2010 yılında Galatasaray Üniversitesi Medya ve İletişim Çalışmaları bölümünde bir yüksek lisans öğrencisiyken dönemin başbakanı, bugünkü Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan hemen her demecinde kadınların üç çocuk yapması gerektiği yönünde fikir belirtirdi[1].
O zamanlar, feminizm okumaları çok taze olan bir lisansüstü öğrencisi olarak bu söylemden etkilenmiş ve tezimi kadın bedeni üzerinde kurulmak istenen tahakküm üzerine yazmak istemiştim.
Danışmanım, çok sevgili hocam Hülya Uğur Tanrıöver’in rehberliğiyle o zamanın Türkiye’sinde seçili kadın yazarların yazdığı, beden temalı kitaplarda kadın bedeninin temsilini incelemiştim.
Konu beğenildi ve çalışmalarımı kadın bedeni konusunda devam ettirmem tavsiye edildi; ancak o zamanlar büyük bir saflıkla bu konunun zaman içinde önemini kaybedeceğini çünkü feminizmin kazanımlarının bize artık kadın bedeni üzerinde iktidar kurmanın nasıl bir hak ihlali olduğunu çoktan öğretmiş olduğunu düşünmüştüm.
Ataerkilliğin ve kapitalizmin kadınlar üzerinde uzun yıllara dayanan tahakküm tecrübesinin feminist hareketin yarattığı bunca birikimden sonra artık zayıflayacağına ve zamanla yok olacağına inanmıştım, geleceğe umutla bakan genç bir kadın olarak. Aradan tam 15 sene geçti. Köprünün altından çok sular geçti. Çok köprü yıkıldı. Yeni yeni köprüler yapıldı, “ucube” köprüler… Ve film geriye sardı.
Bugünün Türkiye’sinde bindiği bir dolmuşta tecavüze direndiği için öldürülen kadınların, canlı canlı yakılıp üzerine beton dökülen kadınların, intihar süsü verilerek öldürülen kadınların, sokak ortasında öldürülen kadınların, şehrin surlarından kellesi sallandırılan kadınların ve daha nicesinin hangisine ne zaman yas tutacağımızı şaşırmışken iktidar cenahında “vajinal doğum” terimini kullanamayan bakanların sezaryen karşıtı söylemlerini, kimlerin kurduğu birliğe aile denebileceği yönündeki buyrukları ve yine üç çocuk güzellemelerini duyuyoruz.
Biliyor musunuz, ben bu yazıyı ancak çocuğumu uykuya yatırdıktan sonra yazabiliyorum? İşten, ailemden ve evle ilgili sorumluluklarımdan bana kalan azıcık zamanı eğip büküp zaman yaratmaya çalışarak.
Fikirlerimi toparlayıp toparlayamadığımdan şüphe ederek; bir akademisyen, bir kadın ve bir anne olarak bir türlü netliğe kavuşamayarak. Kafamda bin bir tane soru:
Kadınların bedeninde büyüyen ve bedeninden çıkan çocuk sayısına karar verilirken
1) Kadın sağlığı ve cinselliği konusunda gereken yönlendirmeler yapılıyor mu?
2) Çocuk sahibi olmak isteyen bazı çiftlerin karşılaştığı infertilite konusunda gereken bilgilendirme yapılıyor mu, devletin bu konuda verdiği tıbbi ve maddi destek yeterli mi?
3) Hamilelik ve doğum sürecinde kadınlara ve aileye maddi-manevi destek sağlanıyor mu?
4) Çocuk doğduktan sonra babaya tanınan bir hafta, anneye tanınan dört ay ücretli izin konusunda daha insani ve toplumsal cinsiyet açısından eşitlikçi bir adım atılması plan dahilinde mi?
5) Ebeveynliğin sadece anneye değil babaya da düşen bir rol olduğu konusunda toplumu bilinçlendirme yönünde esaslı bir eğitim planlanıyor mu?
6) Tek ebeveyn olarak çocuk büyütmek zorunda kalan veya bunu tercih eden ebeveynlere maddi-manevi destek sağlanıyor mu?
7) Kadınların (aslında ebeveynlerin diyebilmeliyiz) çocuk doğduktan sonra işgücüne katılımının devamının sağlanması yönünde nüfusa oranla yeterli sayılabilecek önlemler alınıyor mu?
a. Her işyerinde yeterli kapasitede kreş var mı?
b. Kreş çalışanları mesleki açıdan tatmin ediliyor mu?
c. Kreş ücretleri bütçe dostu mu?
8) Yeni doğanların sağlığı ve güvenliği konusunda gereken önlemler alınıyor mu?
9) Çocuk yetiştirmekte zorluk çeken çiftlere maddi-manevi destek sağlanıyor mu? Çocuk yetiştirmekte zorluk çeken çiftlerin varlığı konusunda bir farkındalık var mı?
10) Milli eğitim sistemi çocukların eğitimi konusunda her kesimden aileye (seküler-muhafazakâr- liberal-solcu- varlıklı- yoksul) eşit derecede güvence sunabiliyor mu? Yetişkinliğe adım atan gençlerin işgücüne katılımı ve bir hayat kurmaları yönünde planlar yapılıyor mu?
Diyelim ki bu soruların her birine olumlu cevap verildi; peki insanların özgür iradeleri ile çocuk yapmayı isteyip istemediklerini soran var mı?
Diyelim ki bir çiftin hayatına bir çocukla devam etme isteği var; bedeninde bir canlıyı taşıyacak olan kadın bu sorumluluğu gerçekten istiyor mu? Hayatına bir çocuğu dahil etmenin tek yolu o çocuğu doğurmuş olmak mı? Bunları soran var mı?
Bizim ülkemizde bu tür sorular sorulmuyor. “Nüfus artış hızı alarm veriyor, o zaman çocuk yapılsın. Çocuk yapana da memuriyet verelim.” Mantık bu. Bu kadar düz. Bu bayağılık içinde kapitalizm ve ataerkillik tüm gücüyle kadın bedeni üzerindeki baskısını sürdürüyor.
Görüyorum ki film on beş yıl öncesine değil daha da geriye sardı ve ben artık bu filmi izlemek istemiyorum. Bu filmi izlemek istemeyen kadınlar bu filmi yönetmeye kalkan erkeklerden çok daha kalabalıklar, biliyorum; fakat bu koşullarda çok daha güçlüler mi, bilemiyorum.
(HBM/EMK)
[1] https://www.ntv.com.tr/turkiye/erdogan-is-isten-gecmeden-en-az-3-cocuk,ZEQhCeWHVkS06lEDhd72Ng