Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi, Ocak 2021'den bu yana toplanıyor. 10 Nisan 2021'de başlayan panellerin yedincisi “Ölü Bedenlere Yönelik Şiddetin Toplumsal Cinsiyetini Konuşmak" idi.
“Ölü Bedenlere Yönelik Şiddetin Toplumsal Cinsiyetini Konuşmak" paneli 26 Şubat 2022'de gerçekleşti. Mekiye Ormancı moderatörlüğündeki programda Kayuş Çalıkman Gavrilof, Fatoş Hacıvelikızı, Meral Danış Beştaş, Aysel Avesta ve Esmail Fattahi katıldılar. Bu dizimizde paneldeki konuşmaların çözümlerini yayımlıyoruz, panelleri kayıttan da izlemek mümkün.
"Türkiye'de ölülere yönelik şiddet", "Farklı İnançlar cenazelere ve mezarlıklara saldırıları konuşuyor", "Hukukçular Ölüye Saygı ve Adaleti Konuşuyor" , "Basında Ölülere Yönelik Şiddetin Yeri" ve "Adli Tıp Kurumu Çerçevesinde Ölülere Saygı ve Adalet" , "Yas, Hafıza ve Politika" başlıklı panelleri de buradan okuyup, izleyebilirsiniz.
Kadın cinayetleri konusunda o kadar yaşamsal bir savaş, yaşamsal bir mücadele veriliyor ki ben de kendi adıma bir şeyi hiç düşünmediğimi fark ettim. Günde beş kadın ölürken bunun nasıl önleneceği, ne yapılacağı konusunda hep yoğunlaştık mücadelemizde. Ve hukuk mücadelesi de orada yürüdüğü için ölüye saygı bağlamında hiç düşünmediğimi fark ettim.
Geçen hafta dokuz kadın öldürüldü. Kadın cinayetlerine temel olarak başlamadan önce de kadın bedeninin nasıl algılandığıyla ilgili çok kısa bir algıdan ya da patriyarkal kadın tanımından bahsedeceğim.
Kadın bedeni tarih boyunca çeşitli ilişki biçimleriyle tahakküm ve denetim mekanizmalarının üst üste gelerek yığınlaşarak yoğunlaştığı bir yer kadın bedeni. Yani bu denetim ve mekanizmalar bize kadın bedeniyle ilgili bazı simgeleri gösteriyor.
Din ve kadın bedeni
Tek tanrılı dinlerden bu yana kadın bedeni, mesela Yahudilik ve Hristiyanlıkta kadın bedeni, uzaklaşılması gereken, şeytansı, günah, uzak durulması gereken bir şeyken mesela İslamiyet’te kışkırtıcı olarak görülebiliyor. Erkekleri baştan çıkarabilir bu nedenle denetlenmeli ve kapatılmalı gibi algılanıyor, sunuluyor.
Akdeniz havzası toplumlarında ve İslamiyet’le harman olan kültürlerde vekâlet bir namus simgesi haline geliyor ve batıda da cadı avlarından sonra tıbbın o erkek otoritesine girmesiyle birlikte kadın bedeni kimi sıvılarıyla, doğurganlığıyla bir pislik merkezi gibi iğrenç bir duruma sokuluyor.
Dinlerden bu yana, yani kapitalist topluma gelene kadar da kadın bedeni üzerinde çeşitli şekillerde tanımlamalar, çeşitli denetim mekanizmaları gelişiyor. Kapitalizmle birlikte bu denetim mekanizmalarının içerisine üretim tarzlarının değinmesiyle daha zayıf bedenler, daha dolgun bedenler mesele oluyor, yani çok çelişkili ve çok katmanlı bir kadın bedeni algısı var tarihsel süreç boyunca.
Kadın cinayetleri
Hem namuslu olmamız hem doğurgan olmamız bekleniyor. Hem bedenlerimiz kapatılıyor, hem fetişleştiriliyor. Hem pis olarak adlandırılıyoruz hem doğumumuz kutsanıyor. Patriyarkal kadın ikiyüzlülüğü de zaten buradan geliyor. Bu denetim mekanizmalarının en uç noktasını ise aslında kadın cinayetleri oluşturuyor.
