Haberin İngilizcesi için tıklayın
Okmeydanı'nın yokuşlu sokaklarında, tekstil atölyelerinin arasında oldukça yıpranmış bir binaya giriyoruz. Bir mahalle derneğindeyiz, Okmeydanı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği.
Kadınlar ellerinde faturalarla bekliyor, önce anlamıyorum nedenini. Mahalleli olduğunun ispatıymış.
"İhtiyacın nedir?" sorusu karşısında Kürt bir kadın duraksıyor. Kafasında tartıp biçiyor, sonra en insani ve temel ihtiyacını söylüyor: erzak.
İhtiyaç kaydediliyor ama bir müddet sırasını bekleyecek, bağışlar ne zaman gelirse. O esnada bir Suriyeli mülteci kadın geliyor, sırası gelmiş erzağını alıyor, gidiyor. Başka bir delikanlı giriyor, elinde ikinci el ayakkabı dolu bir torba. Bırakıyor derneğe, artık kime kısmetse.
Bir köşede ise Türk bir kadınla Suriyeli bir kadın muhabbet ediyor. Türk olan mahallede sigortalı bir mutfak işine girdiğini anlatıyor. Suriyeli kadının gözleri parlıyor. Atılıyor, “Beni de alırlar mı?”. Ötekisi “Ben araya girerim, alırlar” diyor. Bir heyecan yayılıyor etrafa.
Okmeydanı'nın yeni komşuları
Biz masaya geçiyoruz. Masada çesit çeşit reçeller; nar, ayva, kabak, elma…Bir yanda turşular. Onları pişirenlerle, kuranlarla tanışmaya geldik. Kadın Kadına Mülteci Mutfağı üyeleriyle.
2011’den beri devam eden Suriye’deki savaştan kaçıp Okmeydanı’nda kesişmiş yolları. Sadece bu mahalle derneğine kayıtlı 400 aile var, Okmeydanı’nda ne kadar Suriyeli var, siz hesaplayın. Bu ilçeyi tercih sebepleri tekstil atölyeleri.
Yıllarca Türkiye’nin farklı illerden Türk, Arap ve Kürtlerin göç ettiği bu ilçenin şimdi yeni komşuları Suriyeli mülteciler.
Okmeydanı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği, iki sene önce mahalleyi kentsel dönüşüme karşı korumak için kurulmuş. Yeni komşuları gelince önce evdeki battaniye, fazla soba derken bakmışlar olacak gibi değil. Gelen çok, ihtiyaç çok.
Sonuçta paylaşacağı ikinci çift ayakkabası olmayan bir işçi mahallesi... "Yoksulluğu paylaşıyoruz" diyor dernekten Umut Dede ve Songül Yarar.
Hal böyle olunca facebook’tan, şuradan buradan yataktı, döşekti, ayakkabıydı, erzaktı derken farklı yerlerden bağışlar toplamaya başlamışlar.
Arada “devlet her ihtiyaçlarını karşılıyor zaten, desteğe ne ihtiyaçları var” diyen mahalli de çıkmış. Oysa sadece mültecilere değil, ihtiyacı olan tüm mahalleliye yetişiyorlar. Ve tam da buna yani hali hazırda Suriyeli mültecilere yönelik “ötekileştirmeye” karşı komşuluk hukukunu kurmaya çalışıyorlar.
Derneğe gelenlerin sayısı her geçen gün artmaya başlamış. Tabii ki hepsi kadın. Savaşın çocuklarla birlikte en ağır yükünü taşıyanlar. Böyle olunca "kadınları da üretime katalım" diye düşünmüşler. Herkes hünerlerini söylemiş. Ortaya reçeller, turşular çıkmış.
"Elhamdülillah" ve "mecbur"
17 kadın mutfağı kurmuş. Ama ortada bir mutfak yok henüz. O yüzden doğalgaz olanın evinde toplanıyorlar, çünkü tüp pahalı. Aslında meyvesi, şekeri, şişesi, etiketi derken ellerinde çok da bir şey kalmıyor. Ama kadınlar dayanışıyor, üretiyor. Önemli olan bu.
