*"Son Akşam Yemeği" (Il Cenacolo or L'Ultima Cena), Leonardo da Vinci, 15. yüzyıl
Hemen söyleyeyim bu bir devam yazısı. Yine de geçen yazıyı (Kaçış Rampası-1) okumak istemeyenler için kısa bir özetle başlayayım en iyisi.
Kaçış rampası karayollarında kamyonların freni tutmadığında yolun eğiminin tam zıt yönünde, yüksek eğimli, mıcır veya çakıl gibi hızı azaltıcı etkiye sahip malzemelerle doldurularak yapılan güvenlikli ek yol. Yolun sürtünme kuvvetini aşacak kadar hızlanınca ölümcül kaza yaşamadan güvenli bir şekilde durabilmemiz için yapılan ilave yol yani.
"Hepimiz kamyonuz", "Hepimiz ağır yük taşıyoruz" önermeleriyle başladığım önceki yazıda ortaklık duygusunun güçlü bir şekilde aşındığını, mekândan ve coğrafyadan bağımsız tüm dertlerin birbirine benzediğini ve hem kimseye güvenmeyip hem herkesin bize güvenmesini istediğimiz yeni zamanlarda arkadaşlarımızın bizi frenlerimiz tutmazken kaza yapmaktan, zarar görmekten koruyan kaçış rampalarımız olduğunu açıklamaya çalışmıştım dilim döndüğünce.
Yeni normal: Kaos
Devir hız devri, devir istikrarsızlık devri. Kaosun yeni normallik olduğu zamanlarda bizler çok hızlı ve kimi zaman çelişkili uyaranlar karşısında bir laboratuvar hayvanı kadar çaresiziz. O kadar uzun süre tepki vermeye zorlandık ki neredeyse tepki üretemez hale geldik. Bizi insan yapan hislerimizi gün geçtikçe kaybediyor olmanın acısı içindeyiz.
Önceki rampa yazısında "Hayatın anlamı nedir?" sorusunu sormuştuk, bu sefer "İnsan ne için kaçmak, kurtulmak ister?" diye soralım. Yanıtlar muhtelif; sorumlulukları boyunu aştığında, ruhunu havalandırmak, kendini tazelemek istediğinde, sessizliğe ve mesafeye ihtiyaç duyduğunda, bu hayatta neyi neden istediğine dair kafası karıştığında, çaresiz kaldığında, hülasası hayatına yeni bir anlam vermek istediğinde kaçmak ister.
Bana soracak olursanız kaçış rampalarının ilki 'arkadaşlar' ise ikincisi 'sanat'tır. Sanatın anlamı üzerine zilyon başlık açmak mümkün çünkü konu fasikül fasikül anlatılabilecek hacme sahip ama izninizle sanatın benim için anlamı üzerinden ilerlemekle ilgileneceğim en çok.
Sanat eserlerinin insanları ahlaki ve manevi olarak geliştirdiği fikri yaygın kabul gören Batı kaynaklı bir düşünce. "İnsan ve aklın" merkeze alındığı 18. yüzyıl Aydınlanma hareketinin merkezinde yeşeren bir kültür-sanat anlayışı. Bu anlayışın çok yandaşı olduğunu biliyorum ama benim için "Sanat bizi daha iyi bir insan yapar mı?" sorusunun kesin bir yanıtı yok.
Estetik tercihler ve 'şahane' insan
Sanattan etkilenen insanların büyük ihtimalle zaten önceden de iyi duygulara sahip olduğunu düşünüyorum. Yani zaten iyi bir insansan daha iyi bir insan olmanı sağlayabilir ama özünde kötü biriysen sanatla ilgilendin diye iyi kalpli olmaya başlamazsın gibi geliyor bana.
Aynı fikirde değilsiniz diye bazılarının yaşam hakkı olmadığını düşünüyorsanız ya da karınızı dövüyorsanız sanattan anlayan zarif ruhlu biri olduğunuzun nişanesi olarak evinizde bir Van Gogh tablosu olmasının zerrece önemi yok.
Estetik tercihlerimiz ne şahane bir insan olduğumuz konusunda bize nedensel bağlantılar sağlamaz. Hitler ve avenesi gelsin aklınıza. Hitler'in propaganda bakanı Goebbels roman ve tiyatro oyunu yazarıydı. 1933'ten 1945'e kadar Almanya'yı yöneten Nazi Partisi'nin en güçlü isimlerinden biri olan Göring bir sanat koleksiyoncusu idi.
Hitler'in saygısını kazanmak için ilk şart sanata ilgi duymak idi. O, müziğe, resme, heykele tutkun bir sanatseverdi. Puccini ve Verdi hayranıydı, operayı halkın ayağına götürmenin devletin önemli bir görevi olduğunu düşünüyordu.
