek yapan ataerkil yapı, onu aynı zamanda ikincil kılar, toplumsal ve parasal değer taşıyan mesleklerden dışlar (ya da kadını öğretmenlik gibi belli mesleklerle kısıtlar), ev-işi ve bakım emeği gibi konularda her türlü hizmetini görünmez kıldı/kılar.
İşte bizim eleştirilen pankartımız, yüzyıllardır eleştirel saptamalarda bulunan feministlerin kendilerini görünür kılma mücadelesine “kadın kadındır, çiçek babandır” sloganıyla tüm bunlara vurucu bir katkı sunar.
Aslında İngiliz yazar, filozof ve kadın hakları savunucusu Mary Wollstonecraft (1759- 1797) yüzyıllar öncesinden “Kadınlık toplumsal bir kurgudur” çıkışıyla bu formların bir kurgu olduğunu saptamıştı. Bu çerçeveden bakıldığında kadın ve erkeğe biçilen roller farklılık gösterse ve değişmekte olsa dahi kadınlar bu durumda, haklar değil önce görevler bağlamında ele alınarak tasarlanmışlar. Böylece, modern tarihin içine yerleştirilen geçmişin mitleri kadını “Meryem ya da fahişe, melek ya da şeytan” gibi ikili zıtlıklar halinde temsil etti/ediliyor. (Çakır, 2011, sf. 498).
Serpil Çakır, “Feminizm: Ataerkil İktidarın Eleştirisi” adlı makalesinde feminizm için, “feminizm, kadınların kendilerini baskı altına alan süreci algılama, politik olarak tanımlama ve ona karşı mücadele yöntemleri geliştirme olarak tanımlanabilir” der (Çakır, 2009, sf. 416).
Şunu tekrar belirtmek gerekir ki, pankartlar kadınların mücadelelerini politik bir bilinçle yürüttükleri önemli araçlardan. Kısa ve özler ama birçok şeyin ifadesi olurlar.
“Kadın kadındır, çiçek babandır” pankartının tartışılmasının altında yatan sebeplerden birisi de tam olarak böyle bir şey. Narin, kırılgan, uysal ve özellikle de çiçek olmak, kadınla eş anlamlı olarak görülmez.
Çiçek bahsini biraz daha açalım. Çiçeğin kadınla özdeşleştirildiği üç merasimden söz edilebilir: Düğün, doğum ve ölüm.
Bunlardan düğüne bakalım. Düğün, doğum ile birlikte kutlamalar kısmına girer ve aslında kadının çiçek almayı en fazla hak edeceği ritüelleri içerir. Nedir bu ritüeller? Evlilik teklifi, kız isteme, sevgililer günü, evlilik yıl dönümü, çocuk dünyaya getirmek gibi…“Gelin çiçeği”, bu ritüellerde kullanılan çiçeklerden biri. Kadının hayatının “en özel anları”, çiçeği en çok hak ettiği anlar olur. Bu özel günlerde çiçek almayan kadının kadınlığı eksik kabul edilir, çiçek alamayan kadın ise kendini buruk hissedebilir. Bunu da tam olarak şöyle ifade edebiliriz; yaşadığımız her şey bizden beklenilen rollere göre belirlenir. Yani toplumda kabul görme ritüellerini yaşayan kadın aslında çiçeği bu yüzden hak eder, çünkü o artık bir “karı” olur, “anne” olur.
Güzellik ve çirkinlik anlayışı, cinsiyet ayrımını pekiştirici bir bakış açısıyla yorumlanır ve tezahürlerini doğada bulur: Kadın güzeldir, güzellik kadındır bunun da karşılığı doğada vardır. Başka bir deyişle, ataerkil sistemin kendi doğa algısını/algılarını dışa vurmanın sonuçlarından biri olarak tasvir edilen kadın, doğayla eşleştirirken kadına çiçek uygun görülmüş. Kadınlar çiçektir ya da aynı anlama gelen benzer ifadeler olan “bütün kadınlar bir çiçektir” ve “her kadın bir çiçektir” ifadeleri şu anlama gelir: Kadınlar “papatya kadar saf, gül kadar kokulu ve menekşe kadar renkli”dir.