Çünkü bu mekanizmaları sürdürebilmek için şiddet en önemli araç ve bu şiddetin de en son boyutu kadın cinayetleri oluyor. Medyaya yansıyan kadın cinayetleri haritalama çalışmasına göre, 2010 ile 2020 yılları arasında 2534 kadın öldürüldü. bianet'in verilerine göre 2021'de 339 kadın öldürüldü ve İçişleri Bakanlığı’nın kendi verilerine göre 2021'de kadın cinayetleri yüzde 15 arttı.
Bu cinayetler politik cinayetler diyoruz. Çünkü bunlar sadece kadın olduğumuz için işlenen cinayetler. Yani bu cinayetlere maruz kalmak için sadece kadın olmamız yeterli. Son döneme bakarsak İstanbul sözleşmesinden çıkıldı. Kadınlara yönelik nafaka hakkı, ailenin korunması politikası altında bir sürü sosyal hak medeni kanun dâhil tırpanlanmaya çalışıldığı bu dönemde toplumsal olarak da iktidarın eliyle ve de erkeklerin işbirliğiyle meşru bir zemin hazırlanıyor aslında.
Bu hazırlanan toplumda şiddet meşru görüldüğü gibi namus gibi gerekçeler veya "beyaz tayt giydi öldürdüm", "sevişmeyi reddetti öldürdüm", boşanmak istedi öldürdüm" gibi cinsiyetçi söylemler meşru kabul ediliyor.
Biz bunu nereden anlıyoruz? Bunların hepsinin haksız tahrik olarak karşımıza çıkmasından anlıyoruz. Nasıl ki kadın bedeni böyle algılanıyor ve kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri korkunç bir boyutta. Kadının ölü bedenine yönelik de benzer bir saldırı işkence ortada bunu da görebiliyoruz.
Ölüye tecavüz
Militarizmle cinsiyetçiliğin harmanlanması sonucu militarizmin kendi doğasındaki hiyerarşik baskıcı otoriter yapının cinsiyetçilikle bir araya gelip savaşlarda, bilhassa çatışmalarda, bölgede kadınların ölü bedenlerine yönelik tecavüzlerle geliyoruz.
Yani bir kadının bedeni öldüğünde bir ölü beden değil de hala bir ‘kadın bedeni’ yani tırnak içinde; haz nesnesi olmaya devam ediyor ve tabi ki militarizm bağlamında, başka bir topluluğun veya başka bir ülkenin kadınlarına, onların toprağına tecavüz etmekle aynı anlamı taşıyor.
Tek tek ölü bedenlere tecavüz noktasında da Amerika Birleşik Devletleri'nde bir adamın öldürdüğü bir kadına bir hafta boyunca evde tecavüz ettiği ortaya çıktı. Yine Amerika'da bir morg görevlisinin 100 ölü bedene tecavüz ettiği anlaşılmıştı. Yanı sıra, mesela ölü bedenlere yapılan işkence.
Eşi öldürmek: Yıllar önce girdiğim bir kadın cinayeti dosyasından hatırlıyorum. Adam karısını öldürmüştü, şöyle söylüyordu duruşmada: "Zil çaldım, kapıyı geç açtı, geldiğimde üzerini değiştiriyordu, demek ki beni aldatıyordu."
Öldürülmemek için kaçan kadını sokak ortasında öldürdükten sonra da silahındaki bütün kurşunlarını vajinasına sıkarak bitirmişti ve bu adama ağır tahrik uygulanmıştı o dönemde. Ağır tahrikti yıllar önceydi ama.
Anneyi öldürmek: Erkek annesini öldürmüştü. Adana'da bir cinayetti. Köyde anneyi mahallenin ortasına kadar sürükleyerek getirmişti, "namusumu temizledim" diye bağırmıştı.
Gülistan Doku: Parçalanan, parçaları bulunmayan, parça parça gömülen o kadar çok kadın bedeni var ki hepimizin malum olduğu üzere. Bunlardan bir başkası bir ölü bedene ulaşılamaması yani sağ mı ölü mü bilinmemesi durumu, bu noktada Gülistan Doku'yu hatırlatmak istiyorum.