Yeni zamanlar acı dolu
Sanatın bizi daha iyi insan yapıp yapamayacağı sorusuna kaçamak yanıtlar versem de "Sanat ne içindir?" sorusuna daha net bir yanıt verebilirim. Bana göre sanat en çok bizi içinde yaşadığımız sancı dolu dünyadan ve onun kötülüklerinden koparmak için var. İtiraf edelim, yeni zamanlar acı dolu. Üstelik çektiğimiz acıları anlamlandırmaktan yoksunuz. Acıyı çekiyoruz çekmesine de aksi gibi ortada şiddet uygulayan görünmüyor. Şiddet gündelik hayata nüfuz ederek gizleniyor artık. Adeta kendi cenaze törenimizde hayatta kalmaya çalışıyoruz tüm gücümüzle!
İşte sanat bizi bu dünya ağrısından, gündelik hayatta bizi öğütmeye ant içmiş tüm gizli şiddetten koruyan bir kalkan. Benim için hep öyle oldu. İzlerken zaman algımı yitirdiğim bir tiyatro oyunu, ayaklarımı kıpırdatmadan önünde dakikalarca kalakaldığım bir tablo, iyi ya da kötü hislerle nefesimi kesebilecek güçte bir fotoğraf, günlerce etkisinden kurtulamadığım bir film, kahramanlarının ev ahalisi gibi olduğu bir roman, hepsi hepsi el birliğiyle beni yaşadığım zamanın, dönemin, anın içinden çekip çıkaracak güce sahip olağanüstü kurtarıcılar oldu hep.
John Carey'e göre her şey sanat eseri olabilir. Harikulade kitabında "Sanat eseri nedir?" sorusunu kısaca, "Her şey sanat eseri olabilir. Sanat eseri, şimdiye değin herhangi birinin onu sanat eseri olarak gördüğü herhangi bir şeydir- o şey bir tek o kişinin gözünde sanat eseri olsa bile" olarak yanıtlıyor.
Yüksek/düşük sanat
Kültür uzmanları onun kadar gani gönüllü değil ne yazık ki. Onlar arasında genellikle "yüksek sanat" ürünlerinin, kitlesel veya popüler sanat ürünlerinden daha üstün olduğu yollu bir kabul vardır. Yeri gelmişken bu "yüksek sanat" kavramı hakkında birkaç kelam edeyim. Bu kavramın İngilizcedeki karşılığı; highbrow art (yüksek alınlı sanat). Sanatın bu şekilde yüksek sanat "highbrow art" ve (düşük) kitlesel sanat "lowbrow art" olarak ikiye ayrılması da Batı kaynaklı bir ayrım.
Kelimenin etimolojisi 19. yüzyıla dayanıyor. Tam bir sözde bilim örneği olan frenoloji (zihin bilgisi) biliminin kurucusu Dr. Franz Joseph Gall, büyük alınlı insanların daha fazla beyinleri olduğuna dair eski halk görüşüne destek veren bir teori geliştiriyor. Büyük alınlı kelimesi "entelektüel/aydın insan" anlamında ilk kez 1875 yılında kullanılıyor. 20. yüzyıl başından itibaren "yüksek alınlı" ve "düşük alınlı" kelimeleri entelektüel/entelektüel olmayan anlamında popülerleşiyor.
Neyse ki artık "yüksek/düşük sanat" yerine, görsel sanatlar, edebiyat, sahne sanatları, popüler kültür, kitlesel sanat gibi çok çeşitli terimler kullanılıyor. Sanatın tüm türlerini eşit olarak kabul eden bu terimler yüksek/düşük, iyi/kötü, kaliteli/vasat gibi öznel değerlendirme sıfatları içermiyor.
Ankara ahalisinin çektikleri
Sanat bir bilgi alanı mıdır yoksa fikir alanı mıdır tartışmasında ikinci grupla aynı saftayım. Sanatta konsensüs olmaz. Peki, popüler sanat kötü müdür? Bence değil, ancak yine de dilimizi ısırarak ve de temkinli cümleler kurarak ilerleyelim derim. Ankara ahalisi olarak biz bu konuda az çekmedik. Başka şehirlerde yaşayan sizler sabahları herhangi bir sanatsal tehlike yaşamadan işlerinize ulaşırken biz yıllarca hangi kavşakta hangi dinozor tarafından kıstırılacağımızı bilemeden düştük yollara.
Devasa robocoplar, dinozor yavruları, tüyü bitmemiş naylon misket kedileri karabasan gibi çöktü hayatımıza. Yaşamayan bilemez, "kitsch"in başkenti olma yolunda hızla ilerlediğimiz zamanlardı, ruh bütünlüğümüzü zor koruduk.
