Ilık bir meltem esiyor denizden. Telaşsız suların üzerine karşıki gazinonun ışıkları düşüyor raks halinde. Tuz ve güneş kremi kokan omuzlar açık. Kimisi çayındaki şekerin derdinde kimi bir türlü gelmeyen okey taşının. Küçük yazlıkların memuriyet adabında geçen bir yaz gecesi çay bahçesi manzaraları...
Herşey her zaman olduğu gibi.
Aniden kendi varlığı dahilinde olan seslerden gayrı yükselen bir sesle bozuluyor düzen, dingin.
Her zaman olduğu gibi olan herşeyi, bir kadın çığlığı dağıtıyor. Çay karıştıranların, çocuğunu denize işetenlerin, okey taşını atanların kulakları dikkat kesiliyor. Sesler arttıkça, çaybahçesinin arka tarafına doğru bir koşturma başlıyor. Belli ki olay var. Küçük yerlerin erkek adam “kanunu”: Bizden biri kavgadaysa sorgusuz sualsiz dalınır kavgaya, bizden olmayan hep beraber dövülür. Haybeden eğlence, beleşten dövülecek adam var heyecanıyla koşuyorlar sesin geldiği yere.
Bir kadın ve bir adam. Adam kadını dövüyor. Bunu görüp koşuyor herkes. Eline sandalyesini kapan, süpürge sapı bulan, olmadı okey tablasıyla koşan. Herkes adama saldırmak için canla başla koşturuyor. Diyorlar, burası modern memleket öyle sen nasıl döversin bir kadını. Olay karakolda neticeleniyor. Öğreniliyor ki adam ve kadın evli. Tatile gelmişler, buraya kadar bir şey yok. Fakat kadının bir de sevgilisi var. Kaşlar kalkıyor havaya... Dudaklardan cıkcık'lı kınamalar, töbe töbe'li fısıltılar yayılıyor. Sen tut bu kadın, küçücük yere tatile gelmişsin, sevgiliyi de çağır. Hem kocayı hem sevgiliyi idare etmeye kalk. Hop orada dur, diyor herkes. Hop diyorlar duruyorlar. Çüş de diyorlar, yuh da diyeni çıkıyor. Herkesin başları öne düşüyor, elleri pençeleri divana duruyor. Adam haklı beyler! Haklı tabii böyle kadını sokak ortasında da döver, öldürür bile insan o sinirle. Sonuçta bir anlık bir şey değil mi? Namus bu be! Enayi mi bellemiş koskoca adamı! Kadın kaşınmış istemiş. Sen olsan napardınlar, Allah düşmanımın başına vermesinlerle ayrılıyor millet karakoldan. Bu hikayeyi bana anlatan ve “Kadın haketmiş ama” diye neticelendiren bir kadından duydum ben de tüm bunları.
Gözlerim kocaman açılarak kaldım öylece. “Kadın hak etmiş ama” deyişlerini, bunu söylerkenki yüzündeki mimiği atamadım hafızamdan. Her seferinde şaşırmak boynumun borcu sanki yine şaşırıyorum güç ve iktidar ilişkisinde kadının da kendine biçtiği hale.
“Tam tersini düşün mesela. Ya adamın sevgilisi olsaydı. Aynı durum nasıl olurdu?” diyorum. Hemen o makus kaderini kabul etmiş mahallenin delikanlısı gülüşünü kıvırıyor dudağının kenarına. “Aman erkeklerin hepsi öyle canım. Onların elinin kiriymiş ya sözde!” Bunu kendince eleştirerek söylüyor. Oysaki derdim o değil. Erkeklerin aldatmaları, dost hayatları bilmemneleri değil o anki derdim. “Adam kadını çok çok kızdıracak bir şey yapmış olsa. Ve kadın haklı olsa. Aynı şeyi yapabilir mi? Buna fiziksel gücü yeter mi?” diyorum, bakıyor.
“Bir kadın kendini kaybetse hani erkekler kaybediyor ya öyle kaybediverse çıplak elleriyle bir adamı bağlamadan bayıltmadan ona zarar verebilir mi?”