İki yıldır aranıyor, geçen hafta ailesi gözaltına alındı, soru önergeleri reddedildi, hiçbir şekilde bu noktada bir saygı duyulmadığı gibi bir etkin bir soruşturma da yapılmıyor. Kimsesizler mezarlığına gömülen kadınlar, cenazesi alınmayan kadınlar, cenazesi yıkanmayan, camiye alınmayan kadınlar, bir sürü örnek sayabiliriz.
Şemse Allak: Bunlardan her halde hepimizin zihninde ilk canlanan Şemse Allak dosyasıdır. Cenazesi 15 gün kaldıktan sonra kadınlarca kaldırılmıştı. Yine en son Diyarbakır’daki bir cinayette, Melek Arslan'ın cenazesi 15 gün boyunca kaldı ve yine kadınlarlca Kimsesizler mezarlığına gömüldü.
Bunlar benim sayabildiklerim binlerce kadın vardır belki kimsesizler mezarlığında, hiç bir parçası bir araya getirilemeyen kadın bedenleriyle doludur.
Haksız tahrik
Kadın cinayetleriyle mücadelede yargılama kısmı da bizim için oldukça zor geçen bir süreç. Çünkü cinsiyetçi, kadın düşmanı yargı mensupları, avukatlar, kolluk, bütün bunları düşündüğümüzde topyekûn bir saldırıyla karşı karşıyayız.
Bu topyekûn saldırı kapsamında kimi zaman aile içinde öldürüldüğü için savunulamayan kadınlar da değerlendirilebilir, ölü olduğu için savunulamayan kadınların davalarında katılma hakkımız ya da baroların ya da kadın derneklerinin katılma hakkının sınırlandırılması yine bu bağlamda değerlendirilebilir.
Bilhassa savunmalarda erkek avukatların kullandığı öldürülmüş kadınlara yönelik, "eşlerin rızası vardı", "kocasını aldattı, şöyle bir kadındı, böyle bir kadındı", hayatına dair böyle her şeyi ortaya serildiği, kadınlara saldırılan bir yargılama anlayışı ortada ve bunun temel nedeni de tabi ki yargının cinsiyetçi olduğunun çok farkında oldukları için haksız tahrik, iyi hal indirimi almak.
İyi hal indirimi amacına çoğunlukla ulaşıyorlar diyebiliriz. Çünkü çok fazla haksız tahrik uygulanıyor dosyalarda. Savunuma hakkının kutsallığının arkasına sığınıyorlar. Biz de diyoruz ki savunma hakkının kutsallığını biz de savunuyoruz elbette. Ama bahsedilen kişinin özgür iradesiyle her şeyden bağımsız olarak savunma ve iddiayı ortaya sürebilme hakkıdır.
Cinsiyetçi dil
Bir kadına cinsiyetçi söylemlerle saldırmayı ifade özgürlüğü veya savunma hakkı kapsamında değerlendirmemiz mümkün olmamalı. Zaten avukatlık meslek etiği de bunu gerektirir. Dolayısıyla, Avukatlık Yasası'nda kesin olarak bu konuda bir düzenleme yapılması gerekir.
İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldı, İstanbul sözleşmesi tam da bunu yasaklar, mağdurla ilgili dosyayla alakası olmayan delillerin vs. gerekmedikçe zorunlu olmadıkça sunulmaması gerektiğini söyler. Anayasadaki ayrımcılık maddesi bunu yasaklar ama bunlara rağmen karşılaşıyoruz.
TIKLAYIN- Erkek şiddeti çetelesi (2008-2022)
Birkaç örnek vereceğim özellikle ölmüş kadınlara yönelik saldırılarla ilgili olarak ve sonra bitireceğim.
Gülseren Yılmaz dosyası: 2019'da ve çok fazla koruma kararı almıştı, ona rağmen öldürülmüştü. Sanığın, öldüren, katleden adamın avukatının dilekçesinden sadece şu kısmını okumak istiyorum. Şöyle bir dilekçe yazdı aldatıldığı yönünden bir iddiası vardı adamın:
"[…] müvekkilimin namusu ayaklar altında çiğnenmiştir, namusuna düşkün Türk milletinin fertlerinden gazap elem ve hiddet duymayacaksa ne duyacaktır? Bu durumda Sütçü İmamları nereye koyacağız, menfur düşmanı vatana saldırdığında ey ahali namus günüdür nasıl diyeceğiz?"