“Biraz önce beni de işe alırlar” mı diyen Süheyla Hallavi, Halep’ten 2011’de gelmiş. Anneannesi Türkiyeli olduğu için Türkçesi iyi. Bize çevirmenlik yapıyor. Meryem Alhamed ve Nidal Haşim da Şam ve Halep’ten gelmiş iki yıl önce.
Tüm konuşmamız boyunca sürekli tekrarladıkları “elhamdülillah” ve “mecbur” kelimelerini anlıyorum sadece. Arapça ne de olsa.
Türkiye’ye gelmenin “mecburiyet”i, tekstil atölyelerinde çalışmanın “mecburiyeti” kötü evlerde barınmanın “mecburiyeti”, çocuklarından ayrı kalmanın “mecburiyet”i, Türkçeyi öğrenmenin “mecburiyeti” ve daha onlarca “mecburiyet”…
Sonra da "Allah’a şükür" anlamındaki “elhamdülillah”. Savaşta ölmedikleri için, Türkiye’ye gelebildikleri için... Evini kiraya vermeyenlere değil ama "merhaba" diyen komşulara “elhamdülillah”.
Meryem Alhamed, erkek çocukları askere gitmesin diye, Nidal Haşim evi bombardımanda yıkıldığı, Süleyha Hallavi ise tehditler nedeniyle kaçıyor Suriye’den.
Neresi sıla, neresi gurbet
En büyük sıkıntıları ev bulmak olmuş. Haşim, üst üste tekrarlıyor: “Suriyeliye ev yok”. "Suriyeliye ev yok". İlk öğrendiği Türkçe cümle de bu olmuş. Kötü evlerde yüksek kiralar ödemek zorundalar. Türkiyeli kefil bulma zorunluluğu da cabası. Es kaza bir “komşu gürültüsü” yapsalar kapının önüne konuyorlar.
Üçünün de çocukları ya da eşleri tekstil atölyelerinde çalışıyor. Ortacılarsa haftalık ücretler 150-200, makineci ise 450 lira. Oysa bir makinecinin haftalık ücreti 600 lira. Her yerde "niye geldiniz" diye horlanan Suriyeliler, tekstil atölyelerinin aranan ucuz işçileri. Krizdi, sezondu derken her ay iş garantisi de yok. Çok fazla seçenekleri de.
Kesif bir yoksullukla karşı karşıyalar. Üstüne bir de özlem. “Suriye’de en çok neyi özlüyorsunuz” deyince Meryem Alhamed akıtıyor yaşlarını. Denizden, botla Avrupa’ya kaçan dört oğlu düşüyor aklına. Üniversite mezunu çocukları için “gelecekleri karardı” diyor. Memleketten kopup, dört bir yana dağılmış bir aile. Neresi sıla, neresi gurbet belli değil. Sıla, gurbet… Yine iki Arapça kelime. Zorlasak diyalog bile kuracağız sanki.
İşte tüm bu zorlukların içinde mutfak fikri kadınlara iyi gelmiş. Memleketlerinde kış için kurdukları turşular şimdi hayatta kalmaları için umut olmuş. Birlikte pazara çıkmak, sebze ile meyveleri seçmek, tuzunu, şekerini katmak. Heyecanla satılmasını beklemek. Akmasa da damlıyor. Umutları çoğaltıyor.
Şimdi hayalleri ortak kullanabilecekleri büyükçe bir mutfak. Daha çok üretip daha çok satabilsinler diye.
Siz de çorbada tuzunuz olsun isterseniz, turşu alabilir, reçel için şeker gönderebilir, kavanoz hediye edebilirsiniz. Ürünler genelde cafelerde satılıyor. Kadın Kadına Mülteci Mutfağı’na Facebook sayfasından veya kadinkadinamultecimutfagi@gmail. com adresinden ulaşabilirsiniz. (NV)
Fotoğraflar: Melis Günden