Bazı hatalarım oldu elbet. Biri Ulus Baker “kovulmak sıradan bir kaderdir” dediğinde gülmek, diğeri o sıradan kadere düştüğümde gülememek. Herkese bir gün bir şekilde isabet etmesiyle günümüzün en adaletli kavramlarından biri olan işsizliğin cinsiyet karşısındaki şaşkınlığına değinmek isterim.
Dramatik bir edayla yana devrilen gözler, “Bu çok zor bir karar” cümlesiyle birleşince, gözlerinizin dolma vakti gelmiş demektir. Nihayet zor bir karar bu, kitapları koliye koymak, “Hadi birader bekleme yapma” diye dikilen bilgisayar operatörünü defetmek, evden getirdiğiniz ufak tefeklerin her yeri nasıl bu kadar kaplayıverdiğine şaşmak. Sil sil sil sil. Bu sahne olmadı.
Dramatik bir edayla yana devrilen gözler, “Bu çok zor bir karar” cümlesiyle birleşince, önce yutkunup, “Haklarım nedir” diye sorma vaktiniz gelmiş demektir. İtile itile mezara yuvarlanan emeklilik günlerinizin biraz daha ötelendiğini görmek yeterince can sıkıcıyken, asla hesaba katılmayan fazla mesailer, “iki fıytırdın yazdın” diye emekten sayılmayan fikir işçiliği ve önünüze balya balya koyulan kağıtlar içinde hangi hakkınızın gaspedildiğini kestirememek... İşte, asıl zor olan bu.
İkisi yarı gönüllü biri tamamen gönülsüz üç işten ayrılma vukuatım var. Bu konuda makul deneyim biriktirmiş bir işçi olarak diyebilirim ki, işsiz kalmak dünyanın sonu gibi gelen ama dünyanın sonu olmayan bir insanlık halidir.
Bu insanlık halinin, cinsiyetle mana bulmasıysa, bu son “aylaklık” sürecimde gözüme battı.
Kapitalizmin kadın/erkek/çocuk demeksizin hepimizi bir sıraya soktuğu bu dönemde henüz Türkiye’de tedavülden kalkmayan “Kadınların İş Hayatında Nasıl Olup da Olduğuna Akıl Erdiremeyen Erkekler Korosu” bir de işsiz bir kadınla karşılaşınca pek güzel şaşırıyor.
Bakın işsizlik tablolarına. Evine ekmek götüremeyen bir baba, karısına “atıldım” diyemeyen bir eş, “Ne olacak şimdi annemin ameliyatı?” diye düşünen bir oğul gibi Yeşilçam dramalarından kotarılmış işsizlik sahnelerinde kadınları göremeyeceksiniz. Oysa artık “sen evde çocuklarına bak” zamanında değiliz, erkek kadar (hatta çok daha fazla) kadınlar da çalışıyor, üstelik erkeklerden daha çok “Evle işi bir arada götürmek zor değil mi” sorusuyla karşılaşıyorlar. (Yazdığım son üç haberden birinin başlığı: “İşte Çalıştığı Kadar Evde de Mesai Yapıyor”. ANKA Kadın Araştırma Merkezi’nin “Kadının Görünmeyen Emeği: İkinci Vardiya” raporuna göre, kadınlar işte çalıştıkları mesai kadar evde de emek harcıyormuş, araştırma bunu verilerle açıklıyor.)
Kadınların işsizlik karşısında daha az dayanıklı olduğu ön kabulu, olur olmaz tekliflere yol açıyor mesela:
-Sayfası 10 kuruştan dizgi yapar mısın?
-Babanın sigortasına başvurur musun?
-Ailenin yanına taşınır mısın?
-Yanına bir arkadaş alır mısın?
-Paranı çar çur etmeyip saklar mısın?
-Duygusal davranmayıp ‘beni atmasanız olmaz mı’ diye sorar mısın?
-Duygusal davranıp çalışmanın senin için önemini anlatır mısın?
-Ne iş bulsan yapar mısın?
-Yok artık bu işi de mi yaparsın?
Sorular, tonlamalar, durumunuzun vehametine göre kederlenen meraklar, “ee buraya kadar iyi bile dayandın”lı imalar...
Sürekli alışveriş yaptığım ve şimdilerde isim değiştirerek yenilenen bir marketin çalışanlarından bir kadın, kasada önüme dilekçe koydu. Onu işten çıkarmaya karar verip, sonra “Kadınsın şimdi kış günü işsiz kalma” diye kıyamayıp, Sarıgazi şubesine göndermişler. Kadıköy’e de Alibeyköy’den geliyor. Gitmemek için daimi müşterilerden imza toplamaya başlamış. “Kadınım diye güya iyilik yaptılar” diyor.
Çok da afilli bir avukatlık bürosunda 8 yıldır kariyer yapan bir başka kadın şirketin son tasarrufları sırasında “Senin dışarıda iş bulman daha kolay” diye işten atılmış. Atılırken, bekâr/çocuksuz olma kriterlerine göre hareket edildiğini düşünüyor ama bunu ispat edecek bir argümanı yok.
Söz konusu kadınlar ve çalışma hayatı olduğunda eski pervasızlıklarını gizli sinsilikle değiştiren işveren ahlakı artık kadını modernlik silahıyla vuruyor:
“Bilmem Ne Hanım, şirket politikamız ve profesyonellik bunu gerektiriyor biliyorsunuz. Siz de kaç yıldır bu piyasadasınız. Deneyiminizle bağlantılarınız size yol açar.”
Hı hı.
Sonra işsizliğinde en az erkekler kadar cevval mücadeleye girişen kadınlara “Sen de kaç yıldır yoruldun artık bi kurabiye dükkanı açmayı düşünmez misin?” sorusunun virgülüne takılan küstahlıkta modernliğin simi dökülüyor azıcık.
Kadınlara güya iyilik yapmayın. Bırakınız işsiz kalsınlar, bırakınız sürünsünler. Kadın erkek ayırmaksızın herkesi hallaç pamuğu gibi atan sistemde siz babacan Hulusi Kentmen’i oynayacaksınız diye, bizi pohpohlamanıza muhtaç değiliz. Bu oyun hâlâ kişiliğini bulamamış çalışma hayatında bize düşük ücret/fazla mesai dayatmasıyla dönüyor.
Bana gelince. ZATEN yalnız yaşadığım ve ZATEN karışanım olmadığı için, ayaklarımı kanepeye paralel uzatıp çitlediğim çekirdeklerden oluşan dağların ardındaki Türk filmini izlerken bir yandan yarın hangi örgünün hangi modeline başlayacağımı tasarlıyorum. Paralarımı ELBETTE semt pazarlarının en dipsiz tezgâh yığınlarına gömüp, ayaklarıma karasular inene kadar Mahmutpaşa yokuşlarını tepebilirim. Ve ben bu satırları 1000. çekirdeğimi çitleyerek yazarken, siz işsiz kaldığı zamanlarda bile bizden metin ve başarılı ve akıllı ve dayanıklı olan erkekler biranızı fondipleyip “Bana kaderimin oyunu mu bu?” diye sorabilirsiniz.
Cevap veriyorum: Kovulmak sıradan bir kaderdir.
* Ayça Örer’in bu yazısı Amargi Dergi’de yayınlandı.