“Kadın kadındır, çiçek babandır” pankartı ise, kadının çiçek olduğu anlayışına eleştirel bir bakış getirir. Yani kadını çiçek yapan erkek egemen yapıya ilişkin yukarda sayılan tüm tezahürlere karşı çıkıştığı gibi, bu karşı çıkışın politikasını ve buna eleştiri getirmenin duygusunu da ifade eder. Kadını çiçekle özdeşleştirin “kadınlar çiçektir” ifadesine karşı çıkışın somut bir örneği olan “kadın kadındır, çiçek babandır” pankartı, babaya küfür anlamına gelmez. Kadının çiçek düşmanı olduğu anlamına da gelmez.
Burada önemli olan bir diğer husus, anlatıcının kadın olması. Yani bu pankart, kadın bakış açısı ve feminist bir yaklaşımla yazılmış bir pankart. Anlatmak istediği en önemli şeylerden biri de, kadının “eş, anne” olarak adlandırılması değil, kadının bizzat kendisinin özne olması.
Türkiye’de son yıllarda resmi kurumlarda yaşanan kadın adını silmenin tersine… “Kadından Sorumlu Devlet Bakanlığı”nın yerini “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı”nın alması gibi kadını aileden ibaret sayan odak değişikliği politikalarını hatırlayalım.
Her ne kadar isimlerin değiştirilmesi yeterli olmasa ve bu başka bir tartışmanın konusu olsa da, hemen hemen tüm resmi kurum ve kuruluşlar kadınların gününü “unutmadığını ve kutladığını göstermek” ve 8 Mart’larına damga vurmak için “kadına ayrılan bütçelerini” ve “tüm hizmetlerini” çiçek dağıtarak seferber eder ve bir anlamda günü geçiştirir. Bu durum yukarıda da ifade edildiği üzere, kadının sadece anne olmasının istendiği, çiçek olması gerçeğini değiştirmediği, aksine pekiştirdiği gerçeğini değiştirmez.
Peki, atasözlerimiz farklı mı? “Annenin vurduğu yerde gül biter” sözüne bakalım. Ne kastedilir? Annenin doğasında şiddet yoktur ama uygulayabilir, eğer uygularsa da oradan gül biter –pembe gül-. Gül’den devam edecek olursak, “Gülü seven dikenine katlanır”a rast gelebiliriz. Yani, kadınlar iyidir hoştur ama aynı zamanda sıkıntı da verirler. Sevilirler ama katlanılması da gereken varlıklardır. Sözleri Zerrin Özer’e ait olan “Gönül” isimli şarkıyı bilir misiniz? Erkeği arı yapan, onun beslenmek için her çiçeğin özünden yararlanmasından hoşnut olmayan şarkıyı… Bu yazının son cümlesi oradan olsun: “Her çiçekten bal alırsın sen kendini ne sanırsın?”
Kaynakça
Friedan, Betty (1983) Kadınlığın Gizemi, Çev.: T. Mertoğlu. İstanbul: E Yayınları.
Gilman, Charlotte P. (2016) Kadınlar Ülkesi, Çev.: S. Özbay, İstanbul: Otonom Yayıncılık.
Çakır, Serpil (2011) “Feminist Tarih Yazımı: Tarihin Kadınlar İçin, Kadınlar Tarafından Yeniden İnşası”, Birkaç Arpa Boyu: 21. Yüzyıla Girerken Türkiye’de Feminist Çalışmalar. Prof. Dr. Nermin Abadan Unat’a Armağan, Der.: S. Sancar, İstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları.
Çakır, Serpil (2009) “Feminizm: Ataerkil İktidarın Eleştirisi”, 19. Yüzyıldan 20. Yüzyıla Modern Siyasal İdeolojiler, Der.: H. Birsen, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Adams, Carol J. (2017) Etin Cinsel Politikası, Çev.: M. E. Boyacıoğlu, G. Tezcan, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.