Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) verilerine göre dünya genelinde çalışabilir durumdaki iki kadından yaklaşık olarak birisi işgücüne katılmaktadır (yüzde 51.6). Türkiye'de ise bu oran, dünya geneliyle kıyaslandığında hayli düşük olup yüzde 26 civarındadır.
Dahası kadınların işgücüne katılımı, kırdan kente göçe paralel olarak sürekli bir düşüş eğilimi göstermiştir. Yakın zamana değin, kadınların en fazla istihdam edildikleri alan, tarım alanıydı. Tarımda ücretsiz aile işçisi statüsünde olan kadınlar, kentlere geldiklerinde çalışma yaşamının dışına düştükçe, kadınların işgücüne katılım oranı da düşmüştür.
Cinsiyet eşitsizliğinin diğer alanlarındaki tezahürlerinde olduğu gibi bu konu da uzun süre, resmi mercilerce göz ardı edilmiştir. Ancak bir süredir, bu umursamazlıktan kısmen de olsa vazgeçilmeye başlandığını düşündürecek gelişmeler de yaşanmıyor değil. Her fırsatta kadınlardan üç çocuk doğurmasını isteyen, buna karşın kadınların omzundaki çocuk bakım yükümlülüklerinin, erkek, işveren ve devlet tarafından paylaşılmasına yönelik herhangi bir girişimde bulunmayan iktidar partisinin hükümet programında, kadın istihdamı konusuna yer veriliyor örneğin.
Söz konusu ilgi hükümet programıyla da sınırlı kalmadı üstelik. 2010 yılının Mayıs ayında kadın istihdamının arttırılmasına yönelik bir Başbakanlık Genelgesi de yayınlandı. Öncelikle belirtmek gerekir ki, eleştirilebilecek yönlerine rağmen bu konuda bir genelge yayınlanmış olması anlamlıydı.
Böylesi bir belgenin ortaya çıkmasında, akademik alanda kadın emeği ve istihdamına ilişkin yaratılan bilgi, birikim ve duyarlılığın, ayrıca kadın hareketinin ilgisini özellikle son yıllarda çalışma yaşamına, buradaki cinsiyete dayalı ayrımcılıklara ve sendikal örgütlenme mücadelesine de yöneltmeye başlamasının önemli bir etkisi vardı.
Dolayısıyla eksikliklerinden yola çıkarak Başbakanlık Genelgesi'ni tümüyle önemsizleştirmek, yukarıda sayılan olumlu etkenleri de göz ardı etme riskini barındırır. Öte yandan, kadın istihdamı konusunun, işveren örgütlerinin de ilgisine mahzar olmaya başlaması, söz konusu ilgi artışında, başka etkenlerin de rol oynadığına işaret ediyor.
Nitekim işveren örgütlerinin, çalışma ilişkilerinin esnekleştirilmesine dönük çabalarıyla, kadın istihdamına yönelik ilgilerinin eş zamanlı gelişmesi düşündürücüdür.
Tek başına kadın istihdamı yetmez
Niyetleri bir yana bırakıp somut durumun değerlendirmesinden hareket edilecek olursa, başka değişkenler sabitken sadece kadın istihdamının arttırılmaya çalışılmasının, kadınlardan ziyade işverene yarayacağı açıktır. Çünkü kadınların çalışma yaşamına katılım düzeyi ve çalışma koşulları bir dizi etken tarafından belirlenmektedir ve kadınların yararına bir istihdam artışı da ancak bu etkenlerin, kadınların lehine düzeltilmesi eşliğinde mümkün olabilir. Başka türlü değil.
Kadınların çalışma yaşamındaki yerinin belirlenmesinde, toplumsal cinsiyet göstergeleriyle sosyo-ekonomik göstergeler birlikte rol oynar. Ülkemizde her iki bağlamda da derin bir eşitsizlik durumu mevcuttur ve bunlar, kadınlar açısından birbirlerini pekiştirici etkide bulunurlar.
Söz konusu eşitsizliklerin kıskacındaki kadın istihdamının temel özelliklerinden birisi de kayıt dışılıktır. Kadınların enformel sektörde yoğunlaşmasında, çalışma yaşamının cinsiyetçi yapısı kadar bakım yükümlülükleri de pay sahibidir. Özellikle kriz dönemlerinde kadın istihdamının daha fazla enformelleştiği gözlenmektedir.
Yaşam koşullarının çalışmaya zorladığı düşük becerili kadın işgücünün formel sektörde iş bulma olanağı zaten çok düşüktür. Bakım yükümlülükleri, bu kısıtlı olanağı da ortadan kaldırmaktadır.
Siyasi iktidarın gündeminde, bakım yükümlülüklerinin paylaşılmasına ilişkin bir düzenleme bulunmadığı gibi çalışma yaşamında kayıt dışılığa son verilmesine ya da düzenli ve sürekli çalışmayanların, sosyal güvenlik hakkından yararlanmasını sağlamaya yönelik önlemler bulunmamaktadır.
Buna karşın, 4857 sayılı İş Kanunu'yla çalışma yaşamımıza resmen giren esnek çalışmanın alanının, Torba Yasa Tasarısı'nda görüldüğü üzere genişletilmesine yönelik girişimler var. İşverenler ise bir yandan esnek çalışmayı savunurken diğer yandan kadın istihdamının arttırılmasını dert ediniyor.
Öyle görünüyor ki, kadın istihdamı konusunu, hem sosyal adaletin tesisini hem de cinsiyet eşitsizliğiyle mücadeleyi içerecek bir bağlama oturtmaya her zamankinden daha fazla ihtiyaç var. (HÇ/BB)
* Handan Çağlayan'ın makalesinin tam metnine ulaşmak için tıklayın.