Kavafis'in "Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın./Bu şehir arkandan gelecektir" dizeleri film boyunca yankılandı zihnimde.
İnsan olarak kimlik belasından kaçış yok!
Tüm geçmişini, seni sen olarak var eden tüm yaşanmışlıkları, çocukluk ve gençlik hikâyelerini, ülkeni, anne ve babanı reddetsen dahi gidebileceğin bir yer yok.
Dönüp dolaşır gelirsin aynı çıkmaz sokaklara, aynı mahalleye...
"Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,/öyle tükettin demektir bütün yeryüzünü de."
İsrail'de, Paris'te ve dünyanın bütün ülkelerinde, kentlerinde...
***
Nadav Lapid'in "Eş Anlamlılar" (Synonymes) filminden bahsediyorum.
İsrail'den Paris'e göç eden ve kimliğini geçmişte bırakmayı isteyen Yoav'dan bahsediyorum.
Yönetmenin hayatından izler taşıyan, senaryosunu babasıyla yazan ama kaybedilmiş olan anneye ithaf edilen o filmden bahis açıyorum.
Berlin Film Festivali'nde Altın Ayı ile ödüllendirilen o filmden..
Eksik varoluş
Batı dünyasının entelektüel ve sanat merkezinde bomboş bir dairede çırılçıplak kalmışsınız. İt gibi titriyorsunuz tanımadığınız bu kentte. Ağlamak, bağırmak, koşturmak nafile. Yardıma gelecek kimse yok. Kimseden ses gelmiyor.
İşte bu anlarda sesiniz boşlukta hiçleşir. Sizin gibi. Kardeş de, el oğlu da duymaz bu anlarda.
Tıpkı yıllar öncesinde Auschwitz-Birkenau'da olduğu gibi.
Tıpkı yıllar yıllar öncesinde hayata ilk adımınızı attığınız o günde olduğu gibi. Annenin bedeninden dünyaya fırlatıldığınız o anda olduğu gibi.
Ne acıdır ki bu yaşamdaki ilk nefes özgürlük kadar korunmasızlıktır. Annenin bedenin korumalarının sona ermesidir. Tamlığın ortadan kalkmasıdır. Çırılçıplak bir başına kalmaktır bilmediğiniz bir hayatta.
Sözünüz yoktur. Kelimeniz yoktur. Takatiniz hiç yoktur. Dışkı ile idrar arasında hayata fırlatan bir eksiklik olarak derdinize derman olacak sadece bir beden vardır.
Ki o beden de sizi dışarı atmıştır. Kusmuştur sizi dışarı...
İnsan denilen canlının en hazin tarafı, var olduğu ilk andan son ana kadar düştüğü her acınası durumun sebebi hikmeti, aynı zamanda onun derdini anlayacak ve derdine derman olacak özneler olmasıdır. Mecburen donmamak için sarılırsınız sizi o hale düşüren o bedenlere. Sevdiğiniz kadar nefret ettiğiniz, mutluluğa gark olduğunuz kadar öfkenizi de kabartan o bedenlere.
Tıpkı donmamak için Caroline ve Emile'ye sarılan Yoav gibi. Tıpkı yitip giden ve sizi bir başınıza bırakan anne gibi geçici bir süre sarılırsınız o bedenlere.
Eksikliğin tamamlanması
İşte insanın yaşadığı bu güçsüzlük, güçleri ve iktidarları tetikler. Tıpkı Yaron gibi.
Tıpkı tanımadığı insanların yüzüne kimliğini haykıran, metronun nefes aldırmayan boğucu atmosferinde yolculara milli marşını mırıldayan Yaron gibi.
Çünkü insan varoluşsal eksikliğini kimliklerle tamamlanacağını zanneder. Kimlikler değişir; etnik, dini, milli, sosyal, sınıfsal... bir dolu kimlikle insan varoluşsal yarasını saracağını ve tama ereceğini umut eder.
Oysa hayat eksiklikle mümkündür.
Ama Yaov, Yaron'dan farklıdır. O kanayan yarasının acısını başka bir kimlikle dindireceğini düşünür. Yaron'un aksine Fransız olarak yeniden doğmak ister. Tam olarak. Eksiksiz. Acısız.
Önce sözden vazgeçer. Çünkü bilir ki insan sözcüklerle konuşmaz. Aksine sözcükler insanı konuşturur. İbranice'den kurtulunca kaçmak istediği kimliğin de geçmişte kalacağını bilir. Fransızca'nın sözcüklerine sığınır. Kurtuluşu Fransız olmakta arar.
Şifaya ulaşmak için her yolu dener. Ama an gelir Paris'in yüksek sanat ortamında kendisini bir porno fotoğrafçısında bulur; kıçında kendi parmağı, dilinde İbranice birkaç kelime...
Kaçmaya çalıştığı İbranice bırakmamıştır peşini.
Tıpkı kökenini her defasında hatırlatan sünnetli yarı erekte penisi gibi.
Sözden vazgeçmek belki mümkündür ama bedenden nasıl vazgeçilecektir?
O artık Fransa'nın yüksek sanat piyasası için sadece bir nesnedir. Öyküleri çarpıcı olan ama ıslah edilmesi gereken. Öykülerinden yararlanılan ama öykülere ortak edilmeyen. Burjuvazinin hümanizmine bedeni doğranan ve zamanı geldiğinde de "kaderi mühürlü ülkeye" geri yollanan...
Başka türlü bir dünyanın mümkün olduğu büyük anlatıların öldüğü bir dünyada arafta sıkışıp kalan. Yüzüne kapatılan kapıyı biteviye yumruklayan...
Çaresizce ve onursuzca: Hepimiz gibi. (OE/AÖ)