Haklı olmak fiziksel zarar verebilme mazereti. Adam haklı seviyor, haklı kıskanıyor, çok haklı beğeniyor arzuluyor istiyor, haklı da haklı o yüzden parçalıyor, yakıyor, öldürüyor.
İnsanların dünyasında, çocuklara uygulanan şiddet ayrı tutularak, güçlünün güçsüzü ezişinin en çıplak en ayrıntısız hali; erkeğin kadına şiddeti. Çıplak elleriyle, var olan doğal gücüyle bir erkek bir kadının canını alabilir mi? Alabilir. Bir kadının buna gücü yeter mi? Normal fiziksel koşullarda, hayır. Çabalamamızın, çırpınmamızın, koşup kaçmalarımızın nafile kaldığı bir “an”da son buluyor ömürlerimiz. Haklı adamlar; hak aramak, hakkını almak, hakkını vermek, hakkından gelmek için sıkıyor yumruklarını. Hak ve şiddetin aynı kefede oluşu yanında, terazi de zaten hileli. Aynı haksızlığı dahi yapamayacak kadar haksız koşullarda olduğu için kadın ideolojik olarak çok değerli.
Küçük birkaç kasın zayıflığı ile başlayan hegemonya bütün gündelik hayatımızın bir mücadeleye dönmesine sebep oluyor. Hakkımızı kaybedişlerimiz de hak hukuk arayışlarımız da hep birer şiddet vakası. Şu cümlelerimi okuyan ve hayatının bir yerinde erkek şiddetine uğramayan bir tane kadın arkadaşım olmadığına eminim. Sokaktaki tacizden, babadan, abiden, erkek arkadaştan, kocadan görülen dayağa kadar; tecavüzden, tehditlere kadar, emeklerimizin sömürülerine kadar… Sokakta yürürken sürekli tetikte olduğumuz gerçeğine kadar erkek şiddetiyle sarmalanmış hayatlarımız.
Kadınlar kendi hayatlarındaki şiddet maduriyetlerini anlattılar. #sendeanlat dediler. Zaten biz kadınlar anlatmaya başladık. Bu yüzden bu kadar delirmeleri… Anlatan sürekli bizleriz; bize bunları yaşattınız diyenler bizleriz. Ben bir tane erkeğin kalkıp “Allah benim belamı versin ben de bunu yaptım sevgilime, karıma, kız kardeşime, ablama” dediğini görmedim. “E adam haklı”larla; “Böyle erkeklik mi olur” diyen adam söylemleri arasında sıkışıyor göğüslerimiz. Şiddeti sorgusuz sualsiz fütursuz ahlaksızca savunanlarla, hayatındaki en az bir kadının hayatını karartmışken alemlerde “kadına şiddete hayır”cı kesilenlerle nefeslerimiz daralıyor. Hakkımızı nasıl aramamız gerektiğini söylüyor o çok haklı adamlar, kendi yaptıkları muhtemel haksızlıkları saman altı yaparken. Erkekliğimiz batsın deyip elleri temiz olmayanlarla dolu bu alemler. Biz kadınlar başımıza gelenleri anlatırken bizi haklı bulan adamlar bir bakın aynada yüzünüze ve anlatın. Esas siz anlatın. Anlatın ki erkekliğin erkle, iktidarla olan ilişkisiyle çok çok yakın olan o bağı kurabilin.
Güvenlik deyip polis şiddetini, hak deyip erkek şiddetini, Hakk deyip IŞİD şiddetini savunanların hüküm sürdüğü psikopat zamanlarda yaşamak bize düşmüş. Bu zamanlarda “Kadın haklı” bunu görün. Kendi yaptığınız ideolojik, gündelik, sevdaya ve hayata dair tüm haksızlıklarınızla yüzleşin. (DŞ/AS)
* Deniz Şengenç Bilgi Üniversitesi Sosyoloji bölümünde okudu. Çeşitli projelerde yardımcı yönetmenlik yaptı. ‘Balık Olmak’ ve ‘Eressos Romantica’ adlı iki kısa filmi var. Vicdani retçi Halil Savda’nın 2012 1 Eylül’de Roboski’den Ankara’ya yaptığı barış yürüyüşünü konu alan ‘Yürümek’ belgeselini yönetti.