Böyle deyince de sanatın nerede başlayıp nerede bittiği konusunda ahkâm kesiyor gibi görünüyorum. Öyle değilim. Sanat ya da sanat eseri hakkında diğerlerini dışarıda bırakan anlayışa karşıyım. İnsanların dilediği sanat eserini dilediği şekilde beğenmesine itirazım yok. Misal, Rönesans'ın en önemli dört ressamının isimleri sorulduğunda hemen "Teenage Mutant Ninja Turtles" çizgi filmindeki kaplumbağaları düşünmekte bir sıkıntı yok. Sanata dair tecrübelerimizin bir başkasının tecrübesinden daha değerli olduğunu düşünmüyorum.
Beğeni sınıflandırır
Bilakis, sanat kültürlü seçkinlerin ayrışma aracı olmamalıdır diyorum. Beğeninin ayrıştırıcı etkisi, sınıfsal farklılığın altını çizen fonksiyonu üzerine okumuşluğum çok. Alanın en kapsamlı sosyolojik araştırmalarından birini yapan Bourdieu'den söz edeyim iki üç cümle.
Bourdieu'ye göre beğeni, eğitim, ekonomik güç, sosyal köken vb. bir sınıf göstergesi olup eşitsizlik vurgusu içerir. "Beğeni sınıflandırır." Beğeni kişinin kendinden daha alt seviyede olanlarla arasındaki ayrımın altını çizer, bu ayrımı belirgin hale getirir.
Bourdieu, beğeninin sadece kişisel bir tercih olmadığını, aynı zamanda toplumsal bir güç aracı olduğunu savunur. Örneğin, bir kişinin belirli bir sanat eserini beğenmesi, o kişinin sahip olduğu sosyal sermayeyi artırabilir ve onu belirli bir toplumsal grupta kabul edilebilir hale getirebilir.
Örneğin, Picasso'nun "Avignonlu Kızlar" tablosunu, Michelangelo'nun "Davut" heykelini, Dostoyevski'nin "Suç ve Ceza" romanını, Tarkovsky'nin "Solaris" filmini veya Vivaldi'nin "Dört Mevsim" konçertosunu beğenmen seni belirli bir toplumsal grupta kabul edilebilir hale getirebilir. Çünkü bunlar 'yüksek sanat' eserleridir.
Kısaca diyor ki; sahip olduğun beğeni skalası üzerinden toplumsal statünü koruyabilirsin annem! Elbette Bourdieu'nün araştırmasını yaptığı 60'lı yıllarda Fransız toplumu şimdiki toplumdan farklı. Ancak beğeninin ayrıştırıcı, bölücü etkilerini yeni zamanlarda da hatırda tutmakta fayda var.
İtalya'da görev yaptığım yıllarda bulduğum her fırsatta sanatın tadını çıkardım. Defalarca Stendhal Sendromundan (1) hallice ruh durumlarına girdim çıktım. Bir kültür görevlisi olarak Türkiye'den gelen her delegasyonu cebren ve hile ile sanat mekânlarına sokmakta bir beis görmedim. Bu mekânlara girerken mırın kırın edenlere çok rastladıysam da çıkarken yüzlerindeki ifadeden iyi bir şey yaptığıma hep emin oldum.
Sanat neye yarar?
Aklıma her geldiğinde beni gülümseten bir anımla kapatayım mevzuyu. Bir defasında önemli bir siyasi figürün Milano'daki programına sanat tarihinin en önemli duvar resimlerinden biri olan, Leonardo'nun "Son Akşam Yemeği"nin sergilendiği manastır ziyaretini dahil etmiştik. Diğer kültürel ziyaretlerle birlikte son halini verip onay için gönderdik ilgili makama. Sözünü ettiğim figürün Özel Kalem Müdürlüğünden "'Son Akşam Yemeği'ni sehven sabah saatlerine koymuşsunuz" diye yanıt aldık.
Hiç bozuntuya vermeden o kısmı "Dominikan Santa Maria Delle Grazie Manastırı Ziyareti" diye değiştirip onayımızı öyle aldık. Kendi adıma asıl sürprizi ziyaret sırasında yaşadım. Konuğumuzun meşhur duvar resmi hakkında sahip olduğu engin bilgi ve ziyaret sırasında gösterdiği coşku hepimizi mest etmişti. İnanın tüm ekibin sanat nedeniyle samimiyet buhranı geçirmesine ramak kalmıştı.
Sanat iyileştirir. Sanat birleştirir. Sanat insanca olana çağırır bizi. Her kavramın içinin boşaltıldığı, değerlerin alt üst olduğu, nefretin norma dönüşmeye başladığı bu yeni zamanlarda anca sanat tutar elimizden. Sanat neye yarar diye soruyor ya John Carey, ben kendi yanıtımı vereyim; sanat en çok insan kalmaya yarar.
* Çiçek gibi okuma önerisi: John Carey, Sanat Neye Yarar?, Vakıfbank Kültür Yayınları, İstanbul
(1) Sanat eserlerinin görkemi karşısında kalp atışlarının artması, baş dönmesi hatta kimi zaman bayılmayla sonuçlanabilen bir psikosomatik rahatsızlık.
(AA/AÖ)