Böyle, hem ırkçı hem cinsiyetçi bir savunma yapabiliyor yani ve bunlara yönelik şikâyetlerle yaptırımlar çok fazla olmuyor.
TIKLAYIN- Toplumsal Cinsiyet Odaklı Habercilik Kütüphanesi
Akademisyen Ceren Damar dosyası: Sanık avukatı Vahit Uçak hakkında "kişi hatırasına hakaret"ten dava açıldı. Şu anda izin de alındı ve 10 yılla yargılanıyor.
İpek Er dosyası: 18 yaşında İpek tecavüze uğruyor, şikâyetler yapıyor, hiçbir şekilde şikâyetleri karşılık bulmuyor, bunun üzerine ölüme sürükleniyor. Oradaki sanıyorum uzman çavuştu, Musa Orhan tahliye ediliyor ve onun avukatı o kadar korkunç bir savunma yapıyor ki, yani terörist olduğu, ailenin töre cinayetiyle öldürdüğü gibi. Aynı zamanda da bunu sosyal medyada paylaşan Ezgi Mola'ya bu sebeple dava açtıklarını 50 bin lira tazminat istediklerini yine basından okumuştuk.
"Canavarca hisle..."
Son olarak Türk Ceza Yasası'nda "canavarca hisle öldürme ve eziyet çektirme" diye nitelikli bir hal var. Bu yargıda çok fazla kabul görmeyen bir nokta. Kadın cinayetleri noktasında da oldukça önemli olan bu "nitelik hali" özellikle Yargıtay tarafından çok kullanılmadığını, çok kullanmak istenmediğini görüyoruz.
Çünkü neredeyse bıçak darbesi sayısına bağlanan bir nitelikli hal var; yani canavarca hisle öldürülmüş olmasını kabul edebilmesi için kaç bıçak darbesi olması gerekiyor diyoruz.
Çünkü 44 bıçak darbesini canavarca his kabul etmiyor veya satırla saldırılan bir kadının, kafası parça parça olan sokak ortasındaki bir kadının dosyasında kasten öldürmeden veriyor.
Nitelikli halden, canavarca hisle ve eziyet çektirmeden vermediği için müebbet alıp iyi hal ve haksız tahrikle o cezalar çok az bir ceza şeklinde karşımıza çıkıyor.
Oysa nitelikli hali yani eziyet çektirme ve canavarca hisle öldürme hali uygulanmış olsa ağırlaştırılmış müebbet alacak ve bu suçlarda da dolayısıyla caydırıcılığı daha fazla olacağını düşünüyorum. (FH/Lİ/APK/KU)
26 Şubat 2022'de webinar olarak gerçekleşen “"Ölü Bedenlere Yönelik Şiddetin Toplumsal Cinsiyetini Konuşmak" paneli kayıtlarını Leyla İşbilir yazıya döktü, Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi yayına hazır hale getirdi. Metindeki arabaşlıklamayı bianet yaptı. Manşet görseli ve metin görsellerini Korcan Uğur düzenledi. Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi'ne çalışmayı bianet'te yayımlama imkanı verdikleri için teşekkür ediyoruz. e-posta: [email protected]
ÖLÜYE SAYGI VE ADALET PANELLERİ VII
Ölü Bedenlere Yönelik Şiddetin Toplumsal Cinsiyetini Konuşmak/ Mekiye Ormancı
Fırat suyu ve Ermeni genç kadınları türkülerde/ Kayuş Çalıkman Gavrilof
Kadın cinayetlerinde ve yargılamalarında ölüye saygısızlık/ Fatoş Hacıvelikızı
Kadına yönelik şiddet ırkçılıkla birleşince daha vahşileşiyor/ Meral Danış Beştaş
“3 Fotoğraf, 3 Dönem, 3 Katliam”/ Aysel Avesta
İran'da LGBTİ+ ve kadın, Türkiye'de mülteci olmak/ Esmail Fattahi